Bahar geldi ya Lübnan’a... Hiç solmayan çiçekleri pembe, mor, beyaz daha da bir canlı kapladı ya ortalığı... Akdeniz, Lübnan kıyılarında laciverte kesti ya, savaş tamtamları da çalmaya başladı. 
Her yıl olduğu gibi, bu yıl da Lübnan’ın renkliliğini kıskananlar, o güzelim ülke üzerinde derhal bir ‘Meksika çıkmazı’ oluşturdular; hani bir grup insanın silahlarını birbirine doğrulttuğu, herkesin kendi vurulma riskini hesaplayarak  ilk kurşunu sıkmaya hevesli olmadığı ama yine de silahların indirilmediği ‘Meksika çıkmazı’. 
2006’da aslında İran ve ABD arasında geçen, ama vekâleten İsrail ve Hizbullah arasında yaşanan savaştan beri, bunun bir de ikinci perdesinin olacağını Ortadoğu denilen talihsiz coğrafyayla ilgilenen herkes, her politikacı bir biçimde ifade ediyordu. Bu seneki tamtamları çalmaya İsrail Devlet Başkanı Şimon Perez başladı ve Suriye’nin, Hizbullah’a Scud füzeleri verdiği iddiasını ortaya attı. 
İsrail ’in asıl derdinin, dünyadan gelen ‘Filistin ile görüş’ baskısını hafifletmek olduğunu görmek için âlim olmaya gerek yok. Maksat bir taşla üç beş kuş devirmek. ABD’ye, Hizbullah’ı destekleyen İran’a karşı yaptırımlar uygula demek için bir neden daha olsun; Washington-Suriye yakınlaşmasına çomak sokulsun, Filistin meselesinde çuvallanılırsa dikkatleri başka yöne çekmenin zemini olsun.
Ama elbette bütün bunlar Scud ya da değil Suriye ve İran’ın Hizbullah’a askeri malzeme yardımı yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Her ne kadar Suriyeli ve Lübnanlı yetkililer durumu Irak işgal edilmeden önce Irak’ta kitle imha silahları olduğu yalanına benzetseler de, Ortadoğu diyarında kimin ne halt ettiği kolay kolay anlaşılmaz. Dolayısıyla Hizbullah’ın ‘Elimde Scud yok’ dememesi, Lübnan Başbakanı Said Hariri’nin de haklı olarak ‘İsrail’in de nükleer silahı var’ demesi anlaşılır.
Lübnan hükümeti ya da Hizbullah ne derse desin, Suriye’nin de çok masum olduğuna inanmamak için nedenlerimiz var. Amerikan hükümetine ‘Suriyesiz barış olmayacağını’ hatırlatmak için Şam yönetiminin alttan alta bir şeyleri kaşımadığını bilemiyoruz. Çünkü her ne kadar Washington’la yakınlaşırsa yakınlaşsın, Obama yönetiminin İsrail-Suriye görüşmeleri için bir şey söylemeyip, enerjisini İsrail-Filistin meselesine yöneltmesi sonuçta pek de sevindirici değil çünkü herkes biliyor ki, İsrail ile en son masaya oturan, en fazla kaybeden olacak. 
Bütün bu gelişmeler ve savaş tamtamları elbette Kahire’den de duyuluyor. Araplar arası krizlere müdahil oldukça, iç sorunları boğaz boyuna ulaşmış Mısır’ın önemi vurgulandığından, Mısır bir yandan olası bir savaşta Lübnan ile birlikte duracağını ilan edip, bir yandan da ABD yetkililerine ‘aman savaşa engel olun’ mektupları yazıyor. Bu arada da Hizbullah üyesi olduklarını ve Mısır’da saldırılar planladıklarını iddia ettiği 26 kişiye ağır cezalar yağdırmaktan geri kalmıyor. 
Ürdün Kralı Abdullah, kendisini ziyaret eden ABD Kongresi heyetine “Ortadoğu’da yeni bir savaş an meselesi” gibisinden iç karartıcı şeyler söylerken, Ortadoğu falcıları acaba savaş ne zaman çıkacak iddialarına girişiyor. Her zamanki gibi ABD bütün bunları almaza yatıyor, AB de, ‘Ama biz barış için çaba sarf ediyorduk, cık cık’ açıklaması yapıyor. Hiç de sürpriz olmayacak biçimde, o maviş maviş aksesuarlarıyla dünyanın herhangi bir yerinde, özellikle Ortadoğu’da ‘şirinler çizgi filminin karakterlerine benzemekten öteye geçmeyen BM’nin yetkilileri de ‘Yok canım, sanmıyoruz, olabilir, ama belki..’ diye gevelemeye devam ediyor. Ben de bir yandan son zamanlarda Ortadoğu’daki her soruna doğrudan yapıcı müdahil olan Türkiye’nin bu kriz karşısında merak ediyorum, diğer ayndan da Ortadoğu’da en görkemli, en neşeli, en özüne yakışır 1 Mayıs kutlamalarının Beyrut’ta olduğunu düşünerek Taksim’den Beyrut’a kalbi selamlar yolluyorum. Bir yandan da soruyorum: İyi de bu ‘Meksika açmazında’ neden bütün silahlar aslında o canım Lübnan’a ve onun masum halkına doğru tutuluyor?

 

 Kaynak: Radikal