ABD seçimlerine elli günden az bir süre kalmışken ciddi düzeyde etkili olmaya başlayan "Obama tekrar seçilmesin" lobisi tesirini arttırmaya başladı.
Doğal olarak buna karşın Obama'nın yeniden ABD başkanı seçilmesinin genel olarak dünya selameti için daha iyi bir gelişme olacağını düşünenler de bulunuyor. Mesela anlaşıldığı kadarıyla İsrail'de etkili bir grup Obama'nın ikinci bir dönem daha Beyaz Saray'da kalması durumunda dünyayı kendilerine perişan edeceğine inanıyor. Hatta uluslararası ilişkilerin muteber uzmanlarının bazıları, Obama tekrar seçilmesin diye kucağına bir İran saldırısının İsrail tarafından bırakılacağı ihtimalini dahi tartışıyor. Bu arada bütün bunlara karşılık mesela Ankara ise seçimlerden sonra Obama'nın Suriye meselesinde daha müdahil olacağı beklentisini taşıyor.
İlk önce şunu tartışmak gerekiyor: Gerçekten Obama umut bağlanılacak birisi midir? Mukayese eldeki ve ideal arasında yapılamaz. Tutarlı bir karşılaştırma eldekiler arasında yapılır. Bu ölçüden hareketle Obama'nın bugüne kadar Beyaz Saray'da yakın zamanda oturmuş Cumhuriyetçi başkanlara ve bugünkü seçimdeki adaylara nazaran daha iyi bir yerde olduğunu görmek gerekiyor.
Örneğin, Obama'yı selefi Bush'tan ayıran ciddi farklar var. Bir kere Obama hızla karar alan birisi değil. Obama karşılaştığı olaylarla ilgili ciddi vakit kullanan yavaş karar almaya çalışan bir yönetici. Bush yönetiminin yaptığı hemen karar verip ortalığı toza dumana verme siyasetine Obama çok itibar etmemektedir. İkinci olarak Obama, yine Bush'a nazaran, bölgesel liderlerle görüşmeye önem veriyor. Bu açıdan Obama ve Erdoğan arasındaki görüşme düzeni şayan-ı dikkat bir veridir ve çok yerindedir. Ancak bu Erdoğan ile sınırlı değildir, Obama başka liderlerle de sık sık görüşmektedir. Üçüncü nokta çok açık yazmak gerekir ki Obama'nın İsrail'e yönelik bakışı standart bir ABD başkanından çok farklıdır. Obama aleni olarak İsrail'e bazı konularda eleştiriler getiriyor. Dördüncü olarak Obama yönetimi, Amerikan çıkarları merkezli siyaset izlemekle birlikte, Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte çeşitli renkteki İslami aktörlerin sisteme karışmasına karşı menfi bir siyaset takip etmemiştir. Beyaz Saray çok sert dursaydı Mursi gibi aktörler bu kadar rahat olamazlardı. Obama "yönetimi Ortadoğu İslamcıların eline geçiyor" tartışmasına ihtiyatlı yaklaşmaktadır.
OBAMA'SIZ TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ
Hemen burada yukarıdaki siyasi konulardan bağımsız iki sosyolojik farkı da belirtmek gerekiyor. Obama yetişme tarzı, sosyalleşme, eğitimi gibi konularda her açıdan farklı bir ABD başkanıdır. Elimizde Batı'yı, ABD'yi keskin biçimde eleştirmiş ve hatta eline taş atıp İsrail askerleriyle çatışmış Edward Said gibi birisini oturup dinleyen yegane başkan Obama'dır. İkinci önemli nokta Obama siyaseti Bush gibilerine göre daha toplumsaldır. Nitekim Obama yönetiminin temel konuları sağlık, sosyal siyaset gibi alanlardır. Bir ABD başkanı ne kadar çok sağlık harcamaları derse savaş ve silahlanma o kadar geri itilir.
Bazıları burada altını çizdiğimiz farkları küçük görebilir. Belki de haklıdırlar. Üstelik burada belirttiğimiz mukayese Obama'nın Amerikan çıkarlarından taviz vereceği anlamına gelmez. Ancak, içinde yaşadığımız sistemde elimizdeki şeyler bunlardan ibaret ve küçük görünse bile merkezdeki bu ölçekteki fark çevrede ciddi rahatlamalar meydana getirebilir. Obama karşıtı lobinin asıl korkusu ise, ikinci dönemde bir daha seçim stresi ile malul olmayacak Obama'nın elini daha güçlü masaya vuracağıdır. Dolayısıyla küçük görülmesine rağmen burada ele aldığımız farklar uluslararası sistem düzeyinde önemli sonuçlar üretecek kapasitedirler.
Türkiye açısından önemli bir konu ise Başbakan Erdoğan ve Obama arasındaki güçlü diyalogdur. Kimse bundan sonraki yeni bir başkanla benzer diyaloğun tekrar edeceğini garanti edemez. Teorik olarak Türkiye ile yerleşik ve güçlü bir diyaloğu olan Obama'nın yeniden seçilmesi tercih edilmesi gereken bir durumdur. Mesela Türkiye ve İsrail arasındaki sorunlar bağlamında bu konunun önemi büyüktür. Obama yeniden seçilirse meseleye Türkiye merkezli bir ivme kazandırabilir. Geleceği kestirmek çok güçtür ancak Cumhuriyetçi adayın Türk-İsrail ilişkileri konusunda Ankara merkezli olacağına dair en küçük bir işaret ortada yok.
Libya'da ABD sefirinin öldürülmesi sonrası gelişen olaylar şüphesiz yeni bir dalgadır. Bu noktada ilk olarak bu saldırının basit bir olay gibi görülmemesi gerektiğini ifade etmek gerekiyor. Amerikan elçilik binaları türlü saldırılara karşı dayanıklı yapılmış binalardır. Büyük olasılıkla burada gözden kaçan unsur binaların çeşitli gaz sızmalarına karşı korunaksız kalmalarıdır. Bu tartışma saldırının arkasında ciddi bir planlamayı akla getirir. Komplo teorileri ile dünya siyaseti anlaşılamaz. Ancak perde arkası istihbarat faaliyetlerini hiç görmeyen bir hayalcilik de en az onun kadar kötüdür. Karikatürize edersek en iyimser açıdan uluslararası siyasetin ancak yüzde kırk kadarı görülen kısmıdır.
Libya ile başlayan süreçten en büyük zararı değişik İslam ülkelerinde dinlerini Peygamber sünnetine göre yaşayan barışçı dindarlar ödeyecektir. Şüphesiz 'provokasyon filmi' gibi konularda Batı'nın eleştirilecek yönü çoktur. Ancak burada önemli bir nokta var: İslam dünyasında gelişmeleri okumakta kapasite problemi yaşayan ve yanlış tepkilerle işi sürdürmeye niyetli insanlar oldukça Batı'da bazıları bu tür provokasyonlardan vazgeçmeyecektir. Verilen her yanlış tepki bazılarını "evet bu provokasyonlar işe yarıyor, devam edelim" çizgisinde tutacaktır ki bu Doğu'nun ve Batı'nın radikallerini dolaylı bir işbirliğine sokar. Unutmamak gerekir ki Hz. Peygamber'e yönelik hakaret içeren bir filmi örtmek, saklamak, göstermemek, unutturmak gerekirken Ortadoğu'da bazı marjinal grupların televizyonları sırf mensuplarının sayısını arttırmak için sıkça yayınlamışlardır.
Öte yandan, Libya'da yaşanan müessif hadisenin Obama yönetimine ciddi bir baskı oluşturduğu da açıktır. Obama yönetimi "hedef haline gelen Amerikan sefirini koruyamamakla" veya "bunun karşılığını verememekle" itham edilecektir. Dahası bu eleştiri seçimlere yaklaştıkça artacaktır.
* Doç. Dr., Zirve Üniversitesi
Kaynak: Zaman