Türkiye'nin AB üyeliği umutları, Sarkozy'nin Fransa cumhurbaşkanı seçilmesiyle yara aldı.
Avrupa Sarkozy'nin önerdiği gibi kapılarını kapalı tutarsa, Türkiye'de Batı düşmanı ve sorunları demokratik diyalog yerine askeri güçle çözmeye meyilli gururlu ve öfkeli bir milliyetçilik uyanır.
Türkiye'nin AB üyeliği umutları Fransa'da sağcı Nicolas Sarkozy'yle sosyalist rakibi Segolene Royal arasındaki hararetli cumhurbaşkanlığı yarışı yüzünden yara aldı.
Fransa'daki seçim kampanyası Fransız kamuoyundaki Türk karşıtı duyguların fazlaca güçlü olduğunu gösterdi ve bu durum Türkiye ve Ortadoğu'daki çalkantılı komşuları için ciddi sonuçlar doğurabilir.
Kampanya süresince Sarkozy Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik net muhalefetini sık sık dile getirdi.
Ona göre Türkiye bir Avrupa ülkesi değil. Üyeliği de AB'yi sırf ticari bir bloka indirgeyecek ve böylece siyasi etkinliğinden edecek.
Türkiye, siyasi bir Avrupa'nın, yani ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve diğer gelişen güçlerin arasında sesini duyurmaya muktedir siyaseten birleşmiş bir kıtanın ortaya çıkmasını engelleyecek.
Türklere karşı duyarsızdılar
Sarkozy'nin Türkiye'nin üyeliğine yönelik siyasi itirazları Fransa'nın kültürel kimliğine ilişkin bariz endişelerle güç kazandı.
Zaten kendisi de, Avrupa'nın nüfusunun yüzde 40'ı 15 yaşından küçük 70 milyonluk Müslüman bir ülke tarafından 'bataklığa batırılması' düşüncesi karşısındaki hoşnutsuzluğunu saklamak için pek çaba göstermedi.
Sarkozy'nin içişleri bakanı olarak özellikle Afrika'dan gelenlere karşı uyguladığı sıkı göç politikası, Türkler olmadan da Fransa'da yeterince Müslüman bulunduğunu düşündüğüne işaret.
Royal'se Türkiye'nin AB üyeliğine karşı daha az düşmanca bir tavır takındı. Ona göre Türkiye'yle müzakere süreci başladı ve bunun ilerlemesine izin verilmeli.
En nihayet bu süreç 10 yıl ya da daha uzun bir süre sonra tamamlandığında, Fransız halkı konuya ilişkin kararını referandumla belirtecek. Görevi bırakacak olan Cumhurbaşkanı Chirac'ın da sözünü verdiği bu politikadır. Şimdi gidişatı değiştirmekse ihanet olur.
Buna karşılık Royal AB'nin Türkiye'ye Almanya Başbakanı Angela Merkel'in önerdiği 'imtiyazlı ortaklık' çizgisinde, tam üyelikten daha azını sunabileceğini de ima etti. Fakat Türk hükümeti bu fikri şiddetle reddetti. Ankara tam üyelik istiyor ve bunun dışında başka bir seçeneğe de yanaşmıyor.
Her iki aday, özellikle de Sarkozy, politikalarının zaten Avrupa'nın tereddütleri karşısında çok gücenmiş durumdaki Türk kamuoyu üzerindeki etkileri hakkında tam bir cehalet değilse bile üzüntü verici bir duyarsızlık sergiledi.
Avrupa tarafından reddedilmek Türkiye'nin hem iç hem de dış politikasında, komşuları Irak, İran ve Suriye'de, ayrıca İsrail'le Filistinliler ve Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar arasındaki çözülemeyen çatışmalarda zıt sonuçlar doğurur.
Sürpriz biçimde Fransa cumhurbaşkanlığı yarışında dış politika mevzusu neredeyse tamamen eksikti; her iki aday da işsizlik, sağlık, emeklilik ve asayiş konularını tartışmayı görünüşe bakılırsa daha uygun buldu.
Fransa'daki cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye'de güçlü ordunun desteklediği laik yapılanmayla Başbakan Erdoğan hükümeti ve ılımlı İslamcı AKP arasındaki krizle çakışması talihsizlikti.
Katı laik Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yedi yıllık görev süresi 16 Mayıs'ta dolarken Erdoğan bu göreve yakın çalışma arkadaşı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü önerdi.
Bunun üzerine laikler hükümet ve meclisten sonra geleneksel olarak laikliğin kalesi görülen cumhurbaşkanlığının da İslamcıların denetimine geçeceği düşüncesiyle hemen ayaklandı.
Anayasa Mahkemesi, Gül'ü Köşk'e yerleştirecek seçimin ilk turunu iptal edince Erdoğan 22 Temmuz'da erken genel seçime gidileceğini ilan etti. Muhtemelen AKP seçimde şimdikinden daha büyük bir çoğunluk elde edecek.
Sarkozy'nin anlamakta başarısız olduğu çelişki şu: AB üyeliğine, demokrasiye, serbest pazara, bireysel haklara ve canlı bir sivil topluma ilişkin atılım AKP'den geldi, laik muhaliflerinden değil. Erdoğan hükümeti ciddi bir ekonomik ve siyasi dönüşüm gerçekleştirdi.
AKP hükümeti askerlerin gücünü dizginledi, Kürt nüfusa daha fazla hak sözü verdi, Yunanistan'la ilişkileri geliştirdi, Ermeni meselesi ve Kıbrıs'ta esneklik gösterdi, İsraillilerle Filistinliler arasında arabuluculuk yapmayı önerdi, Irak'ın istikrarı ve bütünlüğü için bu ülkedeki tüm taraflara görüştü.
Hepsinden de önemlisi Türkiye, demokrasi ve İslam'ın uzlaşabileceğini göstererek tüm Ortadoğu'ya bir örnek teşkil etti.
Şu an reddetmek stratejik hata
Sarkozy'nin önerdiği gibi Avrupa'nın kapılarını Türkiye'nin suratına kapatmak, hayli vaatkâr olan bu gelişmelerin ilerlemesini kaçınılmaz biçimde engelleyecek, Türk kamuoyunda Batı düşmanı ve sorunları demokratik diyalog yerine askeri güçle çözmeye meyilli gururlu ve öfkeli bir milliyetçiliğin uyanmasına yol açacak.
Sarkozy ne düşünürse düşünsün Türkiye Batı'yla İslam âlemini birbirine bağlayan benzersiz bir köprü. Böylesi kritik bir anda Türkiye'yi reddetmekse büyük bir stratejik hata olur. Türkiye'nin AB üyeliği hedefi kösteklenmek yerine desteklenmeli.