Filistinlilerle İsrailliler arasındaki dolaylı müzakerelerin yeniden başlamasını eleştirenlerin yanında değilim. Bunun sebebi müzakerelerin gerçek barışla sonlanma olasılığına inanmam değil. Zira doğrudan müzakerelerle geçen 20 yıl ‘aşırılıkçı’ Binyamin Netanyahu’nun İsrail’de yeniden iktidara gelmesine, Doğu Kudüs’ün Yahudileştirilmesine ve Batı Şeria topraklarının kemirilmesine yol açtı. Bu müzakereleri desteklememin iki nedeni var:
İlki, müzakereler başta Amerikalılar olmak üzere herkesin gözünü açacak. Müzakereleri İsraillilerin yalanlarını ve küstahlıklarını ortaya dökme girişimi gibi görüyorum. İkincisi, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın, barışı kimin geçersiz kıldığını ortaya çıkarmak açısından ABD Başkanı Barack Obama’yla uyumlu
hareket etmek dışında bir seçeneği yok.
Peki müzakereler başarısızlıkla sonuçlanırsa ne olacak? Birçok kişi şu görüşü tekrarlıyor: Obama kendi barış planını özellikle de İsrail tarafına dayatacak noktaya gelebilmek için müzakerelerinbaşarısızlıkla sonuçlanmasını bekliyor. Bazıları Arap Birliği’nin dört aylık bir süre belirleme kararıyla müzakerelere kılıf bulmasını eksiklik olarak görebilir. Ne var ki, Arap liderlerin İsraillilerin ertelemelerini idrak etmeyecek kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Bu süreçte önemli olan, Arapların İsraillilerle müzakerelerin başarısızlığından sonraki dönem için seçeneklerinin bulunması. İsrail’in aşırılığı, Amerikalara baskı yapmak ve onları Tel Aviv’e sert önlemler dayatmaya sevk etmek bakımından Araplar için altın bir fırsat. İsrail inadı sürdükçe Obama’ya baskı yapmak açısından Arapların eli güçlenecek.
Birçok sebepten ötürü gerçek barış olasılığından umutlu değilim. Ancak sessiz kalma yanlısı da değilim. Filistin sorunu Araplara yük olsa da tarihimizin ve geleceğimizden ayrılmaz parçası. Bu durum herkesi çıkış yollarını düşünmeye sevk ediyor. Güç dengelerinin özellikle de askeri alanda İsrail lehinde olduğu doğru, ancak uluslararası ilişkiler sadece askeri kriterlere değil, diplomatik taktikler ve psikolojik savaşlara da dayanır.
İsrail şu an uluslararası platformda zor durumda. Pervasızlığı arttıkça yanlışları ve yalnızlığı da artıyor ve Gazze savaşı sonrası yaşandığı gibi ayıpları gözler önüne seriliyor. Fakat sorun, Arapların İsrail’in imajının değiştiğinin bilincinde olmaması. Ayrıca bu tarihi anı İsrail’le uluslararası toplum arasındaki çatlağı derinleştirmek için kullanacak bir hareketlenme de söz konusu değil.
Dünya değişiyor ve taktikler savaşla barış arasında sınırlı değil; güç dengelerinden yararlanan ve düşmanların zayıflığını kazanım elde etmek için kullanan akıllı diplomasi seçeneği var. Bırakalım dolaylı müzakereler kendi mecrasına aksın. Araplar ve Filistinliler müzakereler başarısız olursa B planını işletsin. Bu plan üç temele dayanıyor: İlki BM’de İsrail’e yaptırımların dayatılmasını isteyen bir tasarı hazırlanması. İkincisi, Doğu Kudüs’te yerleşim inşaatını sürdürmesi ve Yol Haritası’ndaki talepleri yerine getirmemesi halinde İsrail’i cezalandırması için ABD’ye baskı yapılması.
Üçüncüsü, Fetih ve Hamas’a uzlaşı için baskı yapılması ve bunu reddederlerse boykotla tehdit edilmeleri. Özetle, Araplar tüm taraflara barışa dair görüşlerini dayatmak için daha açık davranmalı, daha fazla vakit geçirmeden Filistinlilere yönelik sorumluluklarını üstlenmeli. (Katar gazetesi Vatan, 15 Mayıs 2010)
Kaynak: Radikal