“Siyaset Mühendisliği”nden “Din Mühendisliği”ne

Abdullah Gül’ün Meşruiyet Problematiği

 

AK Parti Genel Merkezi’nin seçimlerden sonra izleyeceği siyasi tavra ilişkin en önemli ipuçları temsil heyetini nasıl bir kadro tercihi ile oluşturacağı sorusunun cevabında yatıyordu. Meclis Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı ve Kabine oluşumu bunun en önemli göstergesiydi. Anlaşılan, Meclis Başkanlığı ve basına sızdığı kadarıyla Kabine tercihi, sürtüşmeden mümkün mertebe uzakta kalınmak istendiğini göstermektedir. Cumhurbaşkanlığı için Abdullah Gül’ün aday ilan edilmesiyle AK Parti yöneticileri 22 Temmuz iradesine tamı tamına uygun hareket ederek seçim sürecinde kullandıkları “uzlaşmayla aday gösterme” söylemleriyle kafalarda kaçınılmaz olarak uyanan “düşük profilli bir aday mı?” kuşkusunu izale etmişlerdir. Nasıl ki 3 Kasım’da Tayyip Erdoğan için meydanları dolduran insanların iradesinin gereği, başbakanlığın Erdoğan’a verilmesiyle yerine getirilmiş ise aynı şekilde 22 Temmuz’da meydanlar Abdullah Gül için dolmuştu ve gereği ne ise yapılmalıydı. Şüphesiz AK Parti yöneticileri bu tercihleri nedeniyle tebrik edilmelidir.

 

Tartışmaya mahal bırakmayacak netlikte ortaya çıkan 22 Temmuz iradesi; keskin ve uzlaşmaz tavırlarıyla başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, üniversite bürokrasisine, 27 Nisan bildirisiyle ve mahiyeti taraflarca hiç bir zaman açıklanmayan 4 Mayıs Dolmabahçe görüşmesiyle askeri bürokrasiye ve 367 yorumu ile de yargı bürokrasisine en azından şimdilik görüş beyan etme mecali bırakmamıştır ama daha sonraları AK Parti yöneticilerinin bir kısmınca basında yapılan yorumları haklı çıkaracak şekilde ifade edildiğine göre, milletvekili listelerinin hazırlanmasında belirli duyarlılığı ön planda tutanların elendiğine ilişkin beyanlar “4 Mayıs Dolmabahçe Görüşmesi”nin gereğinin yapıldığına dair yorumlara neden olmuştur. Ayrıca “her ilde en az bir kadın aday” ısrarı nedeniyle, aday yapılmadıkları için  parti tabanındaki başörtülü kadınlar, kendi partileri tarafından, emek ve katkılarıyla hiç de hakketmedikleri şekilde mağdur edilmişler ve ayrıca bu kadınlar devletin bazı kurumlarının yanı sıra kendi partilerince de adeta dezavantajlı duruma  düşürülmüşlerdir. Böylece AK Parti, zaten kırılmakta olan “bir hakkı elde etmek için mücadele iradesi”nin iyice zayıflamasına ve toplumun seküler dönüştürülmesi projesine katkı sağlayarak Cumhuriyetin kimi ilk asker, sivil bürokrat kurucu elitlerini kıskandıracak bir süreci hızlandırmışlardır. Acaba camilere sıra koydurmayı başaramayanların torunları “rövanşist” duygularla, dedelerinin başaramadıkları reform ve modernizasyon projesini mi tozlu raflardan indiriyorlardı? Nitekim Hayrunnisa Gül’ün “Viyana’da yaşayan moda tasarımcısı” Atıl Kutoğlu’nun stilize ve modernize edeceği türbanları takacağının basında dillendirilmesi ve bu tavrın laikçi medyada önemli bir meşruiyet kaynağı olarak lanse edilmesi; tüm ömrünü kendi gibi olmaya adamışların, toplumu dönüştürme projesinde maalesef farkında olmadan bir aparat işlevine itildiklerini göstermektedir. Bütün bunların AK Parti açısından, taammüden değil ama neticeten ortaya çıkması sürecin vehametini değiştirmemektedir.

 

Dini bir giysinin estetiğini batı başkentlerindeki “kadın giydiricilerin” beğeni onayından almak, zımnen “istemezük”çülerin istediği gibi olmaya çalışmak, hele en güneyinden en kuzeyine en doğusundan en batısına İslam âleminde şekli üzerinde asgari mutabakatı sağlanmış olan bir tarzı değiştirmeye çalışmak; “sosyal ve siyasal mühendisler”den bıkmış olan halkımızı “din mühendisleri”nin insafına terk ederek aşağılamak, bu topraklarda yaşayanlar içinde en son Abdullah Gülün yapacağı bir iş olsa gerektir. Kitlelerin karşısına yıllardır nasıl çıkmış ise o hali ile halkın tasvibini aldığını göz ardı etmeden kendisine tevdi edilmiş makamlarda o hal ile görev yapması,  emaneti tevdi eden halka olan borcudur.

 

Özgürlükleri savunmanın yolu; Avrupa Birliği müktesebatının meşrulaştırdığı verili alan içindeki icazetli serbestlilikleri büyük kazanımlarmış gibi görmekten değil meşruiyetini “bireysel ahlaki tercih” olmaktan, “başkalarına dayatmamak”tan ve “başkalarının dayatmalarına pabuç bırakmamak”tan alan tercihler için mücadeleyi göze alan medeni cesaretten geçer.

 

Abdullah Gül’den; kendisi gibi kalmaya devam etmesini, demokrasilerde güç ve meşruiyet kaynağının halk olduğu gerçeğini unutmamasını, kendisine tarihi bir destek veren halkın değerlerinin dönüştürülmesi prosesine karşı uyanık olmasını, din ile ilişkileri olmayan “din mühendisleri”nin yapmaya çalıştıkları “siyaset mühendisliği”ne karşı duracak takatin dünya Müslümanlarının ortak deneyimlerinde bulunduğunu sürekli hatırda tutmasını istiyoruz. Yolu açık olsun. Allah yardımcısı olsun...     

 

 

 

A. Faruk ÜNSAL 22. Dönem Adıyaman Milletvekili