Önemli olan bir protesto mitingine katılanların sayısal çokluğu değil, mitingin kimler tarafından, ne amaçla yapıldığı, ne tür taleplerin dillendirildiğidir. Elbette sayı önemsiz değildir; ama sadece sayısal çokluk bir mitingi önemli yapmaz. 
 
Veya kimin için önemli ve etkili olduğu sorusunu dışlamaz... Önemli olan sayıdan çok kimler tarafından düzenlendiği ve neyin amaçlandığıdır.

Besbelli ki, bu mitinglerin arkasında milliyetçi/militarist unsurlar, açıkça özgürlük ve demokrasi düşmanları var.

Bunlar demokrasi, özgürlük, sosyal eşitlik, insan hakları gibi kavramları, bölücülük, yıkıcılık, devlet düşmanlığı sayıyorlar, kitleleri oyunun dışında tutmaktan yanadırlar.

Yapılan ve yapılmak istenen, rejimin tabularının aşınmasından rahatsız olanların, bir kısım orta sınıf unsurlarını tabu bekçiliği için seferber etmesinden ibarettir.

Elbette bu mitinge katılanların çoğunluğu rejimin gerçekten tehlikede olduğuna 'samimiyetle inanıyor' olabilir. İnanmaları için de korkutulmuşlardır...

Kesin olan bir şey varsa, bu mitingler daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok hak, daha büyük sosyal eşitlik için yapılmadı. Kimse 'Kürt sorununa demokratik çözüm istiyoruz, cunta anayasası çöpe atılsın, işkenceciler, cuntaıcılar yargılansın' demedi. Bunlar devlete sahip çıkma mitingleridir.

Oysa sorun özgürlüklere, demokrasiye ve sosyal eşitliğe sahip çıkmakla ilgili olmalıdır...

Askeri ve 12 Eylül kurumlarını göreve çağıranların yaptıkları bu mitingler, sanıldığı gibi, AKP'ye karşı olmaktan çok özgürlüklere, demokratikleşmeye karşıdır. Bu gün politik İslam, milyonları harekete geçiriyor, dün faşizm daha fazlasını harekete geçiriyordu.

Bu karanlıkçı, özgürlük, demokrasi ve halk düşmanı hareketlerin geniş kitleleri harekete geçirmesinin ne anlama geldiği ortada değil mi? Kitlelerin cunta anayasasına ve cuntanın dayattığı kurumlara sahip çıkmaya davet ediliyor oluşu ibret verici değil mi?

"Halkın yanlış yapmasına izin yok!"

Son üç-dört haftada Türkiye'de olup bitenlere şahit olan bir yabancı, Türkiye'deki rejimin niteliği, 'Türk demokrasisi' denilenin ne menem bir şey olduğu, YÖK üniversitelerinin sefaleti, medyanın kepazeliği vb. hakkında fikir sahibi olabilirdi.

Genelkurmay Başkanı'nın apoletli medya önündeki konuşması, Cumhurbaşkanı'nın halka kışladan seslenmesi, 12 yaşında bedeni kurşunlarla delik deşik edilen Uğur Kaymaz davasında katillerin beraat ettirilmesi, bir siyasi parti değil, devlet aygıtının bir bileşeni olan ve tarihsel misyonu demokrasinin ve özgürlüklerin önünü kesmek olan CHP'nin hummalı çalışmaları, Cumhuriyet Mitingleri, gece yarısı e-muhtırasının ardından Anayasa Mahkemesi'nin "hukuka aykırı; ama memleketin yararına" kararı ve cumhurbaşkanlığı seçiminin engellenmesi, Türk demokrasisi denilenin nasıl bir sirk oyunu olduğunu göstermiyor mu?..

Boşuna vatan elden gidiyor, 'din elden gidiyor', laiklik elden gidiyor denmiyor. Kitlelerin sürece dahil olmasını engellemek üzere korkutulması esas. Bu yüzden 84 yıldır hep bir şeyler elden gidiyordu ... 'Memleketin sahipleri' halk için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt ediyor, neyin, ne zaman lazım olduğuna da karar veriyor ve gereğini yapıyor.

Bu yüzden bizde gerçek anlamda ne parlamento oldu ne de siyasi partiler... Söz konusu olan tam bir 'kışla demokrasisiydi', velhasıl kitleleri oyalamaya yarayan sefil bir sirk oyunu...

Bu kepazelik, kışla bilinci taşıyan akademi taifesi, resmî ideolojinin rahle-i tedrisinden geçtiği için düşünme yetisi dumura uğramış 'aydınlar' [doğrusu diplomalılar] ve sefil halleri anlatmakla bitmez medya [hür basın diyorlar] tarafından meşrulaştırılıp/kabullendirildi, sürecin tartışılması ve anlaşılması engellendi...

Öyleyse sorun nedir? Sorun, 'memleketin sahiplerinin' ayrıcalıklarının, dokunulmazlıklarının ve statülerinin korunması, bu amaçla da kitlelerin sürece müdahil olmasının engellenmesiyle ilgilidir, laiklikle değil...