Son bir yıl içerisinde Türkiye ile ABD arasında ilginç pazarlıklar yaşanıyor. ABD'deki mevcut yönetim, Kasım 2008 Başkanlık Seçimleri öncesinde devreye girdirmeye çalıştığı çeşitli senaryolar sebebiyle, Türkiye'yi kafakola alma ya da meşgaleye sürükleme çalışmalarına hız vermiş bulunuyor. 2006 yılının Mayıs-Haziran dönemi ile 2007 yılının Ocak-Temmuz dönemi arasındaki 15 aylık zaman diliminde Türkiye'de yaşanan "organizeli" siyasi gerilimler, cinayetler, iktisadi dalgalanma, terör pazarlıkları ve toplumsal gerilimlerin arkasında yatan en önemli nedenlerin başında ABD-İsrail-Avrupa Birliği mihverinin özel hesapları bulunmaktadır. ABD öncülüğündeki söz konusu mihver; sahip olduğu özel bağlantı, ağ ve konumları sebebiyle, Türkiye'yi istedikleri gibi yönlendirecekleri yönündeki inançlarını son dört buçuk yılda yaşadıkları "şok ve soğuk duşlar" vesilesiyle kaybetmiş olmanın "kahredici üzüntü, eziklik ve kızgınlığı"nı yaşıyorlar.
Bu nedenle, Türkiye'ye karşı, "her geçen gün şiddet ve rengini değiştiren" farklı bir stratejik plan, taktik program ve proje oyunu devreye girdirilmeye çalışılmaktadır. Yaşanmakta olan şaşırtıcı derecece yoğun baskıyı hafifletebilmek için, 22 Temmuz 2007 tarihli genel seçimler ile arkasından gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimini gerekçe göstererek zaman kazanmaya çalışan Türkiye, Eylül ayından itibaren yeniden aynı baskı, taciz, tehdit, tahrik ve pazarlıklarla yüzleşmeye başladı. Kuşkusuz, söz konusu bunaltıcı hamlelerin "öncelikli ve örtülü hedefi" Türkiye'nin güçten düşürülerek İsrail'in bölgesel hesaplarına uygun bir yapı ve konuma dönüştürülmesi olmakla birlikte; şimdilik her şey, ABD'de yapılacak olan 2008 Başkanlık Seçimleri ile Neo-Con ittifakın konumlarını korumalarına göre kurgulanmaya çalışılıyor.
Bu bağlamda, şimdilerde kullanılmaya çalışılan en dikkat çekici koz "İran'ın güçten düşürülmesi ve Suriye'nin de devreden çıkarılması" olarak görünüyor. Bunun için de, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak'ta dikkat çekici bir biçimde rahata kavuştukları ve bu sebeple idareyi Irak'taki yönetim odaklarına devrettikleri izlenimi oluşturmaları gerekiyor. Hatta, ırak'ta bütün sorunların ortadan kaldırılmış olmasına karşın; İran ve onunla ittifak ilişkisi içerisinde bulunan Suriye'nin, bu ülkeyi rahatsız etmekten ve direnişçileri el altından desteklemekten bir türlü vazgeçmediği haberlerine bütün dünyayı inandırarak, bu devletlerin saldırılara hazır hale getirilmeleri gerekiyor.
Söz konusu senaryoların uygulanabilir bir gerçekliğe kavuşturulabilmesi için, Türkiye'ye gerçek anlamda ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun için de, öncelikli olarak Irak'taki gelişmelerin akıbeti ve Irak'ın kuzeyinde palazlanan PKK terör örgütü geleceği hakkında Türkiye'nin memnun edilmesine çalışılıyor. Bu bağlamda, bu yılın sonunda Kerkük'te yapılması kararlaştırılmış olan referandumun 2008 yılı ilkbaharına ertelenmesi, Irak ile Türkiye arasında gerçekleştirilmeye çalışılan "güvenlik anlaşması" için ciddi gayretler sarf edilmesi ve Türkiye'de gerçekleştirilmeye çalışılan "sivil anayasa" çalışmalarına karşı ortaya çıkmakta olan çatlak seslere kulaklarını tıkamalarına bakılırsa; Türkiye'yi ikna etmek için epeyce çaba sarf etmektedirler. Eğer, süreç istedikleri gibi işletilebilirse; 2-3 Kasım 2007 tarihinde İstanbul'da yapılacak olan "Irak'a komşu ülkeler toplantısı"yla birlikte, Türkiye'yi tamamen yanlarına çekmiş olacaklar.
Ancak, Irak'la yapılan güvenlik anlaşmasının skandala dönüşmesi ve aynı sıralarda ABD'de bulunan Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı açıklamalarda "ABD'ye ait tankların PKK'nın elinde olduğu" hususuna işarette bulunmasına bakılırsa; ABD liderliğindeki mihverin Türkiye'yi ikna ve memnun etmeleri pek mümkün görünmüyor. Çünkü, Irak'taki Bölgesel Kürt Yönetimi'nin etkisiyle, Irak'la yapılmaya çalışılan anlaşmadaki "sıcak takip" maddesinin metinden çıkarılması bir kere daha göstermiştir ki; ABD-İsrail-AB mihverinin asıl stratejik ortağı Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'dir. Ayrıca, iyice netleşmiştir ki; ABD-İsrail-AB mihverinin gerçekleştirmeye çalıştıkları Büyük Ortadoğu projesi (BOP) ya da Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası (GOC)'ndan onlarca devletçik üretme planının gerçekleştirilebilmesi için, bölgedeki Kürt halklarına özel ve ayrıcalıklı bir misyon biçildiği için, Türkiye bile gözden çıkarılmıştır.
Açıkçası, göstere göstere gol atmalarına ve yaşanmakta olan bütün uyumsuzluklara rağmen, ABD'nin Irak'tan çekme ve Irak'a silah sevk etme programlarında Türkiye topraklarının kullanılmasına yeşil ışık yakılmasına bakılırsa; Türkiye, Mihver Güçleri tarafından devreye girdirilmeye çalışılan yeni oyunda "şamar oğlanı ve kötü adam" rolünü üstlenmeyi kabul ederek kendi ipini çekmiştir. Hâlbuki bu yeni oyunun sahnelenmesi için Afganistan'daki Karzai Hükümeti ile Taliban güçlerinin bir araya getirilerek uzlaştırılması planının başarısız olduğu bir dönemde Türkiye'nin elini çok daha güçlü hale gelmişti. Bu fırsat çok iyi bir şekilde değerlendirilebilmesi noktasında, Irak'la yapılmaya çalışılan anlaşmada "sıcak takip" maddesinin metinden çıkarılması hususu bahane olarak ileri sürülerek, pazarlık gücümüz daha da artırılabilirdi. Böylece hatta, çok iyi pazarlık yapılabilmiş olsaydı; PKK konusunun da ötesine geçilerek, ABD Kongresi'nde kabul edilen tasarıyla birlikte 'Irak'ın üç parçaya bölünmesi'ne projesine "Türkmen Bölgesi"nin de eklenmesi yönünde ciddi pazarlıklara girişilebilirdi.
Gelinmiş olan noktaya bakıldığında, elinde çok büyük kozları ve haklı gerekçeleri olan Türkiye, maalesef "yuvarlak masa pazarlıkları"nda elindeki fırsatları önemli ölçüde kaçırarak, Mihver Ülkelerinin dümen suyuna girmiştir. Meselenin görünen yüzüne bakılarak "düğün bayram" havası estirilmesine bakmayın; verilen tavizler neticesinde, Türkiye topraklarından İran'a yönelik yapılacak olan bir saldırı, Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki halkımızı rahatsız edecek komploların sahnelenmesi ve ABD'nin bu bölgeyi geçiş yolu olarak kullanırken yıllarca burada kalarak ayrılıkçı düşünceyi bölge halkı içerisinde yayıcı faaliyetlere hız vermesi gibi olumsuzluklar ortaya çıkmaya başladığında, bu gibi beklenmedik gelişmeler nasıl ortadan kaldırılacaktır kimse bilmiyor. Netice olarak, önümüzdeki bir yıl içerisinde gerçekleştirilmesi muhtemel şoklara karşı Türkiye'nin dış politikası mutlaka yeniden gözden geçirilmelidir derim vesselam.
Dr. Sıddık Arslan ([email protected])
AB-Uluslararası İlişkiler Uzmanı Ve Siyaset Bilimi Doktoru