Bu hafta geçmişin korkunç olayları bir kez daha geleceğe dair umutları yok etti. Zira Ermenistan ve Türkiye’nin ortak tarihlerinin yükünden kurtulmak için hâlâ bir yol bulmak zorunda oldukları görüldü.

Ermenilerin 1915 soykırımını andıkları gün olan 24 Nisan’ın hemen öncesinde Ermenistan Türkiye’yle ilişkileri normalleştirmek yönündeki bütün çabaları askıya aldığını açıkladı. “Bize göre normalleşmenin mevcut aşaması miadını doldurmuştur” dedi Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan.

Oysa ilerleme fırsatı son derece yakın görünüyordu. Geçen hafta iki ülke liderleri nükleer zirve için Washington’dayken ABD Başkanı Barack Obama bir miktar faydalı arabuluculuk yapmaya ve liderlere ekimde imzaladıkları mutabakatı hayata geçirmeleri yönünde baskı uygulamaya çalıştı. Öğrendiğim kadarıyla Obama, Beyaz Saray’a mutabakata bağlı kalacağının işaretini veren Sarkisyan’a, “Şimdi çekilirseniz, karşı tarafın da çekilmesine göz yummuş olursunuz” uyarısında bulundu.

ABD Başkanı Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’a da benzer bir telkinde bulunarak, normalleşmenin Türkiye’nin bölgesel güvenlik politikasının parçası mahiyetinde öneminden bahsetti. Sonradan Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na normalleşmeyle ilgili ihtimalleri sorduğumda cesaretlendim. Bakan şunları söylüyordu: “Biz tarihin siyasileştirilmesini istemiyoruz. 1915’e dair hafızaların uzlaşmasını, Ermenilerin acılarının yanında Türklerin 1. Dünya Savaşı’nda çektiği acıların da tanınmasını istiyoruz. Türkiye komşularıyla ‘sıfır sorun’ istiyor. Yanımızda müreffeh bir Ermenistan görmek istiyoruz.” Davutoğlu’nun yorumları bana gayet duyarlı geldi ve şunu düşündüm: Tamam, şimdi Ermenilerle Türklerin meselenin üzerine gidip normalleşmeyi bir gerçeklik haline getirmesinin vaktidir.

Peki ne oldu? Sarkisyan nihayetinde çok fazla beklediğine hükmetti. Normalleşme meselesini ortaya koymakla bile siyasi risk almıştı. Türkiye’nin 1915’i araştırmak için uluslararası bir komisyon kurulması çağrılarına olumlu karşılık verince, Ermeni diyasporasının büyük kısmının küplere binmesine yol açtı. Diyasporadakiler, mevcut hükümetin normal ticaret ve diplomatik ilişkiler uğruna tarihsel olaylarla ilgili pazarlık yapma hakkının olmadığını savunuyordu. Ve Sarkisyan’ın tavizi kendisini Türkiye’yle ilgili hiçbir yere götürmezken, üzerindeki baskı da arttı.

Türkiye’nin komisyonla ilgili uzun yıllara dayanan önerisine ‘evet’ cevabı almış olduğunu düşünebilirdiniz. Fakat Türkler ABD Kongresi’nde soykırımın tanınması yönünde bir tasarının kabul edilmesiyle infiale kapıldı. Washington büyükelçisini kısa süreliğine geri çektiler ve Ermenistan’la normalleşmenin çıkmaza girmesine göz yumdular.

Hem yas tutmalıyız, hem de yaşamalıyız
O zamandan beri sinirler yatıştı ama Türkiye Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ ihtilafı çözülene kadar normalleşme konusunda adım atmayı reddediyor.

Her taraftan baskı hisseden Sarkisyan sonunda ipi çekti.
Geçmişle gelecek arasındaki bu çekişmede benim içgüdüm ileriye bakmak yönünde. Bunu, kendi ailesinin üyelerini 1915 soykırımında kaybetmiş Ermeni kökenli Amerikalı kimliğiyle gurur duyan biri olarak söylüyorum. Bence Amerika ve dünya bu olayları gerçek adıyla, yani soykırım diye anmalı. Fakat tarih, yaşayanları ilelebet oldukları yere çivilemesi gereken bir ağırlık da olmamalı. 1915 olayları bizden yas tutmamızı, fakat aynı zamanda yaşamamızı da bekliyor. (Yazarın Washington Post’a bağlı blogundan alınmıştır, 23 Nisan 2010)

Kaynak: Radikal