Türk demokrasisinin kökleşmesi açısından bakıldığında, başlarını örten dindar kadınları, etnik ve dinÎ azınlıkları, fakirleri ve ülkenin Doğu vilayetlerinde yaşayanları vatandaşlık haklarından daha iyi istifade eder hale getirmek, ülkenin tamamı için insan haklarının korunma düzeyini genel olarak iyileştirmek gerekmektedir.

Bu tür bir demokratikleşme programı, onlarca yıldan bu yana ülkeyi laiklik adı altında uygulamada sıkıcı ve anti-demokratik bir tarzda yönetmiş olanları gücendirse de, 22 Temmuz seçimlerinin de gösterdiği gibi, ezici bir çoğunluk tarafından aşırı derecede kabul görmüştür. Abdullah Gül'ün, ordunun ve CHP'nin kararlı muhalefetine rağmen cumhurbaşkanlığına seçilmesi, bu sürecin sembolik bir zirvesidir. Bu siyasi gelişmeler ne laikliğin ölümü ne de siyasal İslâm'ın yükselişi olarak anlaşılmamalıdır. Aksine, bu gelişmeler, cumhuriyetin Kemal Atatürk tarafından tayin edilmiş olan prensiplerine karşı tam bir saygıyı muhafaza ederken toplumun tamamına ulaşan daha kapsayıcı bir laikliğin ümit verici zaferini temsil eder.

Türkiye'de demokrasiyi kökleştirme ve yaygınlaştırmaya yönelik bu hareketler engellerle karşılaşmaya devam ediyor. Eski seçkinci laikliğin taraftarları Türk devletinin kontrolünü yeniden ele geçirme mücadelelerinden ve gücü ellerinde tutmak için demokratik prensipleri kurban etmeye hazır olduklarını gösteren en aşırı görüşleri dile getirmekten vazgeçmiş değiller. Türk Silahlı Kuvvetleri de etkili bir güç olmaya devam ediyor. Daha önce, Nisan 2007'de hükümete karşı darbe yapma tehdidinde bulunmuş ve temmuz seçimlerinin akabinde de uyarılar yayınlamışlardı. Aynı şekilde, Türk ordusunun Kuzey Irak'taki PKK'ya yönelik muhtelif sınır ötesi operasyonlar yaparak kendi otonomisini yeniden elde etmesi gibi başka tehlikeler de mevcuttur. Halen geniş Kürt azınlığı ile bir uzlaşma sağlanabilmiş değil ve kolay kolay da sağlanamayacak. Fakir ve işsizlerin durumlarında iyileşmenin sağlanması da büyük oranda çözülemeyen bir mesele olarak duruyor. Türkiye'nin Ermenilerin şikâyetlerine karşılık vermeyi reddetmeye devam etmesinden kaynaklanan propaganda hükümetin uluslararası şöhretine zarar veriyor ve yakın bir zamanda değişmesi ihtimali yok. Kıbrıs'ın geleceği ile ilgili ihtilafın çözülmeyişi Türkiye tarafının bir kabahati gibi duruyor ve bu, Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili BM planının takip edilmesi konusundaki istekliliğine rağmen böyle. Rahatsız edici olan şey, tarafların bir çözüm bulmadaki başarısızlıkları nedeniyle, Yunanistan'ın veya Kıbrıslı Rumların değil, Türkiye'nin AB tarafından haksız bir şekilde cezalandırılıyor olması. Aynı şekilde, Türkiye'nin demokratikleşme ve ekonomik başarı için yaptıklarının ne kadar başarılı olduğuna bakılmaksızın, mevcut görünümden öyle anlaşılıyor ki Avrupa'da yükselen İslâmofobi nedeniyle AB üyeliği tamamen bloke edilmiş durumda. Ve son olarak, Türkiye'nin ekonomik başarısı kaçınılmaz olarak globalleşmenin dinamiklerine bağlanmış durumdadır ve bir noktada dünya ekonomisindeki ülke içinde istikrarsızlığa sebep olabilecek daha geniş çaplı gelişmelere karşı kırılgan hale gelebilir. Yeni bir anayasa taslağı hazırlanması üzerinde sürmekte olan tartışmalar seçilmiş olan yöneticilerin ülkeyi demokratikleşme istikametinde götürüp götüremeyecekleri veya hangi hızda gidebilecekleri konusunda önemli bir test olacak gibi görünüyor.

Bütün bu genel tartışmalardan çıkarılması gereken bir dizi sonuç var. İlki ve en önemlisi, demokrasi ihraç etme teşebbüslerinin özellikle de askerÎ müdahaleler vasıtasıyla olduğunda maliyetli başarısızlıklara yol açmasıdır. 2003'ten bu yana Irak'ta gelişen durum, dışarıdan gelme bir demokrasinin günümüz dünyasında işlemediğinin açık bir kanıtıdır. Bunun kısmi izahı, demokrasi desteğinin, samimi de olsa, genellikle müdahale eden devletin stratejik hedeflerine eşlik etmesi ve kaçınılmaz olarak ülkenin bağımsızlığı için bir tehdit oluşturmasıdır. İkincisi, ülkenin tarihini, geleneklerini ve güç yapısını dikkate alan ülke içindeki demokratikleşme hareketlerinin, özellikle reformcular müspet ekonomik sonuçlar da alabilirlerse, halkın desteğini kazanacağı ve devleti daha önce idare etmiş olan anti-demokratik güçlerin direnişini etkisiz hale getirmede başarılı olacağıdır. Türkiye'nin son deneyimi demokrasinin iç dinamiklerle kısa bir zaman diliminde nasıl dönüştürücü sonuçlar elde edebileceğini gösteren bir modeldir. Üçüncüsü, Türkiye'deki laikliğin anlamı ve demokrasinin kapsamı üzerindeki mücadele ülke içindeki ve sınırların ötesindeki daha geniş çaplı siyasi ve ekonomik gelişmelere karşı hassas olmaya devam etmektedir ki, bu da kaçınılmaz olarak geleceğin ne getireceği konusunda belirsizliğe yol açmaktadır. Rahatlıkla söylenebilecek olan, yol boyunca pek çok seçenek sunan son derece geniş bir yol olmakla birlikte, Türkiye'nin Ortadoğu'da demokrasiye giden yegâne yolu göstermesidir. Bu açıdan Türkiye'nin son deneyimi, 2004'te yayınlanan, demokrasinin bölge için hayati öneme sahip olduğunu ve ancak içeriden gelebileceğini vurgulayan Arap İnsani Gelişme Raporu'nun önemli mesajını da teyit etmektedir. Rapora göre demokrasinin önündeki en büyük bölgesel engeller ise Filistinlilerin kendi geleceklerini tayin etme haklarının bastırılması ve Irak'taki Amerikan işgalidir.
 
Kaynak: Zaman