Birkaç gün önce ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Ortadoğu’daki Amerikan politikasının ayıbını ortaya döktü. Bir süredir iç ve kabileler arası savaş endişelerinin yükseldiği Yemen’den, Batı’nın askeri operasyonları konusunda tartışmaların yükseldiği Libya’dan, istikrar bulamayan Tunus’tan, değişim yolunun zor kat edildiği Mısır’dan ve sert protestolarla mücadele eden Suriye’den gelen haberler seline boğulmuştuk. Bütün bu gelişmeler karşısında Gates, Washington Post’a “Ortadoğu’ya nasıl bakarsanız bakın, dönüşümleri görürsünüz. Yaklaşık 60 yıldır uyuyan bu skandallar, doğal olarak harekete geçmeye başladı” dedi.

Bu sözler, aslında yeni keşfedilmiş değil. Fakat esas sürpriz ve etkili keşif, Gates’in konuşmasındaki iki noktada kendini gösteriyor: İlki, ABD’nin bölge ülkelerindeki değişimi nereye götürebileceğinden emin olmadığı sözüydü: “Sonuçlar önceden bilinmiyor. Bütün şartlarda mutlu son beklemek gerekmiyor. Pratik olarak bizler, karanlık bir tüneldeyiz ve hiç kimse sonuçların ne olacağını bilemiyor.”

ABD karanlık bir tünele girdi
Bu konuşmadan saatler önce bizler bu satırları yazarken, ABD Başkanı Barack Obama’nın ne diyeceğini bilemiyorduk. Obama, ABD’nin üçüncü bir İslam ülkesinde, yani Irak ve Afganistan’dan sonra Libya’da, savaşa girmeyeceğini vurgulayarak Cumhuriyetçilerin ve Demokratların endişelerini yatıştıracaktı. Fakat dünyanın ABD’den istikrara dokunmayan, Bahreyn gibi gelişime ve Yemen gibi değişime muhtaç bölgelerinde güvenliği tehdit etmeyen olaylara karşı daha etkin ve olumlu bir rol beklediğine dikkat çekmek kaçınılmaz. Tabii gelişim, Bahreyn’deki rejimin devrilmesine ve İran’ın Şii muhalefeti cesaretlendirerek bir İslam cumhuriyeti ilan etmesine dönüşmemeli. Bahreyn’deki Şii muhalefet, iktidarın diyalog yoluyla karşılık vermekten çekinmediği haklı taleplerde bulundu; ancak Tahran, bir grup muhalife rejimi değiştirmeyi talep etmeleri çağrısında bulunarak, Bahreyn kıvılcımını üflemekte ısrar etti. Bütün bunlar, Suudi Arabistan ve Körfez petrol rezervleri paralelinde gerçekleşiyor. Ve eğer bir Suudi-İran karışıklığı çıkarsa, dünyanın istikrarı bozulabilir.

Bu konu, ulusal güvenliğinin bölgedeki sükûnetle ilgili olduğunu sürekli tekrarlayan ABD’nin gözünden kaçmamalı. En azından mantıksal olarak çabalarını Bahreyn’de istikrar ve güvenliği koruyacak bir çözüm bulma amaçlı Suudi ve Kuveyt arabuluculukları yanında vermesi, iktidarla Şii çoğunluk arasında ulusal bir anlaşmanın temelinin atılmasını öngörmekte. Şiilerden bir azınlık İran’ın aşırılığı yolunda giderken, İran’daki muhalefet de ezilmekte.

ABD, her halükârda karanlık bir tüneldeyse ve sonuçların ne olacağını bilemiyorsa -ki buna inanmak çok zor- en azından Obama’nın Beyaz Saray’a gelmesinden bu yana davulları çalınan değişimin sonuçlarının kaosa, iç savaşa ve kabile çekişmelerine dönüşmemesi için hareket etmesi ve çabalaması gerekir. Bu kaos ve iç savaşlar, yarım asır sürebilir ve değişim süreci geriye, yani diktatörlüklerden kaos yönetimine veya Somalileşmeye doğru gidebilir.

Yıllarca bastırılan farklılıklar
Gates’in konuşmasındaki ikinci önemli nokta, sürpriz ifadeler taşımasıydı. Gates, ‘bölgedeki etnik köken, mezhep ve kabile farklılıklarının yıllarca bastırıldığını’ itiraf etmekte tereddüt etmedi. Fakat “ABD demokrasiye teşvik ediyor, ama bu gerçekler karşısında demokratik rejimin oluşumlarını bir araya toplamak mümkün mü?” diye soruyor. Ardından “Evet, ortada Ortadoğu’nun siyaset haritasının da değişebileceği gibi bir tehlike var” demesiyle, en büyük sürpriz geliyor. Yani bölgenin bilinen siyasi haritası, kabile ve mezhep çekişmelerine dönüşebilecek değişimin gölgesinde, bölünme ve haritaların yeniden çizilmesi sürecine girebilir. Bu konu, özellikle sürece eşlik edecek savaşlar, tehcir, kaynaklar ve sınırlar konusunda çekişmeler ve yanı sıra uluslararası müdahale rekabeti sebebiyle oldukça önemli. Bölünme ve haritaların yeniden çizilmesi çokça kan ve trajediyi temsil ettiği için, insanın çelişkili ABD siyaseti karşısında şaşırması doğal. İlk anda bu politika, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Bahreyn’de güvenliği korumak amacıyla ‘Körfez kalkanı’ güçlerinin müdahalesini eleştirmesiyle, Körfez petrolünü ateşe atma tehlikesinin bilincinde değilmiş gibi göründü. Şu an bu krizin çözümü için, Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin teşvikiyle katıldığı diyalog belirtileri baş gösterdi.

Kaosun tam ortasında
Kabileci bölünmenin mezhepçi zıtlaşmayla iç içe geçtiği, Kaide’nin artan sorunlarının ve keza Tahran’ın Husileri yeni bir savaşa tahrik etme gücünün eklendiği Yemen ise, epey ilgi görüyor. Riyad, gelişmeleri takip için kriz masası oluşturdu. Keza Sana’daki büyükelçisi kanalıyla ABD ve orada köklü deneyime sahip Britanya da. Bütün bunlar, ülkeyi bölünmeye ve iç savaşa sürüklemeksizin değişime götürme amaçlı yapılıyor. Ve bölge, kaçınılmaz değişimle savaşlara ve haritaların yeniden çizilmesine götürecek bir kaosun tam ortasında. (Lübnan gazetesi Nehar, 29 Mart 2011)

 

Kaynak: Radikal