Soykırımı İddiaları Ve Türkiye-Ermenistan İlişkileri

 

Osmanlı'nın sadık tebaası Ermeniler, nasıl oldu da, küçük hesaplar uğruna hem kendilerini harcadılar, hem Osmanlı'yı zora soktular ve hem de "büyük insanlık suçu işleyerek" yüzyıllarca birlikte yaşadıkları komşularını hunharca katlettiler. Üstüne üstlük, "hem kel, hem de fodul" misali; hiç yüzleri bile kızarmadan, ihanet ettikleri Osmanlı'ya "soykırım" iftirası, katlettikleri komşularına ise "katil" damgasını vurma girişimlerini yaklaşık bir asırdan beri sürdürüyorlar. Açıkçası, hiç gereği yokken ve kendilerini "göçebe ve yurtsuz" millet konumuna mahkûm etme bahasına; soykırım yalanını "saz çalıp söyleme" üslubuyla dillendirerek,  kendilerini bu tuzağın içerisi çeken güç odaklarının sinsi emellerine hizmet etmeyi sürdürüyorlar.

 

Üzülerek ve Batılılara sitem ederek belirtmek isterim ki; iki dost ve sadık ortak arasına girerek onları birbirine düşman etmek gerçek anlamda aşağılanacak derecede kötü bir davranış ve özelliktir. Öyle ki; neredeyse bütün inanç, gelenek, kültür ve yasal metinlerde bu gibi kötü hesap peşinde koşanlar "suçlu ve ayıplı" olarak değerlendirilirler. Kendi değerlerimizde ise, "birbirine sadakatle bağlı kişi, aile ve devletlerarasına girerek" onları birbirine düşman eden kişi veya otoriteler fitnekâr, hilekâr, düşman, kaypak, sahtekâr, vs gibi kötü sıfatlarla tanımlanırlar.

 

İşte, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, devlet otoritesine sadakatle bağlı ve neredeyse en güvenilir kesimlerden birini oluşturan Ermeni halkı, ne yazık ki, bizzat Batılı mihraklar tarafından "hayali vaatlerle" Osmanlı'ya karşı kışkırtılmış ve gelecekleri tamamen karartılmıştır.[1][1] Uluslararası ilişkilerin tabiatında var olan bu tarz girişim, bağlantı ve hamleler karşısında fazla şaşırmamak lazım. Hatta, reel politik yönünden bakarsak, gerçek mağdur konumundaki Osmanlı'nın tarih sahnesinden silinmesinden sonra bile peşinin bırakılmaması ve mirasından bile bir şeyler koparılmaya çalışılmasını da anlayışla karşılamak lazım. Bu bağlamda, dış politikanın incelikleri ve gerekleri bağlamında "soykırım iddialarının bütünü" analiz edildiğinde; sürece ayak uyduramama ve elindeki kozları kullanma becerisi gösterememe yönünden asıl suçlu olan Türkiye'dir. Dolayısıyla, beceriksizliğimizin faturası yanında, haksız iddiaların bedelini de ödemeye mecbur ve mahkûm oluşumuzun belli ölçüdeki sorumluluğu bize aittir. Diğer yandan; Türkler ile Ermenileri, dünya uluslarının diline düşürecek derecede birbirlerine hasım eden güçleri "hesaba çekerek sorgulama" cesaret ve cüretini göstermememiz nedeniyle de "millet ve devlet" olarak ayrı bir sorumluluğumuzun olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca; bu sorumluluğumuzun başlıca sebeplerinden biri de içinde yaşamakta olduğumuz "bilgi ve iletişim çağı" denen sanayi ötesi dönemin gereklerine uygun hareket edemeyişimizdir.

 

Bu yeni dönemde; küresel düzeydeki her türlü açılım, etkileşim, iletişim ve yönetişimde devletlerin etkisiyle boy ölçüşebilecek derecede etkin, yetkin ve etkili güçler vardır. Bu güçleri koordineli, eşgüdümlü, planlı, programlı ve bilinçli bir şekilde harekete geçirme başarısını gösteren devletler, yeni küreselleşmeci dönemin belirleyici güçleri olmaya adaydırlar. O nedenle, küresel dünya sistemi içerisinde doğrudan veya dolaylı olarak atılacak her adımda "devlet, sivil toplum örgütleri, düşünce kuruluşları, her nevi iş âlemi ve diğer etkili çevrelerin" kendi üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeleri gerekmektedir. Vatan ve millet adına vazife icra etme anlamında, bu kesimlerden herhangi birinde belirgin bir zafiyet hâsıl olursa, ilgili devletin küresel sistemle bütünleşmesinde ve haklarını savunmasında sorunlar yaşaması mukadderdir. Bu durumda, Türkiye'nin kuşatılmakta olduğu "soykırım yalanı" karşısında çok yönlü ve kapsamlı bir "püskürtme, çürütme ve mahcup etme" operasyonu yapamayışımızın temelindeki en ciddi eksikliklerimizden birisi yeni döneme ayak uyduramayışımızdır denebilir.

 

Dikkat çekmemiz gereken bir başka husus şudur: Aslında yüzyıllarca iç içe, koyun koyuna ve sırt sırta kaynaşarak yaşamış Türkler ile Ermenileri birbirine düşman eden güçleri hem Ermeniler ve hem de Türkler çok iyi bilmekte ve tanımaktadırlar. Bu açık hakikate rağmen, ne yazık ki, iki ulusun öncüleri de; nedense meselenin aslına, astarına, vuku buluş koşullarına, sebeplerine ve gerçek aktörlerine dikkat çekici bir yöntem ve anlayışla açıklık kazandırmak üzere neredeyse hiçbir gayret sarf etmiyorlar. Yaklaşık doksan yıllık kavganın sürdürülüş biçimine baktığımızda, varsa yoksa fasit daire ve kısırdöngü etrafında dönüp dolanılarak, karşılıklı suçlamalarla fitne ve fesat odaklarının emel ve hayallerine hizmet ediliyor sadece. Maalesef, bu iki "tarihi dost" halkı; düştükleri bu fitne, kin ve nefret kuyusundan çıkaracak ne bir "kerim el" çıkmış ortaya, ne de akıl verecek bir "ermiş ruh" zuhur etmiş. Bu eksikliğin etkisiyle de, o dönemin hâkim güçlerinin oyununa gelmiş bulunan her iki halk; sorunlarını konuşarak halletmek yerine, aralarına bu "tarihi düşmanlığı" sokan güçlerin ideal, hedef ve hesaplarına hizmet etme adına "kavgalarını küreselleştirme" peşinde koşmayı sürdürüyorlar.

 

Aslında, 1909–1920 yılları arasında Ermeniler ile Anadolu'nun Müslüman halkları arasında yaşanmış olan şiddet, zorlama, tehcir ve kavgalar "bilgi, belge ve toplu mezarlara dayalı" bir şekilde incelenecek olsa, her iki kesimin de belli ölçüde hatalı olduğu görülecektir. Böylece de, sorunu daha "içinden çıkılmaz" bir hale dönüştürmekten kaçınmanın yolları aranacaktır, diye düşünüyorum. Ancak, her şeye rağmen; tarihe bir not düşme ve ibret vesikası olarak yayınlama adına, Ermenilerin yaptıkları hataları ve batılıların oynadığı oyunları gözler önüne sermek üzere, "Osmanlı Ermenilerinin tarihi" mutlaka kapsamlı bir şekilde gün yüzüne çıkarılmalıdır. İhanete uğrayan Osmanlı, sebepsiz bir şekilde katledilen de Müslüman halk; buna rağmen "soykırım yalanına muhatap" edilen ise yine Osmanlı Devleti. İşte bu saçmalığa son verme adına her şey açıklıkla ortaya dökülmelidir. Gerçi, iddia edilen soykırım yalanı kendi başına bir tutarsızlıktır zaten. Çünkü "Soykırım; Birleşmiş Milletlere göre, bir grubun diğer bir grubu kasten ortadan kaldırmak istemesidir. Mesela Almanlar Yahudileri, Fransızlar Cezayirlileri, İspanyollar Aztekleri aynen bu şekilde ortadan kaldırmayı istemişlerdir. (Bu yönden bakınca) Osmanlı ve Ermeniler arasındaki meseleye soykırım demek cahilliğin tâ kendisi olur."[2][2]

 

Maalesef, Batılıların "tarihi Osmanlı sendromu (hastalık tablosu)" ve "Sevr hesapları" günümüze kadar hâlâ daha devam ettiği için; özellikle Ermeniler üzerinden, Osmanlı'nın "zihinlerdeki yegâne mirasçısı" konumundaki Türkiye'yi köşeye sıkıştırma amaçlarını "kesintisiz bir şekilde" sürdürmektedirler. Bu durumun bir neticesi olarak; her türlü imkânları elinde bulunduran Batı; 1918 yılında teslim olan ve 1920'de ise paylaşılan Osmanlı Devleti'nin külleri arasından silkinerek çıkan "Anka Kuşu Türkiye'yi" iflah etmemek ve "tarihi kamburlarla uğraştırmak" üzere Ermeni soykırımı yalanını Türkiye'nin anlına yapıştırma kumpası kurmuştur.

 

Zira; soykırım iddialarının yalan, iftira, hile, kumpas ve zulüm olduğunun tarihi belgelerle sabit olduğunu en iyi bilenlerin başında gelen Amerika Birleşik Devletleri'nde, her yıl 24 Nisan'da oluşturulan "soykırım yaygaraları" bile, başlı başına Türkiye üzerinde oynanan oyunları ve kurulan kumpasları gözler önüne sermeye yeterlidir. Hakikaten; Ermeniler ile Müslüman halklar arasında yaşanmış olan "kanlı kavgaları" araştırmak üzere, 1920'lerde Anadolu'ya gönderilen ABD heyetinin hazırladığı raporlara bakıldığında, aynı şekilde Rusya ve Avrupa ülkelerinin arşivleri incelendiğinde, suçlu tarafın kesinlikle Ermeniler olduğu net bir biçimde görülmektedir. Üstelik Amerikalı ünlü Profesör Justin McCarthy'nin "tarihi belgelere dayalı" eserinde de;[3][3] Ermeni yaygara ve iftiralarının aksine, Anadolu'da, asıl katliamı yapanın Ermeniler olduğu net bir biçimde ortaya konulmaktadır. Şöyle ki; taşkınlık çıkaran, çeteler kurarak insan avına çıkan, işgalci Ruslarla birlikte hareket ederek masum komşularını bile hunharca katleden, tebaası olduğu Osmanlı Devleti'ne arkadan vuran, savunmasız insanların göç etmelerine bile müsaade etmeyerek topluca katleden, mensubu bulunduğu Osmanlı'nın topraklarında Ermeni devleti kurarak Devlete ihanet eden, kadınların namuslarını kirletmekle yetinmeyerek onları göğüslerinden kamalayan vs. vs. gibi suçları işleyerek Osmanlı Devleti'ni "tehcir kararına zorlayan" tarafın bizzat Ermeniler olduğu ve de tehcir kararının verilmesiyle ilgili asıl talepte bulunan devletin ise "Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı'nın müttefiki" konumundaki Almanya olduğu bariz bir biçimde belirtilmiştir.

 

Kaldı ki, 1909–1920 yılları arasında Anadolu şehirlerinde "terör estiren" Ermeni çetelerinin, sadece 1914–1919 arası dönemde katlettiği Müslüman insanların sayısı iki milyonla ifade edilebilecek boyutlara ulaşmışken;[4][4] tebaası oldukları Osmanlı Devleti'ne arkadan vuran ve işgalci kuvvetlerle birlikte hareket ederek ihanet eden Ermenilerin şerlerinden emin olmak üzere yapılan tehcir ya da başka şehirlere kontrollü bir biçimde göç ettirme hadisesinde hayatını kaybeden binler, ne yazık ki milyon olarak ifade edilerek dünya kamuoyu yanıltılmaya çalışılmaktadır. Hâlbuki resmi istatistiklere göre 1914 yılında Osmanlı sınırları içerisinde yaşamakta olan Ermenilerin toplam sayısı bir milyon üç yüz bin (1 milyon 300 bin) düzeyindeydi.[5][5] Başka bir kaynağa göre ise, "gerek Osmanlı ve Ermeni, gerekse yabancılara ait istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Göç eden Ermeni sayısı 390.000, yerine ulaşan Ermeni sayısı ise 360.000'dir. Yani 30.000 kişi salgın hastalık ve kış şartlarından hayatını kaybetmiştir. Kaldı ki bu göç olayını ilk gerçekleştiren Osmanlı da değildi. Ve gerçekleştirilen en başarılı göç hareketlerindendir. Yakın zamana kadar Ruslar; Orta Asya'da ve Kırım'da bu işi eline yüzüne bulaştırmış, binlerce Türk'ün ölümüne sebep olmuşlardır."[6][6]

 

Dikkat ederseniz, ihanet eden insanların hainlikleri ve estirdikleri terörü sorgulamamız gerekirken; ihanetlerinin karşılığında, sadece şerlerinden emin olmak üzere, Merkez vilayetlerden Çevre vilayetlere yaptırılan göç hadisesi sebebiyle kocaman bir tarih töhmet altına alınmak isteniyor.[7][7] O nedenle, bilinçli ve maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni soykırımı iddialarının ne derece dayanaksız olduğunu ve ne gibi çıkar kaygılarıyla ortaya atıldığını mutlaka aydınlatmamız gerekmektedir. Bunun en iyi yolu ise bilgi, belge ve toplu mezarlara dayalı olarak Türk-Ermeni ilişkilerinin bütün yönleri gözler önüne serilmelidir. Açıkçası; "Tarafsız ve uluslararası niteliklere sahip bir komisyon" tarafından yapılacak olan bu tarz ciddi çalışmaların ürünleriyle ortaya çıkmadığımız sürece, dünya kamuoyunun bulandırılmış zihinlerini duruluğa kavuşturmamız mümkün değildir.

 

İlginçtir; Osmanlı Devleti'nin suçlanmasına çanak tutan ve dolaylı olarak da Türkiye'yi mahkûm etmek isteyen Batılılar; sadece "sözde ve iddia" hükmündeki basit terör hadiselerini gerekçe göstererek işgal ettikleri Afganistan ve Irak'ta milyonları katlederken nedense kendileri üzerine toz kondurulmasına bile tahammül gösteremiyorlar. İşte, hayran kaldığımız ve uğruna kocaman bir tarihi bile reddetmeye yeltendiğimiz Batı kültür ve medeniyetinin gerçek yüzü budur. Şimdi soruyorum: Batılılar ve Rusya'nın desteğiyle Osmanlı'nın Anadolu şehirlerinde uzun yıllar terör estiren ve mensubu bulundukları Osmanlı Devleti'ne ihanet ederek açıkça düşmanlık yapan Ermenilerin yaptıklarının on binde biri (1/10.000) bile ABD'ye yapılmış olsaydı, acaba ABD nasıl bir tavır takınırdı? Cevap basit ve belli: ABD'ye yapılacak olan küçük bir ihanetin cezası "toptan imhadır" ya da işgaldir.

 

O halde, sözde soykırım yaygaraları sebebiyle öncelikle ve özellikle Batılıların tavırlarını sorgulamamız gerekirken; sadece Ermenileri suçlama hatasına düşerek, iki halk arasındaki düşmanlıkları daha da onulmaz yaraya dönüştürmeyelim. Netice olarak, sadece soykırım iddialarını değil; Anadolu'da estirilen terör ve ihanet rüzgârları ile büyük devletlerce saçılan fitne ve fesat tohumları da "bilgi, belge ve somut kanıtlara dayalı olarak" masaya yatırılarak olayların gerçek mahiyeti kesin bir şekilde açıklığa kavuşturulmalıdır. Ayrıca, Batı tarihinin "sömürgecilik, emperyalizm ve post-modern (neo) emperyalizm" deneyimleri de etraflı bir şekilde tetkik edilerek; eğer icap ederse, tarihimizle ilgili söz söyleyecek en son kesim ya da otoritenin Batılılar olması gerektiğini net bir şekilde gözler önüne sermeliyiz. Vesselam.

 

 

Dr. Sıddık Arslan

[email protected]