Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı 18 Mart 1877'de (soldaki çizim) çalışmalarına başlamıştı. İlk Meclis'in üyeleri vilayet, liva ve kazaların idare meclisi üyeleri arasından seçilmişti. Bir süre sonra kapatılan Meclis, İkinci Meşrutiyet döneminde tekrar açılacaktır. Sağdaki çizim ve fotoğraf İkinci Meşrutiyet dönemini başlatan Meclis'in açılını gösteriyor; açılışa Sultan 2. Abdülhamid de iştirak etmişti.
Türkiye değişim sancısı yaşıyor.. Ancak bu bugünün sorunu değil. Sancı birbuçuk asırlık. Önce tanzimatla bürokratik devlet inşa edilerek idare anlayışı denendi. 1840'ta keyfi hareket etmeleri ve halka verdikleri eziyet sebebiyle herkesin yaka silktiği mültezimlik kaldırılıp muhassıllık meclisleri kuruldu. Verginin tek elden ve adil şekilde toplanması için alınmıştı bu karar.
Merkezden atanan muhassılın başkanlığında vilayet halkından seçilecek kişilerden oluşuyordu meclisler. Ama eski alışkanlıklar nüksedince sistem işlevini yitirdi. Bunun üzerine 1849'da eyalet temelli yaklaşım benimsendi. Eyalet meclisleri kuruldu. Vali, kaymakam ve mal müdürlerinin görevleri yeniden belirlendi. Ama bu da yürümedi.
Mahalli hükümet
Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa 'ne yapmalı' sorusunun cevabını araştırmak
için Ahmed Cevdet Paşa, Ahmed Vefik Paşa gibi ehliyetli kişileri vilayetlere gönderip onların teşhisine baktığında gördüğü 'meselenin temelinde vasıfsız idareci tayini'nin olduğu, valilerin insiyatif kullanarak mahallinde halledebilecekleri işleri İstanbul'a havale etmek suretiyle halkı mağdur ettikleri'ydi.
Mithat Paşa'nın yıldızı işte o günlerde parladı. Niş Valisi'ydi Mithat Paşa. Yol yapımından yoksulların himayesine, çocuk suçlular için ıslahhaneler açılmasından halk arasındaki ihtilafları çözmekle görevli uzlaştırma heyetleri teşkiline kadar bir dizi başarılı işi merkeze danışmaya gerek görmeksizin yapmıştı. Ancak Fuat Paşa'nın esas ilgisini çeken Mithat Paşa'nın kurduğu 'Mahalli Hükümet' oldu. Başarılı bulunan bütün uygulamalar için yerel halkın ileri gelenlerinden oluşturup 'Mahalli Hükümet' dediği encümenin kararıyla gerçekleştirmişti paşa...
İstanbul'a anlattı
Mithat Paşa İstanbul'a çağrıldı. Mahalli hükümet uygulamasını ayrıntılarıyla anlatması istendi. Meclis-i Vükela üyelerine danışıldı ve 1864'te Vilayet Nizamnamesi'nin Niş tecrübesi ışığında yenilenmesine karar verildi.
Ancak ihtiyatı elden bırakmak istemiyordu Fuad Paşa. Onun için Niş, Vidin ve Silistre birleştirilip Tuna Vilayeti adıyla yeni bir vilayet oluşturuldu ve vali olarak Mithat Paşa atandı. İstanbul'daki müzakerelerde Mithat Paşa nizamnamenin hazırlanmasına katkıda bulunmuş ve yeni düzenlemenin meşrutiyet denemesi sayılabilecek Vilayet Meclisi'ni öngörmesini şart koşmuştu. Fuad Paşa nizamnameye bu meclisin dahil edilmesini kabul ederken 'Birkaç sene deneyip sonucu görelim, memnun kalırsak nizamnameyi diğer vilayetlere teşmil ederiz' demişti. Mithat Paşa yeni vilayetin merkezi Rusçuk'a gelince ilk yaptığı iş meclis seçimi oldu.
Düzenleme ve sonuçlarıyla ilgili olarak 5 Ekim 1867'de Meclis-i Vala tarafından Padişah'ı bilgilendirmek amacıyla hazırlanan mazbatada ülkenin sürüklendiği karışıklık, ayyuka çıkan yolsuzluk tablosu ve içine düşülen olumsuz durum anlatıldıktan sonra Tanzimatla bir miktar ilerleme kayd edildiği Vilayet Nizamnamesi'nin bu sürecin devamı niteliğinde görülmesi gerektiği ifade edilmekteydi. Anadolu ve Rumeli'nin on iki vilayete ayrıldığı kaydedilen mazbataya göre ilk uygulama Tuna'da başlatılmakla birlikte, zaman içinde yeni idare anlayışına uygun nizamname sırasıyla Bosna, Edirne, Halep, Suriye, Trablusgarb ve Erzurum vilayetlerine teşmil edilecekti.
Meşrutiyet yolu
Sonuçta bu sürecin başarılı netice verdiği görüldü ve meşrutiyete giden yol açıldı..
18 Mart 1877'de çalışmalarına başlayan ilk Meclis-i Mebusan'ın üyeleri, vilayet, liva ve kazaların idare meclisleri üyeleri arasından seçildi.
İlk seçimde adaylık için 25 yaştan gün almış olmak, az da olsa emlak sahibi olmak şartı konmuştu. Tunus, Mısır, Romanya, Sırbistan Karadağ, Sisam, Umman ve Necid dışında her vilayet belirlenen sayıda mebus seçerek İstanbul'a gönderdi. 69 üyesi Müslüman, 46 üyesi gayrimüslim olmak üzere 115 üyeden oluşan ilk Meclis-i Mebusan'ın başlıca özelliği, imparatorluk içine yayılmış Türk, Arap, Kürt, Laz, Ulah, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi v.b. çeşitli etnik gruplara mensup üyelerden müteşekkil olmasıydı. 18 Mart'ta açılan meclis 28 Haziran 1877'de tatile girdi.
Dönemin gazetelerinde seçimlerin vilayetlerde halkın coşkun katılımıyla yapıldığı, milletvekillerinin İstanbul'a büyük merasimlerle uğurlandığının yer aldığını da kaydedeyim...
Çerçeve
İmar ve yıkım
İmar faaliyeti denildiğinde herkesin yüreğinin 'cızz' etmesi boşuna değil...
Sadece İstanbul'da değil pek çok şehirde belediyelerin imardan anladığı tarih katli... Bugüne kadar yok olan cami, türbe, çeşme, kervansaray, kütüphane ve mezarlığın haddi hesabı yok... Taksim'i imar ediyorum diyerek kazma küreğe sarılan ve bugün 'Gezi Parkı' dediğimiz yeşil alanı ortaya çıkaran rahmetli Lütfü Kırdar yıllar sonra 'İyi olmadı, pişmanım' dediğinde tarihi Topçu Kışlası yok olmuştu...
İstanbul Kültür Tarihi Araştırmaları Merkezi Başkanı, kültür tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu ve arkadaşlarının mütevazi katkılarla gerçekleştirdiği çalışmalardan
daha önce de söz ettim... Merkezin gerçekleştirdiği çalışmaların sonuncusu İstanbul'un ilk sanayi semti Semt-i Meşhur diye anılan Tophane'nin geçen asırda özellikle de 1935-1960 yılları arasında nasıl bir yıkıma uğradığını belgeliyor... Göncüoğlu'nun İstanbul üzerine tamamlanmış başkaca çalışmaları da olduğunu ancak bunları yayınlamak için gerekli maddi
desteği bulamadığını da biliyorum.
Çerçeve
Falih Rıfkı'dan...
'Varmak korkusu!..' ya da 'Milletler de rötar yapar'
Her fırsatta Falih Rıfkı Atay, Refik Halid, İsmail Habib Sevük ve onlarla çağdaş birkaç yazarı okurum. Kimi eserleri yıllar içinde müteaddid kereler okumuşluğum vardır. Dili maharetle kullanan kalemlerdi bunlar. Listeme son dönemden eklediğim isimler de var elbette. Yaşar Kemal, Selim İleri gibi. İletişim Fakültesi'nde ders verdiğim günlerde öğrencilere Yaşar Kemal'in 'Bir Bulut Kaynıyor' ve 'Bu Diyar Baştan Başa'sıyla Sevük'ün Tuna'dan 'Batıya' ve 'Yurttan Yazılar'ını ders niyetine okuyabileceklerini söylemiştim.
Falih Rıfkı o meram ustalarından biri... Yıllar önce Varlık Yayınevi'nin bastığı 'Niçin Kurtulmamak'ına göz atarken 'Varmak korkusu'ndan söz ettiği satırlara takıldı gözüm... Bugün yaşadığımız değişim korkusu sebebiyle aktarmak istedim onun gözlemini...
"Eskiden Boğaziçi'nde bir dilenci postası vardı. Onun köprüye ne zaman varacağı düşünülmezdi bile. Anadolu Kavağı, Rumeli Kavağı, Beykoz, Yeniköy, Kanlıca, Bebek... Bir Asya bir Avrupa yakasına uğrar, çaprazlama bir sefer tuttururdu. Bizim medeniyet yolculuğu hikayesinde bu dilenci postası bir sembol hizmeti görebilir. Acaba biz varmaktan mı korkuyoruz dersiniz? Evet içimizde bu korku var... 'Ya Avrupalı oluverirsek ne yaparız?' Kayboluveririz, kalabalığın içinde eriyiveririz gibi mi geliyor bize? Olabilir... Bugünlerde Denizyolları postalarında pabuç ve çorap çıkarmayı yasak ettiler. Bunun rahata alışık olanlar için Denizyolları'nı milli olmaktan çıkarmasına şaşmamak lazım.
'Canım biraz da adetlerimize uymalıyız' ya da 'Yavaş efendim yavaş... Marsilya'dan Napoli'ye Frenk yolcusu taşımıyoruz ya...
Yine ben Ankara'nın ilk kuruluş günlerinde asfaltlı yol düşmanlığını görmüşümdür. Bir çok kimseler tam bir Avrupa şehrine benzedi mi artık burada biz tutunamayız gibi itiraf edemedikleri, tahlil de edemeyecekleri bir vehme yakalanmışlardı. Rötar dediğimiz sadece vapura trene mahsus değil... Milletler de rötar yapar... Aletin rötarı saatlikse milletin rötarı asırlık olur haliyle..."
Kaynak: Radikal