Türkiye’nin, 32 yıl sonra da olsa, bir darbe liderinden mahkeme önünde hesap sorma noktasına gelmiş olması elbette küçümsenemez. Ama demokrasi diyorsanız, hukuk devleti diyorsanız, Kürt sorunu ve barışçı çözüm yolu diyorsanız, daha yapacak çok işimiz var.
Yıl 1980, 12 Eylül.  Darbe!  Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiyim.
Parlamento kapatılmış, liderler hapis, siyasi partilerin kapılarına mühür vurulmuş... Her taraftan gelen irkiltici insan avı haberleri...
Her gece yatmadan önce günlüğümün başına oturuyorum.
“Pazar, 14 Eylül 1980.
Yorgunluk, uykusuzluk, gerilim... İçimde gitgide büyüyen, dal budak saran sıkıntı...
Belki de yazamamaktan kaynaklanıyor. Birçok siyasetçi için olduğu gibi bizim mesleğin de işlevi kalmadı gibi.
Not tutmaya hız vermeli.
Basınımız Atatürkçülük adına havaya girmiş durumda:
12 Eylül’e tam destek!
12 Eylül öncesi parlamenter düzenin laçkalığı üzerine her gün sayfalar dolusu yorum...
‘Demokrasiye dönüş’ güvencesine de sarılıp ‘12 Eylül düzeni’ gerekçelenmek isteniyor. 12 Eylül’ün çizmek istediği yeni anayasal düzenin demokrasi ile bağlantısı bugünden nasıl kurulabiliyor, anlamak güç...
12 Eylül öncesi sistemin laçkalaştığı, felç olduğu inkâr edilemezdi. Ama bir askeri müdahaleyi en azından ilke olarak içime sindiremiyorum.
Acaba bu, bir sivil olarak, bir yenilmişlik duygusundan mı kaynaklanıyor?..
Demokrasiyi neden bir türlü başaramıyorduk?..” (*)
32 yıl geçmiş.
12 Eylül darbesinden bu yana geçen 32 yılda ‘demokrasi’yi başarabildik mi? Ya da ne kadar başarabildik?
Bir sivil olarak ben 32 yıl sonra bu ‘yenilmişlik duygusu’ndan ne kadar kurtulabildim?
Elbette mesafe alındı.
Bu kadar yıl sonra nihayet 12 Eylül darbecilerinden mahkeme önünde hesap sorabilecek noktaya geldik.
Ama buna rağmen demokrasiye ilişkin sorular geçerliğini korumaya devam ediyor.
Benim 32 yıl önce, 12 Eylül’ün hemen ertesinde günlüğüme düştüğüm o ‘yenilmişlik duygusu’ndan da tam kurtulabildiğimi söyleyemiyorum.
Çünkü, hâlâ 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulabilmiş değiliz.
Hâlâ siviller olarak el ele verip demokratik bir anayasa yapabilmiş değiliz.
Hâlâ siviller olarak Kürt sorununa dokunan bir anayasa olmaksızın Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin yerli yerine oturamayacağını doğru dürüst anlayabilmiş değiliz.
Hâlâ siviller olarak ifade özgürlüğünün kolunu kanadını kıran ve kökleri 12 Eylül dönemine giden yasaları değiştirebilmiş değiliz.
Ve ne yazık ki hâlâ KCK operasyonları ile Kürt sorununda barış yolu açılacağını sanan ‘sivil siyaset güçleri’ iktidarda...
Evet, Taraf’ın manşeti güzel:
“Sanık Kenan Evren, ayağa kalk!”
Türkiye’nin, 32 yıl sonra da olsa, bir darbe liderinden mahkeme önünde hesap sorma noktasına gelmiş olması hiç kuşkusuz küçümsenemez.
Özel Yetkili Ankara Savcısı Kemal Çetin tarafından hazırlanan 12 Eylül darbe iddianamesi, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
İyi güzel.
Darbeciler en nihayet bizim memlekette de yargılanacak.
Ama demokrasi diyorsanız, hukuk devleti diyorsanız, ifade özgürlüğü diyorsanız, Kürt sorunu ve barışçı çözüm yolu diyorsanız, daha yapacak çok işimiz var.
_______________________
* Hasan Cemal, Tank Sesiyle Uyanmak.

Kaynak: Milliyet