Cumhuriyet yönetiminin kendisini Osmanlı'nın mefhum-u muhalifi olarak tanımlaması, Osmanlı'da geçerli ve yürürlükte olan ne varsa, onun karşıtını hayata geçirerek kurumsallaştırmak anlamına gelmekteydi. Osmanlı hukuku, Osmanlı eğitim sistemi, Osmanlı yazısı değişecek; Osmanlı'nın entelektüel mirası toptan göz ardı edilerek yeni bir gelenek 'icad' edilecekti. Geleneğin 'icadı' Osmanlı ve Selçuklu yok sayılarak Anadolu'nun en eski halklarında temellendirilecekti.

 Kendisini her anlamda Osmanlı'nın mefhum-u muhalifi olarak tanımlayan Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı'nın, Prof. Dr. Metin Heper'in deyişiyle, 'bürokratik yönetim geleneği'ni de tasfiye etmiş miydi? Yoksa örtük bir biçimde, sureta 'modern' bir görünüm arkasına saklanarak Osmanlı bürokratik geleneğini temellük mü etmişti?

Bugün Türkiye'de seçilmişlerle atanmışlar, ya da yargı ile yasama arasında yaşanan krizin arkasında, bu durum, yani Cumhuriyet bürokrasisinin, zihniyet olarak, Osmanlı Bürokratik geleneğini temellük edişi mi bulunmaktadır? Soru, budur!

Daha önce de yazdımdı: Osmanlı toplumu, Eisenstadt'ın deyişiyle, bir 'bürokratik toplum'dur ve yine onun The Rise and Fall of the Historical Bureaucratic Societies'de ('Bürokratik Toplumların Yükselişi ve Düşüşü') belirtildiği gibi, bu toplumlarda bürokrasi, siyasal sistem içerisinde, zamanla 'aşırı bir özerklik' kazanır. Bu aşırı özerklik, Devlet'in Bürokrasi ile özdeşleşmesi anlamına gelmiştir ve Osmanlı'da, 'kul' sistemi, doğrudan doğruya Bürokrasiyi işaret eder. 'Sultanın Kulları', Fatih Sultan Mehmed'in Örfî hukukla bağımlı kıldığı bürokratlardır.

Bürokratik devlet geleneğinin, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e taşındığına şüphe yok. Her ne kadar, gerek Mustafa Kemal Atatürk, gerek İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı dönemlerinde askerî bürokrasiye, Cumhuriyet'in 'askerler' tarafından kurulmuş olmasına rağmen (Harbiye Marşı'ndaki şu dizeyi hatırlayınız: 'Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti') sivil bürokrasiye karşı, herhangi bir imtiyaz tanınmamışsa da, asker ve sivil bürokrasinin, tek parti yönetimi sırasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile özdeş olduğu inkar edilemez.

Osmanlı'da yönetenler ile yönetenler birbirlerinden kesin ve ayırt edici bir sınırla birbirlerinden farklı konumda bulunmaktaydılar ve elbette yönetilenlerin (halk veya 'reaya'), yönetim (asker ve sivil bürokratlar) üzerinde herhangi bir biçimde hak sahibi olmaları sözkonusu değildi. Sivil ve asker bürokratların, ya da Kemal Karpat'ın deyişiyle, 'kalem efendileri' ile 'kılıç efendileri'nin, bürokratik iktidarı reaya ile paylaşmalarını imkânlı kılacak (demokratik) yapılar yoktu elbet...

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçildiğinde, uzun sürmüş tek parti, yani CHP yönetiminin örtük anlamı, Cumhuriyet'in Osmanlı Bürokratik geleneğini temellük ederek sürdürmüş olmasıdır. Cumhuriyetin tek parti yönetimi, ancak bu geleneği sürdürüyor olduğunu açıklamakla kendisini meşrulaştırmak imkânına sahip olabilir. Başka türlü söylersem, tek parti yönetimi, Cumhuriyet rejimi içinde Osmanlı Bürokratik geleneğini yeniden üretmekle malûldür.

Demokrasi, seçilenlerin (yasama ve yürütme), Osmanlı'da sözkonusu olmayan bir durumu mümkün kıldıysa, bu durum Osmanlı'dan beri iktidarı paylaşmama üzerine inşa edilmiş olan Bürokratik devlet geleneğini yeniden üreten Cumhuriyet bürokrasisinin hiç hoşuna gitmemiştir. Prof. Dr. Metin Heper, yukarıda sözünü ettiğim 'Bürokratik Devlet Geleneği' adlı çalışmasında, 1960'lı yılların sonlarında Bürokrasi elitleri arasında yaptığı bir anketin sonuçlarını değerlendirirken, dikkat edilsin, şöyle demektedir: '[Bu anketin sonucunda elde edilen] ampirik bulgular (...) Osmanlı-Türk bürokratik evriminin kuramsal çözümlemesi ile uyum halindedir.' Bunun anlamı, Cumhuriyetin bürokratik elitinin, yani atanmışlarının, 1960'ların sonunda kendilerini Devlet olarak görüyor olmaları demektir.

Peki, sadece 1960'larda mı? Bugün de bürokratlar, demokratik yollarla seçilmişlerin değil, bizzat kendilerinin Devlet olduğunu düşünmüyorlar, Prof. Dr. Heper'in deyişiyle, 'statik, emredici, laik, normatif düzen ve bu düzen[in] etkin uygulanmasından kendini sorumlu hisset[miyorlar mı?]'

Öyleyse şu: Bugün Yargı mı siyaseti kuşatıyor, yoksa siyaset yargıyı mı? sorusunun cevabı açıktır: Osmanlı Bürokratik Devlet geleneğini yeniden üreten Yargı bürokrasisi, bu 'sorumluluk'(?) gereği, seçilmişler üzerindeki vesayetini sürdürmek, siyaseti kıskıvrak kuşatma altına almak istiyor; -hepsi bu kadar!

Kaynak: Zaman