Şükran Günü tatilinden bir gün evvel sıradışı üç gelişme yaşandı. Birincisi, Cumhuriyetçi başkan adaylarının kampanya tartışmalarıydı. İkincisi, Rusya Devlet Başkanı’nın ülkesini çevreleyen Washington’a ait füze üslerine karşı ülkesinin tepkisini dile getiren demeciydi. Üçüncüsü ise Alman hazine bonosu ihalesinde yaşanan arızaydı. 

Fahişe medya bunların ne anlama geldiğini bize anlatmayacağı için ben anlatayım.

Her iki partide ABD başkanlığına ehil tek kişi olan Ron Paul hâriç, Cumhuriyetçi adayların hepsi de ülkenin desteğini arkasına almış fakat Amerikan halkını özel çıkarlara satmış olan Obama’dan bile berbatlar.

Ne John F.Kennedy ne Ronald Reagan, yeni seçilen hiçbir başkan, Barak Obama gibi seçilmiş olmasına karşılık böyle olağanüstü bir ilgi ve alâka görmemiştir. Rekor düzeyde bir kalabalık yemin törenine şahit olmak için soğuğa rağmen oradaydı. Yemin törenini göremeyen Amerikalılar dev ekranlardan izlemek için alışveriş merkezine akın etmişti.

Obama savaşlara, ABD yönetiminin hukuku çiğnemesine bir son vereceğine, yasadışı işkence rejimini ortadan kaldıracağına, Guantanamo hapishanesini kapatacağına, askeri-güvenlik sanayi kompleksinin cebini vergi mükelleflerinin parasıyla doldurmak yerine Amerikan halkının gerçek ihtiyaçları üzerinde yoğunlaşacağına ikna etmişti seçmenleri.

Beyaz Saray’a yerleştiğinde ise Bush/Cheney/yeni-muhafazakâr savaşlarını tazeledi ve genişletti.

Bush rejiminin Amerikan Anayasasına tecavüzünü meşru kıldı. ABD ekonomi politikalarının sorumluluğunu Wall Street’e terk etti; Bush rejimini, işlediği suçlardan kurtardı ve mega-zenginlerin ekonomik refahını korumak için gerekli mâli külfeti Amerikan halkının hanesine yazdı.

Böylesine başarısız bir başkanı mağlup etmenin çok kolay olduğunu düşünenler olabilir. Tarihi fırsata bakınca, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerin önüne Amerikalıların daha önce hiç görmediği kadar şaşırtıcı derecede aptal ve kepaze adaylar koydu – parti desteğine sahip olmayan Ron Paul hâriç.

Başkan adaylarının 22 Kasım’da yaptıkları “tartışma”, Ron Paul müstesna, polis devletini destekleyen, cahil savaş çığırtkanları koleksiyonu olduklarını ifşa etti. Gingrich ve Cain, Müslümanların “hepimizi öldürmek istediklerini” ve “hayatımızın sonuna kadar tehlikede olacağımızı” söylediler.

Bachmann, Amerikan kuklası Pakistan’ın “varoluşsal bir tehdidin ötesinde olduğunu” söyledi. Bu kalınkafalının, “varoluşsal bir tehdidin ötesinde” olmak hakkında hiçbir fikri de yoktur.

Cumhuriyetçi başkan adaylarının tartışmasını izlemiş veya okumuş olan duyarlı herhangi bir Amerikalı, ulusal tatil yaklaşırken neye şükran olması gerektiğini merak etmelidir.

Kaynaklarını orduya değil ekonomiye yönlendirmeyi tercih eden Rus yönetimi, barış adına çok yüksek risk üstlendiğine hükmetti. Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev, Şükran Günü’nden bir gün önce televizyondan yayınlanan Ulusa Sesleniş konuşmasında eğer Washington Rusya’yı çevreleyen füze üsleri planına devam ederse, Rusya, karşılık olarak Amerikan füze üslerine ve Avrupa başkentlerine çevrilmiş yeni nükleer füzelerle cevap verecektir dedi.

Rusya devlet başkanı, Rus yönetiminin Amerikan füze üslerinin Rusya’ya hedefleyen bir tehdit olmayacağına dair Washington’dan yasal bağlayıcılığı olan garantiler istediğini fakat Amerika’nın böylesi garantiler vermeyi reddettiğini açıkladı.

Medvedev’in açıklaması şaşkınlık uyandırıcıdır. “Eğer Washington devam ederse” de ne demek? Amerikan füze ve radar üsleri çoktandır kurulu. Medvedev neyin kurulmuş olduğunu şimdi mi fark ediyor?

Rusya ve Çin’in Washington’ın saldırganlığına cevap verirken işi ağırdan almaları, her iki ülkenin komünizm tecrübesiyle anlaşılabilir ancak. Komünizm döneminde Rusların ve Çinlilerin çektiği çileler aşırıydı ve nüfusun kafa yoran kesimleri, Amerika’yı ideali bir siyasi hayat olarak gördüler. Bu yanılsama, Rusya ve Çin’deki ilerlemeci düşünürlere halen hâkimdir. Amerika’yla saf tutmuş vatandaşları olması, Rusya ve Çin için felâket bir şey olduğunu ispatlayabilir.

Washington’ın güvenilirliğine olan inanç belli ki Rus yönetimini bile eline geçirmiş zira Medvedev’in açıklamasına göre, Washington’ın vereceği “yasal bağlayıcılığı olan garantilerle” temin edilebiliyor. Washington’ın 21. yüzyılda anlattığı dev yalanlardan sonra – kitle imha silahları, el Kaide bağlantıları, İran nükleerleri – Washington’ın vereceği yasal bağlayıcılığı olan garantilere niçin itimat edilsin ki? Nasıl icra edilecek? Böyle bir garanti, Washington’ın dünya hegemonyası arayışında bir başka aldatmadan ibaret olacaktır nitekim.

Şükran Günü’nden bir gün önceki diğer sıradışı gelişme – Alman yönetiminin başarısız bono ihalesi – eşsiz bir vakadır.

AB’nin mâli dürüstlüğe sahip tek üyesi, 10 yıllık bonoların yüzde 35’ni niçin satamadı? Almanya’nın borç sorunu yok ve AB-ABD otoriteleri, mâli dürüstlük yoksunu AB üyesi ülkelerin kurtarılmasında aslan payını Alman ekonomisinin üstleneceğini umuyor.

Bu soruya cevap olarak, Alman hükümetinin bono ihalesinin başarısız olmasının ABD ve AB otoritelerinin özellikle Avrupa Merkez Bankası ve özel bankaların organizasyonu olduğundan, Avrupa Merkez Bankası’nın AB üyesi ülkelerin egemen borçlarını satın almasının önüne taş koymasından dolayı Almanya’yı cezalandırmış olmalarından şüpheleniyorum.

Almanya hükümeti, Almanya’nın kendi para birimi üzerindeki kontrolden vazgeçip AB’ye katıldığı şart ve hükümleri korumaya çalışmaktadır. Almanya, anlaşmaların yasallığında ısrar ederek, Avrupa Merkez Bankasının ABD Merkez Bankası gibi hareket etmesinin ve üye devletlerin borçlarını paraya çevirmesinin önünde durmaktadır.

Avrupa Birliği daha baştan Almanya’ya karşı bir tezgâhtı. Avrupa Birliği’nde kaldığı takdirde, Almanya imha edilecektir. Siyasi ve ekonomik egemenliğini kaybedecek, ekonomisi ise mâli sorumsuzluk örneği AB üyesi devletler adına boşaltılacaktır.

Madem Yunanlılar zorbalığa boyun eğmiyor da Almanlar niçin etsin?

Kaynak: Counterpunch

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın