Yılın son günlerinde manşetler dünyanın aynı şeyleri tekrar tekrar yaşadığına dair ürkütücü bir his veriyordu: Uçakları hedef alan terör planları, Kaide kamplarına saldırılar ve İran'ın, neredeyse 10 yıldır harcanan çabalara rağmen devam eden nükleer programı. 'Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz' derler.
Tarih ilerler ve değişir. Fakat ABD'nin 2009'da Müslüman dünyada karşı karşıya kaldığı sorunlar derin ve inatçıydı. Kendimize İslam'ın modern dünyaya uyum sağlama sürecinin (ki ortaya koyduğu şiddetin çoğunun köklerinde bu yatıyor), Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda geçirdiği uyum sürecinden çok daha az kanlı olduğunu hatırlatabiliriz. Fakat bu durum insanı havalanında güvenlik kontrolü sırasında pek rahatlatmıyor.
Senato istihbarat komitesi başkanı Senatör Dianne Feinstein'ın, Noel bombası sanığı Ömer Faruk Abdülmuttamib'in daha sert politikalarla durdurulmuş olabileceğine dair yorumu çarpıcı: "İnsanları korumak adına, az tepki vermekten ziyade aşırı tepki vermeyi tercih ederim." Gerçekten de, eski başkan yardımcısı Dick Cheney'nin ta 2001'de söylemiş olabileceği birşey değil mi bu?
Önümüzdeki yıl daha iyi anlamaya çalışacağım sorunlardan bazıları şunlar:
Yemen'de yeni bir terör karşıtı savaşa mı başlıyoruz? Yanıt 'evet' gibi görünüyor. Fakat ABD akıllıca davranarak, 2001'de Afganistan'daki modeli izleyip Kaide'ye karşı 'tali' güçleri, yani Yemen hükümetini kullanıyor.
Muharip güç göndermekten çok daha iyi bir fikir bu. Fakat Yemen'in terör karşıtı güçlerine yardım etmek için büyüyen bir Amerikan programı söz konusu ve görünüşe göre, 17 Aralık'ta üç Kaide sığınağına düzenlenen saldırıda Amerikan silahları kullanıldı.
ABD'nin 11 Eylül'den önce, 1990'larda Usame bin Ladin'e karşı yapması gereken tam da buydu. Yemen ikinci bir vekaleten savaşa da sahne oluyor; Suudi ve Yemen güçleri, kuzey sınırındaki İran destekli Huti isyancılara karşı savaşıyor. ABD'nin buradaki mantıklı rotası da yine savaşı diğerlerinin yürütmesine izin vermek olmalı.
İran'ın nükleer programını önleyebilir miyiz? Başkan Barack Obama'nın İran'la temas için belirlediği takvimin 31 Aralık'ta son bulması gerekiyordu. Fakat yönetim, yeni yaptırımlar konusunda muhtemelen mart veya nisanda yapılacak oylamadan önce açık kapı bırakarak bir miktar süre ekliyor. Diplomasinin Tahran'ı durdurma ihtimali zayıf ama diğer her yöntem için de aynısı söylenebilir.
Dolayısıyla yönetim İran'ın yakıt amaçlı uranyumu yurtdışında zenginleştirmesi planı üzerinde uzlaşma sağlanması için Türkiye'nin arabuluculuk çabalarını destekledi; Tahran bunu başta kabul ediyor gibi görünüp sonradan reddetti. Beyaz Saray Senatör John Kerry'nin Tahran'ı ziyaret etme fikrine de onay verdi, fakat rejimin protestocuları öldürdüğü bir sırada Kerry akıllıca davranarak ziyareti şimdilik erteledi. Tahran'da ufukta rejim değişikliği mi var? Geçen haftaki gösteriler bu umudu canlandırdı, fakat yine de böyle düşünmek için erken.
2010'un büyük başarı hikâyesi Irak demokrasisi mi olacak? Birkaç hafta önce Anbar'ı ziyaret edip Ramadi valisinin kalkınma planlarını dinledikten sonra, kendimi Irak'taki zalim hikâyenin mutlu sonla bitip bitemeyeceğini düşünürken buldum. Burası Kaide'nin birkaç yıl önce ilk emirliğini ilan ettiği eyaletti ve şimdi vali bölgedeki iş fırsatları üzerine özel bir Financial Times ekini dağıtıyordu.
Bugünlerde biraraya geldiğim Iraklıların hepsi siyaset konuşmak istiyor: Genel seçim için yapılan anketlerde hangi parti önde gidiyor? İçişleri Bakanı Cevad Bolani veya Başbakan Yardımcısı Adil Abdül Mehdi Başbakan Nuri Maliki'yi koltuğundan edebilir mi? Arap dünyasının başka yerinde bulamayacağınız kadar özgür siyasi tartışma söz konusu. Bağdat ve diğer kentlerde bombalar patlamaya devam etse de bunun gerçek olduğuna inanmak istiyorum.
Şunu biliyorum ki, 2010 Ortadoğu için bir başka iniş-çıkışlı yıl olacak; ABD'nin yurtdışındaki savaşları ve Amerikan karşıtı bombalamalarla geçecek. Eğer tüm bunların arasında olumlu bir işaret varsa, o da Kaide'nin aşırılıkçı ideolojisinin başarısızlığı. Bizden daha çok hata yapan bir düşmanımız var. (30 Aralık 2009)
Kaynak: Radikal