Hiç bu kadar çok konuşmamışlardı genelkurmay başkanları. Konuşmadıklarından herhalde haklarında hiç bu kadar çok yorum da yapılmamıştı kamuoyunda.

Şimdi onlar konuşuyor.

Konuştukça da çeşitli yorumlar yapılıyor haklarında. Hâlbuki eskiden böyle değildi.

Milli Güvenlik Kurulu'nda, Yüksek Askeri Şûra toplantılarında, Harp Akademileri'nde, devir-teslim törenlerinde konuşurlardı.

Bir de... Muhtıra verirken...

Ya da... Darbe yaptıktan sonra...

Veya... 'Üst düzey bir komutan' mahlası ile.

Artık açıktan konuşuyorlar.

İnternete düşen ses kayıtlarında önemli itiraflarda bulunanlar da var.

Gazetelere, televizyonlara demeç verenler de...

Emeklisi de muvazzafı da konuşuyor.

İyi de oluyor.

Böylece kamuoyu birinci elden öğreniyor, Türk ordusunu yöneten komutanların siyasî, ekonomik, kültürel ve sosyolojik değerlendirmelerini.

Bu konuşmaların en faydalı tarafı ise Türkiye'nin içinden geçtiği süreci kayıt altına alacak yazarlara, tarihçilere, siyaset bilimcilere çok iyi malzemeler veriyor olması. Yakın tarihte neler olup bittiğini anlamak ve kavramak için bir ihtiyaçtı paşaların görüşlerini beyan etmeleri.

Onlar da sık sık kamuoyunun karşısına çıkarak bu ihtiyacı gidermeye çalıştılar, halen de çalışıyorlar.

En azından şimdilik...

Sadece askerlerin ne düşündüğüne odaklanmak yeterli mi?

Bence değil.

Hadiseler ve aktörler arasında sebep-sonuç ilişkisi kurabilmek de önemli.

Eğer bu ilintiler kurulamaz ise ne olur?

Hiçbir şey olmaz tabii ki.

Ama...

Yapılan bir konuşmanın, verilen bir beyanatın, atılan bir manşetin tek başına bir anlam ifade etmediği kanaati hâsıl olur zihinlerde.

Öyle midir gerçekten? Değildir elbet.

Çünkü...

Devlet umuru görmüş, ketum olmayı hayatının bir parçası haline getirmiş askerlerin -emekli ya da muvazzaf- her konuşması bir amaca matuftur.

Peki, paşaların konuşması sorunların çözümü anlamına gelir mi? Bazen gelebilir bazen de gelmez.

Fakat herhangi bir konuda çözüm önerisi sunmasalar da verdikleri bir demeçle çözüm yollarını da tıkayabilirler.

Hâsılı...

Askerlerin sükûtları da konuşmaları da iyi analiz edilmelidir.

Hamdi Yılmazer Aksiyon Dergisi yazarlarından.

Her hafta kaleme aldığı yazılarında işte tam da bunu yapıyor.

Yani...

Özel tarih denemeleriyle yakın dönemde Türkiye'de ve dünyada meydana gelen olaylar arasındaki ilişkileri gergef gibi işliyor yazılarında.

Haberlerin satır aralarını okuyor.

Verilen beyanatların ne anlama geldiğini irdeliyor.

Süreç analizi yaparak, Türkiye üzerinde oynanan iç ve dış oyunların arka planlarına projektör tutuyor.

Kısacası...

Aktörlerin satranç tahtasındaki hamlelerini çok erken fark ederek, planlanan oyunun kaç stratejik hamleden meydana gelebileceğini öngörebiliyor.

Sivil Kabadayı ile Kibar Askerin Hikâyesi, Hamdi Yılmazer'in ilk kitabı.

Aksiyon Dergisi'nde yayınlanan makalelerden oluşan kitabı okuduğunuzda fark ediyorsunuz ki...

Türkiye son birkaç senede baş döndürücü bir gündemle yatıp kalkmış.

Entrikalar, iftiralar, cinayetler, darbe planları, siyasete müdahaleler...

Meğer psikolojik harbin en şiddetlisine maruz kalmışız millet olarak.

Karakutu Yayınları tarafından neşredilen kitap, yakın zamanda yaşadıklarımızın şifrelerini çözen bir 'decoder' niteliğinde.

Sivil kabadayı ile kibar askerin kim olduğunu merak edenler, kitabı alıp okuduktan sonra üç siyaset, üç cinayet, üç mahkeme ve bir parti arasında nasıl bir illiyet bağı olabilir diye düşünmeye başlayacaklardır herhalde.
 
Kaynak: Zaman