Recep Tayyip Erdoğan, yönetmenleri, aktörler ve rollerle dolu ve uyuma karşı zıtlaşmanın baskın olduğu Lübnan halkıyla dolup taşan bir tiyatroya girdi.
Özellikle de Hariri mahkemesini ve iddianamesini devleti ve doğal hayatı işlemez kılacak şu oldukça hassas dönemde...
Beyrut'a inişinden önce Türk Başbakan 'çapraz kelimelerin' vatanına ineceğini biliyordu. Bu kendisini bir yandan resmî konukseverliğin karşılamasını, diğer yandan Ermeni itirazını ve öte yandan Sünni karşılaması ve Akar'daki Türkmen sevincini garipsemedi. Kavaşra köyü halkı Türkçe 'merhaba' diyerek Türkçeyi iyi konuşuyorlarsa Dahiye ve güney halkı Farsçayı iyi konuşuyor. Daha önce de Mahmud Ahmedinejad önünde 'huş emdid/hoş geldin' diye seslendiler. Örneğin Saraksa semti 'geleneğinden' kalan bazıları da Arapçadan çok Fransızcayı iyi konuşuyorlar ve Tayyip'e hoş geldin diyorlar. Fakat Lübnan, uluslararası mahkemenin şişesinin boynunda asılı duruyor. Senaryolar, istihbarat mutfaklarından çıkan haberler, kamufle ve karartma halkaları ne kadar çok olursa olsun bu mahkemeden ve iddianamesinden kaçış olmadığı şu an herkesçe anlaşıldı. Erdoğan El Sefir gazetesine Türkiye'nin Lübnan'da tıkanan şartların patlamasının önüne geçmek için arabuluculuk niyeti olduğunu açıkça ifade etti; ancak Türkiye, bu konunun bir müdahale şekli almamasında kararlı. Çünkü Erdoğan, yukarıda dediğimiz gibi aktörler, roller ve yönetmenlerle dolu, zıtlaşmalar ortasında kaybolan ve tehditler ortasında korkan Lübnan halkından kalabalıkların dolup taştığı bir tiyatroya girdiğini biliyor. Erdoğan ayrıca Suriyelilerin, Suudilerin, İranlıların, Amerikalıların, Fransızların, Mısırlıların, Katarlıların, Güvenlik Konseyi'nin ve uluslararası toplumun burada olduğunu biliyor. Lübnan'ın mı dünyaya kamp kurduğunu veya dünyanın mı Lübnan'a kamp kurduğunu bilemiyoruz. Erdoğan bütün bunların ne anlama geldiğini bildiği için arkadaşımız Satıg Nureddin'e verdiği röportajında kavrulan Lübnan tiyatrosu havasına soğuk sudan büyük miktarda döktü. Bu da bilindiği üzere Türkiye'nin su ülkesi olması sebebiyle değil, Osmanlı tarihini modern formülüyle canlandırma arayışında bir ülke olduğu için. Çünkü Batı, İslam'ı sinekkaydı tıraşlı, kravatlı, doğu ile batı arasında kinler olmaksızın açık satranç yoluyla siyaset yapan Türk yöntemiyle tanıyor.
Sefir gazetesi kendisini uluslararası mahkeme ve Lübnan'daki şartlar üzerindeki tehlikesi etrafında soru yağmuruna tuttuğunda Erdoğan soğuk su dökmeye hız verdi. Şu an Lübnanlılar arasındaki birlik ve dayanışma zamanı olduğuna inandığını, mezhep, din ve etnik çeşitliliğin çoğulculuğa dayanan birliği besleyen özellikler ve meziyetler olması yerine çatışmaya götürmesinin kabul edilemez olduğunu ifade etti.
Erdoğan 'korku toplumu yaratmaya' katkıda bulunan taraflara yönelik eleştirisinde gayet netti. 'Bizler korku toplumunun desteklerini bozmaya katkıda bulunanlardan olacağız' dedi. Gerek Hizbullah olsun gerekse müttefikleri veya korkutma işine girişen dış güçler olsun Lübnan'da korku pompalayanlara işaret etmedi; ancak başsavcı Daniel Bellemare'nin Refik Hariri ve arkadaşlarına yönelik suikastla ilgili iddianamesini henüz açıklamadığı anlamında 'henüz doğmamış çocuğa don biçemezsiniz' yollu Türk sözüne yer vererek 'henüz karar vermeyen mahkemeyle nasıl ayrı düşeriz? Dünya üzerinde kanıtlara ve bilgilere dayanmadan karar veren bir adalet düşünebilir miyiz? Bu tür konularda niçin önyargıda bulunuluyor?' diye sordu.
Erdoğan'ın Lübnan'ın yeni iç çekişmeye kayması yönündeki uyarısı, bu tür bir çekişmeye zemin hazırlayanları tarihin sorumluluğundan kurtulamayacaklarıyla ikaz etmesi, Türkiye ve komşu ülkelerin böyle bir savaşı engellemek için her şeyi yapacaklarını belirtmesi dikkat çekiciydi. Doğal olarak Erdoğan'ın taşıdığı arabuluculuğun ne olduğu şu ana kadar netleşmiş değil; ancak Erdoğan 'Suudi Arabistan ve Suriye'nin harcadığı çabalar olduğunu ve İran'ın bu çabaların dışında kalmadığını' biliyor. Bu yüzden Erdoğan bu bağlamın dışında müdahale etmeyecek. Çünkü Türkiye'nin Şam'la ilişkilerinin derinliğinin, arabuluculukta Suriye'yi tercih etmesini gerekli kıldığının farkında Erdoğan. Fakat Türk ağırlığı bu arabuluculuğun ileriye gitmesinin garantisi olabilir. Bu yüzden Erdoğan, tıkanıklığı ve gerginliği söndürme üzerinde durdu. Lübnan gazetesi El Nehar, 25 Kasım 2010
Kaynak: Zaman