Amerikalı gazeteci Oktavia Nasr, Amerikan CNN Televizyonu'nda çalışıyordu ve geçen hafta vefat eden Allame Muhammed Hüseyin Fadlallah'a taziyesini sunması ve övmesi sebebiyle iki gün önce görevinden alındı.
Görevden alınma sebebi ise ABD'deki Yahudi örgütlerinin İsraillileri öldüren 'terörist' örgüt Hizbullah'ı kuran Fadlallah gibi 'terörist' bir ismi desteklemesi gerekçesiyle Nasr'a yönelik yaptıkları saldırı ve bu saldırıda kanal yönetiminden Lübnan asıllı spikerin işine son vermesini istemesi.
Amerikan medyasında özgürlüğünün olduğunu düşünenler yanılıyorlar. İşte Nasr da bir ay önce acı gerçeği söyleyerek ve İsraillilerden altmış yıl önce geldikleri yere dönmelerini yani Filistin'i halkına bırakmalarını isteyerek aynı sebeple işinden olan yaşlı gazeteci Helen Thomas'a katıldı. Amerikan medyasının özgürlüğü İsrail sınırında duruyor. Çoğu zaman İsrail 10'uncu kanalın haber bülteni ile Yahudi sahibi Robert Murdoch'ı hoşnut etmekte ustalaşan ve daha büyük oranda İsrail savunucusu toplamaya çalışan Amerikan Fox kanalı arasında fazla fark görünmüyor. Sanki bu kanalın editoryal politikası ABD'de değil de Tel Aviv'de belirleniyor.
ABD'deki İsrail yanlısı grupların bağlantıları birçok Amerikan kuruluşuna uzanıyor, medya sınırlarında durmayıp araştırma çevrelerini ve karar alma merkezlerini sarıyor. Ciddiyeti ve akademik arka planı ne olursa olsun bir araştırmacının İsrail'e eleştiriler yöneltmesi zorlaşıyor. Sınırlı istisnalar hariç genelde eleştirilerin bedeli ödeniyor.
Birkaç hafta önce gazeteci Ferid Zekariya, İsrail Dışişleri Bakan yardımcısı Danny Ayalon'u ünlü programı GPS'de konuk etmişti. Ayalon 'Özgürlük filosu' organizatörlerine ve eylemcilerine yönelik suçlamalarda bulundu. Ayalon'un suçlamaları içinde en özgün olanı yeni muhafazakârların 2003 Irak savaşının etkenlerinden biri olarak Saddam Hüseyin rejimi ile El Kaide örgütü arasındaki ilişki hakkında zayıf suçlamaları bize hatırlatan bir sahne içinde organizatörlerin El Kaide ile ilişkili olduğu yönündeki suçlamasıydı. Bu görüşmede dikkat çeken nokta kendisini 'ılımlılık' eksenine ait Müslüman bir liberal entelektüel olarak sunan Zekariya'nın zayıf ve sarsılmış görüntüsüydü. Diğer misafirlerine gösterdiği üslubun aksine Ayalon'la konuşmasında veya söylediklerini tartışma noktasında güçlü değildi. Zekariya'nın, CNN'e yönelik Yahudi desteğinin boyutunu iyi bildiği kesin. Her zaman temas etmeye çalıştığı ciddi söylemler ne boyutta olursa olsun kendi meslekî geleceğini riske atmayacak kadar zeki.
Geçen on yıl zarfında İsrail taraftarlığı, Britanya ve ABD'deki üniversitelere kadar ulaştı. Harvard, Oxford ve Cambridge gibi en köklü Batılı üniversitelerde akademik özgürlüğün sınırları ve İsrail'e bilimsel ve metodolojik dokunmanın imkânı etrafında dönen sert bir savaş var. Örnek bağlamında İsrail'in antropoloji tarihine dair araştırmalara nadiren rastlanıyor. Yahudi halkının tarihî kökleri ve holokost konusu gibi dikenli konulara girilmesi üzerinde dayatılan sınırlamalar var. Bu türden konulara girmek isteyen araştırmacı, bedelini önceden ödemeye hazır olmalı. Bu sorunları bilimsel ve ciddi şekilde ele alacak Arap araştırma merkezlerinin olmaması talihsizlik.
ABD'de çalışan ve saygın bilimsel dereceler elde eden bazı Arap veya bir kısmı Filistinli Arap kökenli araştırmacılarının bu duruma teslim olması veya siyasî amaçlarla değil, sadece bilimsel bir araştırma için İsrail'le ilgili bütün konularda ciddi araştırma yapmaktan çekilmeleri üzücü. Ortada Edward Said ve Reşid Halidi gibi istisna durumlar olduğu doğru ancak kayda değer bir düşünce akımı ve Arap araştırmacılığı yok.
Oktavia Nasr'ın ve ondan önce Helen Thomas'ın geleceği bitti. Her ikisi de tutumlarından geri adım atmaya çalıştı ancak zaman geçtikten sonra. 'Özgürlük ülkesinde' gazeteci özgürlüğüne teselli bile yok.
Umman gazetesi El Vatan, Britanya Durham üniversitesi'nde Mısırlı akademisyen, 10 Temmuz 2010
Kaynak: Zaman