Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün 28 Şubat sürecinde askerin elinin
siyasete değmesiyle AK Parti'nin 2002 seçimlerindeki oy desteğinin tepkisel olarak arttığı saptamasında bulunduğunu, 26 Aralık'taki Radikal'de tahlil etmiştik. Özkök bu tahlilin üzerine kurulduğu değerlendirmesinde (25 Aralık 2008, Radikal) Türk siyasi edebiyatına geçecek "yolun astfaltlanması" deyimini kullanıyordu.
Yolu açan 28 Şubat olmamıştı yani. O yol, yani AK Parti'nin birinci parti olma potansiyeli vardı; ama 2002 seçimlerinde 28 Şubat sürecinin Tayyip Erdoğan ve hareketini 'mağdur ve mazlum' hale getirmesi 'astfaltlama' etkisine yol açmış, parti daha hızlı yol alabilmiş, yükselebilmişti.
Özkök, işte bu nedenle 28 Şubat'tan askerin alenen siyasete müdahalesinin siyasi dengelerde ters teptiği dersini çıkardığını söylemiş oluyordu.
Özkök, 28 Şubat'tan bu dersi çıkarmış ve ne yapmıştı? Sonucu ne olmuştu? Yine kendi sözlerinden okuyoruz: "Ettiğim yemine sadık kalarak siyaseti TSK' ya sokmamaya gayret ettim. Kanunların yapmamamı söylediklerini yapmadım, ama yap dediklerini hakkıyla yapmaya çalıştım.
Ne yaman ironidir ki hükümetle alenen kavga etmediğim için benimle kavga edenler, demokrat olduğum için kınayanlar oldu. Koruma kollama görevimi kapalı kapılar ardında saygın bir şekilde tartışıp, bu görevi, muhataplarımı ikna yoluyla gerçekleştirmemden memnun kalmayanlar oldu."
Bu sözlerin meali şöyle: Özkök, Genelkurmay Başkanlığı'nı aldıktan kısa süre sonra yapılan seçimlerde AK Parti yüzde 34 oyla tek başına hükü-met, CHP de yüzde 20 oyla tek başına muhalefet oldu. Özkök, dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun 2002 Ağustos Yüsek Askeri Şûrası'nda ani bir manevrayla Edip Başer'i emekli edip, Aytaç Yalman ve onun 27 Mayıs 1960'ın Harbiye son sınıfından arkadaşı (bugün Ergenekon davası tutuklusu) Şener Eruygur'un önünü açmasıyla tam olarak kontrolde zorlandığı bir komuta kademesiyle çalışmaya başladı.
AK Parti iktidara gelir gelmez, TSK bünyesindeki gruplaşmalar, daha bir önceki sene Ecevit'i hükümetten uzaklaştırmak için yapılan çalışmaları (31 Ekim 2001, Radikal) bir üst boyutta (Tayyip Erdoğan henüz yasaklı olduğu için) Abdullah Gül hükümetine karşı uygulamaya koymak istediler.
Özkök buna izin vermedi. İzin vermeyince -ki bu ABD'nin Irak taleplerinin reddedildiği 1 Mart tezkeresi günlerine ve ilk Kıbrıs görüşmelerine denk geliyor- Özkök aleyhine (ilk olarak Mayıs başında ABD'de Paul Wolfowitz tarafından tetiklenen) müthiş bir yıpratma kampanyası açıldı. Kampanya 'Genç subaylar rahatsız' yayınıyla (23 Mayıs 2003, Cumhuriyet) doruğa çıkınca Özkök 26 Mayıs'ta meşhur 'Demokrat olmak suç mu?' basın toplantısını yaptı. Ankara'da birileri Vaşington'daki birilerine 'Sizin asıl adamınız biziz' mesajını, medyada ters bir köşeden vermek istiyordu belki de. Ama işler Irak'taki sürat nedeniyle farklı gelişti ve 4 Temmuz Süleymaniye felaketi bir 'iç temizliği' gerekli kıldı. (20 Şubat 2007, Radikal) Özkök 2003 Ağustos'undaki YAŞ ardından ipleri ele geçirmeye başladı. Bu süreç kolay olmadı. Özkök, bir ara "sağlık nedenleriyle" yeneğini evinden getirme tedbirliliğini gösterdi. (13 Temmuz 2008, Radikal)
Özkök'ün kendi çizgisini hâkim kılmasında ve 28 Şubat derslerini hayata geçirip siyasete aleni müdahale etmemesinde kendisine en yakın destek olan iki komutan, dönemin (önce 1'inci Ordu daha sonra) Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve dönemin (önce Genelkurmay İkinci Başkanı, sonra) 1'inci Ordu Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ olmuştu. (Bu süreçte, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, kendisine atfedilen ve 'günlük' adı' verilen metinler nedeniyle müdahale yanlısı ekip içinde sayıldı. Elimde hiçbir kanıt olmadan ama farklı bir bakışla ilk defa söylüyorum ki, ileride Örnek farklı rolüyle gündeme gelebilir, bugün onu suçlayanlar mahçup olabilir.)
Şimdi sorularımıza başlayabiliriz:
Özkök, 28 Şubat'tan çıkardığı asker-siyaset derslerini yakın destekçileri ve astları Büyükanıt ve Başbuğ ile paylaşmadı mı? Paylaşıysa, 27 Nisan 2007'de Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığına CHP yasal yollardan itirazını Anayasa Mahkemesi'ne yaptıktan birkaç saat sonra e-muhtıra diye anılan
o açıklama neden yapıldı? O açıklamanın 1- Siyasi muhalefetin gücünü zayıflatacağı, 2- Hükmetin mağdur ve mazlum konuma geçerek rest çekmesine, 3- Erken seçim ilan etmesine yol açacağı, 4- İşin ters teperek 'Dindar cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar' propagandasıyla AK Parti'nin bir kez daha "yolunun asfaltlanmasıyla" sonuçlanacağı kestirilemedi mi?
Kestirildi ise Büyükanıt akşam saatlerinde Genelkurmay karargâhında generaller toplantısıyla başlayıp gece yarısına doğru Komutanlık Konutu'nda sonuçlanan yazım süreci sonunda hangi etkenleri değerlendirip imzasını koydu e-muhtıraya? Ertesi gün, 28 Nisan'da Cemil Çiçek tarafından okunan hükümetin karşı muhtırası ile Büyükanıt'ın 4 Mayıs'ta Dolmabahçe'de Erdoğan'ın davetiyle gerçekleşen toplantısı arasında neler oldu? Bunları bilmiyoruz. Ama bildiğimiz, 28 Şubat'tan Özkök'ün çıkardığı dersin 27 Nisan'da uygulanmaması, hem askere itibar getirmemiş, hem AK Parti'ye oy getirmiştir. 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde AK Parti genel merkezinde yapılan yüzde 42-43 oranını aşıp 47'ye dayanan destek gelmiş, üstelik Gül MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 'Bu oyunda yokuz' diyen desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
AK Parti'nin, Özkök'ün deyimiyle ilk kez 28 Şubat'ta "asfaltlanan yolu", 27 Nisan'da bir kez daha asfaltlandığı söylenebilir.
Radikal