Aslında bu soruyu 19 Temmuz akşamı TRT1’deki ‘Enine-Boyuna’ programında Adalet Bakanı Sadullah Ergin’a sormuştum.
Ergin, 12 Eylül’de referanduma sunulan Anayasa paketinin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ima ettiği gibi otomatik olarak 12 Eylül sorumlularının yargılanmasına yol açmayacağını, ancak suç duyurusunda bulunmasına imkan vereceğini, bunun da ahlaki bir tutum olduğunu izah edince, şu soru farz olmuştu:
Acaba hükümet bu ahlaki tutumu devam ettirerek 12 Eylül askeri darbesine yasal dayanak yapılan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesini kaldırmayı, değiştirmeyi de düşünüyor muydu?
Bakan, kaçamak bir ifadeyle, aslında algılar zihniyetler değişmeden, yani kafa değişmeden yasanın değişmesinin çok şey ifade etmediğini söyledi.
Ben tersi görüşteyim: Yasa değişmeden, kafa değişmez.
Biraz daha açalım: Doğru, yasanın değişmesi, kafanın değişmesinin teminatı değildir. Ama yasanın değişmemesi hiçbir şeyin değişmemesinin teminatıdır. Dolayısıyla, önce yasayı değiştireceksiniz.
Sizce kapalı alanlarda sigara içme konusunda yasayı değiştirmek için kafayı değiştirmeyi mi beklemeliydik?
Bu konu ne zaman açılsa, ‘Darbe yapmak isteyen yasal zemin mi arar?’ ya da ‘İspanya anayasasında da demokrasiyi koruma görevi var’ gibi mahçup savunmalar da yapılır.
Bu söylemi tartışmak için kökenine inmek gerekiyor.
211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun ‘Umumi Vazifeler’ başlığını taşıyan C bölümünün
ilk maddesi olan 35’inci madde şöyle diyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.”
Türk halkı yaygın anlamıyla bu maddeyi ilk kez 12 Eylül 1980 sabaha karşı saat 04.00 civarında, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ordunun yönetime ‘emir komuta zinciri içinde’ el koyduğunu açıklarken duydu. Zaten ‘emir komuta zinciri’ kavramı da o nutuk sayesinde siyasi hayatımıza tepeden indi.
Ordu, evet, 35’inci madde olmasaydı yönetime el koymaktan herhalde vazgeçecek değildi.
Ama o madde darbenin hazırlığını yaparken bile kendilerini yasal zeminde hissetmelerine, yasalar karşısında suçlu duruma düşmeden tertip içinde yer almalarına meydan veriyordu.
Korumak, kollamak ve ‘iç tehdit’
Ayrıca, belki çoğu Batı ülkesi mevzuatında da ordunun görevinin ülkeyi korumak olduğu apaçık yazılıdır. Buna fazla kimsenin itirazı olmaz. Türkiye’de fark ve tartışma yaratan, darbeye -meşru demiyorum- yasal zemin sayılan ‘kollamak’ fiilidir.
Kollamak fiilinden, Türkçe’de kolluk ve kolluk kuvvetleri kavramları türetilmiş: ‘Yurtiçi güvenliği sağlamakla görevli polis, ya da jandarma, zabıta’ anlamına geliyor.
Türk ordusuna yurtiçi güvenlik görevini de veren, dolayısıyla ‘iç tehdit’ kavramının icat edilip, askerin ‘iç düşmanla’ da meşgul olmasına imkân veren bu yasa da, 27 Mayıs 1960 darbesi ardından, 10 Ocak 1961 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Asker içinde hâlâ seçilmiş iktidarları hazmedemeyenlerin sığındığı gerekçe, kendilerine yasalarla bu görevin verildiğini söylemelerine zemin veren bu madde ve madde içindeki bu ‘kollamak’ sözcüğüdür.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül referandumunun aslında 12 Eylül rejimiyle hesaplaşma anlamına geldiği iddiasına, ‘Hesaplaşmak istiyorsa 35’inci maddenin değiştirilmesine neden yanaşmıyor?’ yanıtını vermesi bu bakımdan çok anlamlıdır. Daha ileri demokrasi bakımınıdan ufuk açıcıdır.
Nitekim Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, yıllarca AK Parti hükümetlerinde Adalet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmış olmasına karşın, bu konunun şimdiye dek gündeme getirilmemiş olmasını ‘eksiklik’ olarak nitelemiş ve Kılıçdaroğlu’nun açtığı tartışmaya destek vermiştir.
En azından ‘kollamak’ kaldırılmalı
Aslında Cumhuriyet’i ‘korumak’ görevi de teorik olarak Meclis’e aittir. Ancak 35’in tümüyle ortadan kaldırılması fiziki bir eylem olan ‘korumak’ bakımından fazla sarsıntıya yol açacaksa, (ki Anayasa’nın 117’nci maddesi yalnızca ‘yurt savunmasından’ söz ediyor) 35’inci maddedeki ‘kollamak’ görevine son verilmeli, sözcük, o maddeden çıkarılmalıdır.
Bu düzenleme ordu üzerine düşürülen ‘darbeci-tertipçi’ görüntüsünden kurtulması, siyaset-asker ilişkilerinin daha sağlıklı, çağdaş demokrasiye yaraşır bir zemine kavuşturulması bakımından da düşünülmelidir.
Kaynak: Radikal