Derrida'nın Cogito özel sayısındaki söyleşisinde vurguladığı üzere, söze, örneğin "11 Eylül..." diye başlamak, bir yerden alıntı yapmaktır. Alıntı yapmak veya göndermede bulunmak. Belirlenmiş bir zemin üzerinden, bir mantık ve paradigma içinden, ondan hareketle konuşmaktır. "Kürt sorunu" söz grubu da bu mantığın içinden okunabilir.
Adı konulmamış denilen sorun, aslında, Cumhuriyet'in ilk yıllarında beliren bir eğilimin, Türk milliyetçiliğinin şovenist bir vurguyla kendini göstermesinden itibaren Kürtlerde biriken negatif enerjinin birileri tarafından açığa çıkarılması biçiminde tanımlanabilir mi, bilmiyorum; lakin Kürt milliyetçiliğinin de (şovenist eğilimler taşıyanının) bir kanser uru olduğu kesin. Kendisini ırkı üzerinden tanımlayan, konumlandıran, ifade eden ve buradan hareketle var kılarak politik, estetik veya düşünsel çabalarını bu temel üzerinde gerçekleştiren herkeste şovenist milliyetçiliğe ve onun başta Kürtler olmak üzere diğer 'etnik topluluk'ları yok sayan, aşağılayan tutumuna karşı bir tepki söz konusudur. Kendini reaksiyoner terimlerle ifade etmek patolojiktir. Kürtlerin etnik gerçekliğinin yok sayıldığı, aşağılandığı veya başkalarınca tanımlandığı bir gerçektir. Bu ne kadar patolojikse, Kürt milliyetçiliği de o ölçüde sorunludur.
Müslümanlar için acı tablo
Müslümanlar açısından durum daha travmatik sonuçlar içerir. Müslümanlığı yeterli bir kimlik olarak görmeyip, etnik kimliğini onun üzerine çıkaranlar, her şeyden önce Müslümanlığın doğasıyla bağdaşmaz bir tutum içerisindedirler. Zira, bir Müslüman açısından en büyük, geniş ve yeterli kimlik, bizzat İslam olmaktır. Etnik, mesleki vs. kimlikler bunun altında, tali veya ona göre önemsiz kimliklerdir. Belirleyici olmadıkları gibi, değerleyici bile olamazlar. Aksi bir görüş veya tutum, şovenizme doğru yelken açmaktır. İslam'ın, Kürt veya Çerkez (Laz vs.) kimliğinin asimilasyonunda bir araç olarak kullanıldığından hareketle, milliyetçilik sorununa bakan Müslümanların kendi öğretileriyle çeliştikleri aşikârdır. İslam, kimliğin kendisini değil, bir referans zemini olması fikrini asimile eder. Etnik kimlik neden suç olsun veya bir insanın ırkı niçin aşağılanma, hor görülme, yaşadığı ülkenin nimetlerinden adilce istifade etmek bakımından bir nakısa teşkil etsin? Cumhuriyet'i kuranlar 'Türk' kimliğinin hem etnik hem de dinî bir kimliğin bileşiminden oluştuğu tezinden hareket ettilerse bu, Fransa'dan esen zehirli milliyetçilik samyellerinden sonra yeniden düşünülmeye, tartışılmaya, tanımlanmaya muhtaç idi, bunu göz ardı etmişlerdir. Eğer etnik bir kimliği vurguluyor, dinî içeriğinden soyunduruyor idilerse, bugün Kürt milliyetçiliği olarak bize dönen bu ağır hatayı bizzat kendileri yapmış veya kurgulamışlardı.
Ezcümle, bir Amerikan projesi olduğu söylenen ve buna ilişkin verilerin olduğu PKK türü örgütlenmeler eğer, Kürt kimliğinin özgür, adil ve demokrat bir zeminde tanınması, bu topraklarda yaşayan diğer ırktan insanlar gibi/kadar haklara sahip olmasını istiyorlarsa, bu taleplerin oluşumunda Cumhuriyet'in ilk yıllarında resmî ideolojiyi dinden arınmış bir etnik kimlik milliyetçilik zeminine oturtanlar bu sorunun cevabını vermek zorundadırlar. "Kürt sorunu"nu, pek çok şeyden olduğu gibi, örneğin Kürtlerin ünlü dengbeji, müezzin, hafız ve "Şark Bülbülü" Diyarbakırlı Celal Güzelses üzerinden okumak da mümkün. "Ber Çem Ber Çem Diçume"yi "Esmerim Biçim Biçim" şeklinde dinlemek isteyenler onu sadece 'Şark Bülbülü' olarak bilirler; lakin Diyarbakırlı Celal Güzelses, aynı zamanda, kendi dilinde türkü/şarkı söyle(ye)meyen hüzünlü bir figürdür. En önce Kürtlerin büyük dengbejlerindendir, Diyarbakır'ın Ulucamii'nin duvarlarını davudi sesiyle okuduğu ezan, kamet ve aşirlerle çınlatan müezzinidir.
İsmet İnönü'nün, 'Vazifemiz bu vatan içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır.' sözünde ifadesini bulan Kemalist milliyetçilik, 'Türk'ü, Selçuk ve Osmanlı tecrübesindeki gibi 'Müslüman' kimliğiyle özdeş algılıyor olsaydı, Kürtler, bugün pozitivizm, Zerdüştilik, ateizm, liberalizm, şovenizm ve Marksizm karışımı şizofrenik bir bulamacı 'Kürt halkının kurtuluş ve esenliğinin ideolojik reçetesi' diye önümüze getiren bir örgütün bayraklarını açmazdı. Diyarbakırlı Celal Güzelses de hem Kürtçe hem Türkçe söyleyebilirdi yöresinin türkülerini. Boşnak kimliğinde olduğu gibi dinî ve etnik kimliğin özdeş olduğu bir 'Türk' tanımı için zihinsel zemin artık büyük oranda elverişsiz durumdadır. Derdim bunları tartışmak değil aslında. Sesi hâlâ hoş bir sada halinde kubbede yankılanan merhum Celal Güzelses'i anmak, onun hicranlı bir sesle yorumladığı türküleri tekrar dinlemek, 'Diyarbakır etrafında bağlar var'ındaki hüznün, bugün şehrin yoksulluğunu ve maruz kaldığı eziyeti hatırlamak...Bunu yaparken de, TBMM'ye 'bağımsız' kanaldan giren partinin ima ettiği sosyolojik gerçekliği konuşmak...
Şovenizmi aşmak için
Bizim tarihî mirasımız, Yalçın Koç'un 'Anadolu mayası' dediği cevherle karılmıştır. Hangi ırktan olursa olsun, bu maya ile mayalananlar, Nasrettin Hoca gibi bindiği dalı, yani diğer 'kimlik'lerini ve rasyonel yetiyi terk etmiş, zemine düşmüş ve bu irfani zeminde bir yola koyularak, birlikte, o yolu yürümüşlerdir. Bugün bu 'maya' tehlike ve tehditlerle yüz yüzedir. Diyarbakırlı Celal, hem Türkçe hem de Kürtçe söyleyebilmiş olsaydı, onu "Şark Bülbülü" olarak isimlendirenler, Şark'ta, kahir ekseriyetle adına Kürt denen bir topluluğun yaşadığını, onların bir dili, bir tarihi, edebiyatı, dengbejleri, destanları, Mem İle Zin'leri, Mele Cezeri'leri, Ahmed-i Hani'leri olduğunu bilseler, kabul etseler, onların da Anadolu mayası ile mayalanmış olduklarını görseler, bu mayanın kültür olmadığını, onu da etkileyen ve kuşatan daha derin, zengin, geniş ve kozmik bir öğreti olduğunu düşünselerdi, kendi dilini konuşmaktan, o dilde düşünmekten, yazmaktan ve okumaktan, şarkı söylemekten daha normal, olağan ve hakça bir şey olmadığını akletselerdi bugün bu sorun bir kansere dönüşmezdi. Bediüzzaman, yaklaşık 90 yıl önce Van'da bir medrese önermişti. Arapça, Türkçe, Kürtçe ve Farsça öğretimin yapılacağı, dinî ve pozitif bilimlerin bir arada okutulacağı bir akademya. Celal Güzelses'ten Kürtçe türküleri Türkçeleştirerek derleyen Muzaffer Sarısözen, Bediüzzaman'a kulak verseydi bugün bu ağır fatura önümüze gelmezdi.
Ben 'Hele Yar'ı Türkçe de Kürtçe de dinlemek istiyorum. Bunu yasaksavar gibi veya AB istiyor diye değil, Mele Ahmed-i Hani Hazretleri'nin torunlarıyla, Mele Cezeri'nin soyuyla aynı mayadan olduğum, Horasan erenlerinin çaldığı mayadan olduğum için, bunun son derece olağan olduğunu düşündüğüm için istiyorum. Meclis'e gelen bağımsızlar da lanetledikleri şovenist Türk milliyetçiliğinin Kürt versiyonunu üretmek yerine, bu sorunu, adalet, insaf, vicdan ve bu 'maya' içerisinden okur ve dile getirirlerse ülkemiz için hayırlı olacaktır.
Kaynak: Zaman