Juan Cole

Seçilmiş başkan Barak Obama'nın en büyük dış politika sorununun Pakistan olacağına dair istihbarat analistleri arasında fikir birliği oluşuyor. Terörist grupların üssü olan ülkenin kırılgan yeni bir hükümeti ve askeri darbelerle dolu bir tarihi var. Pakistan merkezli Laşkar-i Tayiba üyelerinin Mumbai'de düzenledikleri acıklı saldırı, Pakistan-Afganistan sınırında Taliban ayaklanması, yeni sivil hükümetin kırılganlığı ve nükleer silahlı bir devlet olarak ülkenin konumu, tüm bunlar, İslamabad'ı yeni Amerikan yönetimi nazarında birinci sıraya yerleştiriyor.
Ancak Obama hangi yola girdiğinin biliyor mu? Pazar günü Meet the Press adlı programda Tom Brokaw'ın kendisiyle yaptığı yaptığı söyleşide şöyle dedi: "Yığınak kampları kuran ve uluslararası toplumda herkesi tehdit eden militan, şiddet yanlısı terörist aşırıları yok etmek için bölgedeki tüm taraflarla -Pakistan, Hindistan ve Afganistan hükümetiyle - stratejik ortaklığa ihtiyacımız var." Obama'nın senaryosu Pakistan hükümetini tek bir bütün olarak kabul ediyor ve yönetimin tüm unsurlarının teröristleri yok etmek istediğini farzediyor. Bu varsayımların her ikisi de yanlıştır.

Pakistan hükümeti, asker ve sivil şeklinde derinden bölünmüştür ve Britanya sömürgesi Hindistan'ın 1947'de taksimiyle Pakistan'ın kurulmasından bu yana iktidarı bir o bir diğeri ele geçirmektedirler. Pakistan'daki ciddi siyasi problemlerin temelinde ordunun bu itaatsizliği yatar. Washington, Pakistan'daki diğer şeyler için çok üzülürken ordunun katıksız gücü hakkında çok az üzülmektedir. Amerikalı analistler, genelkurmaya yönelik fundemantalist bir meydan okumadan korktuklarını dile getirirler genelde. Bununla birlikte ana mesele, Pakistan ordusunun çok zayıf olması değil çok güçlü olmasıdır. Ve bu durum, ordu'daki unsurların yalnızca sivil hükümetle değil birbirleriyle de kavgalı oldukları gerçeğiyle daha karmaşık bir hal almaktadır.
General Pervez Müşerref, ülkeyi seçimle göreve gelmiş başbakana darbe düzenlediği 1999 sonbaharından hakkında tahkikat açılacağı tehditiyle bu yılın Ağustos ayında istifa etmesine kadar demir yumrukla idare etti. Sivil rakibi Ali Zerdari, Eylül ayında cumhurbaşkanı seçildi. Zerdari, Aralık 2007 meclis seçim kampanyası sırasında suikasta uğrayan eşi Benazir Butto'nun ardından Pakistan Halk Partisi'nin fiili lideri oldu. Pakistan Halk Partisi, 2008 Şubat ayında nispeten serbest ve adil geçen meclis seçimlerinde çoğunluğu kazanan parti oldu.
Zerdari ve başbakanı Yusuf Rıza Gilani, terörizmin üstüne yürüyeceklerine dair yemin ettiler. Zerdari'nin Pakistan Talibanı'ndan intikam almak istediği söylenebilir zira eşine düzenlenen suikastten onları mesûl tutuyor. Batı'da eğitim almış liberal bir kadının tekrar Pakistan başbakanı olabilmesi ihtimali, fundemantalist Taliban için katlanılamaz bir şeydi. Pakistan ordusu, Zerdari cumhurbaşkanı olduğundan beridir Bajaur'daki Talibana karşı askeri harekâtlar düzenledi. Keskin çatışma, yaklaşık 300.000 kişiyi yaşadıkları yerleri terke mecbur etti. Obama, Meet the Press adlı programda, Pakistan Taliban'ına karşı düzenlenen harekâtlarla ilgili olarak, "cumhurbaşkanı Zerdari, şimdiye dek doğru sinyaller verdi. Bunun yalnızca Birleşik Devletlere değil Pakistana karşı da bir tehdit olarak kabul ettiğini göstermiş oldu" dedi.

Zerdari, benzer şekilde, 26-29 Kasım tarihlerinde Hindistan'ın finans ve kültür merkezi Mumbai'de yaşanan saldırılardan sonra hem Pakistan'ın hem de Hindistan'ın terörizmin hedefi olduğunu, bunun, ABD'nin Soğuk Savaş süresince radikal İslamı Sovyetlere karşı kullanma yöntemlerinin mirâsı olduğunu savundu. Zerdari şöyle yazmıştı: "Mumbai saldırıları yalnızca Hindistanı değil Pakistan'ın yeni hükümetini, ve Hindistan'la başlatılan barış sürecini de hedef almıştır. Çatışmanın derinleşmesinde çıkarları olan Pakistan'daki otoriteryanizm'in savunucuları ve devlet dışı aktörler, Pakistan'da değişimin kök salmasını istemiyorlar."

Ancak Zerdari, Pakistan hükümetinin ve Afganistan ve Keşmir'deki askeri çıkarları için bizzat Pakistan'ın yarattığı çeşitli "devlet dışı aktörlerin" dizginlerini tümüyle eline almakta zorlanacaktır. Sadece düzenli ordunun sadakâtini kazanmak yeterli değil; Zerdari'nin zorlu görevleri arasında kara, hava ve deniz kuvvetleri arasında bilgi paylaşımını desteklemek için 1948 yılında kurulan, 25.000 kişinin çalıştığı istihbarat servisindeki (ISI) subayların sadakâtini kazanması da vardır. 1960'larda askeri diktatör Eyüp Han, siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak için ISI'yı kullandı ve zamanla ISI içerisinde sivil politikayı manipüle etmeye odaklı bir birim oluştu. Zerdari, o birimi geçen Kasım ayında lağvetmeye çalışmıştı.

Askeri diktatörlük dönemleri boyunca ISI'ya yurt içi ve dışı genişletilmiş roller biçildi. 1980'lerde General Ziya-ül Hak, ISI bünyesinde bir Afganistan bürosu oluşturdu ve Reagan yönetimi Sovyet işgaline karşı cihad eden mücahitlere milyarlarca doları bu büro vasıtasıyla aktardı. Ziya-ül Hak, 1980'lerin sonlarında Tupak adında örtülü bir operasyon başlattı. ISI'nın yürüttüğü örtülü operasyonun gâyesi, çoğunluğu müslüman olan Keşmir eyaletini Hindistan'dan koparmaktı.

Keşmir, Hindistan'ın İngiliz idaresi altında olduğu dönemde prenslikle yönetilen eyaletlerden biriydi ve bir Hindu raja tarafından yönetiliyordu. Pakistanlılar sonuçsuz kalan bir savaşla Keşmiri almak istediler ama Pakistan topraklarına ilhak etmede başarılı olamadılar; BM, kendi kaderleri hakkında karar vermelerine imkan vermek için referandum çağrısında bulundu. Cammu Keşmiri kendi eyaleti olarak göre Hindistan, böylesi bir halkoylamasına asla izin vermedi. Obama, Keşmir çatışmasını tam olarak çözüme kavuşturmak için eski başkan Bill Clinton'u özel temsilci olarak atayabileceği önerisini getirdi.

Keşmir'de Hindistan hakimiyeti, bir Pakistan ulusçusu nokta-i nazarından, Sovyetlerin Afganistanı işgal etmesinden farksızdır. Sadece sürenin uzunluğu bakımından bir farklılık vardır; her iki vakada da inkarcı bir yönetim, haksız hukuksuz bir şekilde müslüman bir halkın topraklarını işgal etmiştir. ISI, Keşmir'de Hindistana karşı hareket etmesi için altı gerilla grubunu örgütledi; İslami Çalışmalar profesörü Muhammed Hafız Said'in kurduğu Dava ve İrşad Merkezinin milis kolu Laşkar-i Tayiba da bunların arasındadır.

ISI, Sovyetlerin iktidar yaptığı Muhammed Necibullah'ın 1990'ların başlarında düşmesinden sonra gücü ellerine geçiren komutanlardan Afganistanı almak için Talibana destek verdi. ISI'daki çeşitli unsurlar, köktenci İslamın sert bir şekline teveccüh ettiklerinden dolayı ideolojik zeminde Talibanı destekliyor olmaktan hoşnuttular. Diğerleri ise basitçe pragmatik yaklaşıyorlardı çünkü Peştunların hakimiyetindeki Taliban, Pakistan'daki medreselerde eğitim görmüş göçmenlerdi. Komutanların çoğu Hindistan, İran ve hatta ironiktir, Rusya'nın adamıyken Taliban, Pakistan taraftarıydı.

Bush yönetimi, askeri diktatör Pervez Müşerrefe 11 Eylül saldırılarından hemen sonra bir ültimatom verdi. Müşerref, kendisi sekülerist olmakla birlikte Taliban politikasının tarafını tutuyordu ancak ABD desteğindeki Kuzey İttifakının komutanları tarafından yerinden edilen eski müttefiklerinin aleyhine dönmeye zorlanmıştı.

Bununla birlikte ISI ve ordudaki unsurlar, Talibana yardım etmeyi sürdürdüler. Kabil'deki Karzai yönetiminin İslamabad'dan bağımsızlığı ve Hindistanla güçlü bağlarının olması onları dehşete düşürüyordu. ABD ve Hindistan baskısı altında kalan Müşerref, Pakistan'da üs kurmuş gerilla gruplarının Hindistan yönetimindeki Keşmire artık daha fazla saldırı düzenlemelerine engel oldu ki üyelerin çoğunun kuzeybatı Pakistan ve güney Afganistan'daki isyancı Taliban'la birlikte savaşmasına neden oldu. Pakistan hükümeti ve ISI'nın, terörist gruplarla aralarına mesafe koymaları ihtiyacına mubail olarak eski subaylar eliyle hücreler yaratmak ve bunlar vasıtasıyla Keşmir'de Hindistana karşı savaşan örgütleri ve Talibanı, örtülü olarak eğitip silahlandırmakla suçlandılar.

Pakistan'ın güçlü ulusal güvenlik aygıtı son on yıldır bir yere kadar kendi içinde bölündü. Pakistan yönetiminin çeşitli unsurlarının çatışan gündemleri ve emekli veya eski subayların karanlık ağı politik kargaşa yarattı. Ordu, Pakistan Talibanı'na karşı yoğun harekât düzenlerken bile Afganistan içlerindeki hedeflere güney Veziristan'dan saldırı düzenleyen diğer Taliban gruplarına yardım etmeyi sürdürmüş gibi görünüyor. Geçen Haziran ayında ABD kuvvetleri sıcak takibe girerek sınırdan baskın düzenleyen Taliban gruplarının ardına düştüğü zaman daha önce kendilerinin tarafındaki Pakistan askerlerinin ateşiyle karşılaştılar.

Devlet içinde devlet olan ISI'nın karmaşık katmanları, Müşerrefin onu gerçekten denetim altında tutmuş olmasını tartışmalı kılmaktadır. Pakistan'ın sivil cumhurbaşkanı ise onu denetlemek veya militan hücrelerin nasıl işlediğini keşfetmekten hayli uzaktır. ISI'nın Zerdari'den ve yeni hükümetin yetkililerinde emir almaya gönüllü olacağı dahi belirsizdir. Başbakan Gilani, ISI'nın iç işleri bakanlığına rapor vermek zorunda olduğunu belirten kararnâmeyi duyurduktan bir gün sonra savunma çevrelerinden gelen yoğun baskı sonucunda bunu geri ç.ekti. Hükümetin ISI başkanını Mumbai'deki saldırılar hakkında istişareler için Hindistana gönderme sözü, görünüşe bakılırsa ordu tarafından reddedildi.

Mumbai'de yakalanan terörist, Hintli sorguculara, grubunun emekli Pakistanlı subaylar tarafından Pakistan Keşmir'inde eğitildiğini söylemiş gibi. Cumhurbaşkani Zerdari, başbakan Gilani ve genelkurmay başkanı Kıyani'nin Mumbai'de düzenlenen terörist saldırılarda rollerinin olmadığı kesindir. Ancak ISI içerisinde veya Laşkar-i Tayiba'yı Hindistana karşı savaşa hazırlayan ordu subaylarının kurduğu haydut hücreler var mıydı acaba? Zerdar'inin kuvvetleri pazar günü Pakistan Keşmirin'deki Laşkar-i Tayiba kamplarına baskın düzenledi ve Hindistan istihbaratının Mumbai saldırılarını planlayan kişi olarak suçladığı Zeki Rahman Lakvi'yi tutukladı. Bu hamle, Hindistan Keşmiri'ndeki müslümanları hürriyete kavuşturmak için verilen mücadeleye – Laşkar-i Tayiba bu mücadelenin en önemli örgütüdür- yaygın bir toplumsal destek verilen Pakistan'da pervasız bir hareket olarak değerlendirildi.

Bu kasvetli Çin bilmecesi, Obama'nın Afganistan ve Keşmir'de çok sayıda saldırının altına imza atan grupları gemlemek için Pakistan hükümetiyle işbirliği yapmayı nasıl umabildiği sorusuna yol açmaktadır. Yönetim bu tür politikalarla ilgili olarak kendi içerisinde bölünmüş durumda; devlet içerisinde kendi militan dış politikalarına sahip hücrelerin varlığı söz konusu. ABD, Pakistan ordusunu jeopolitik bir müttefik olarak değerlendirmektedir ve dizginlerin ordunun elinde olmasını tercih etmeye eğilimlidir. Amerikan istihbarat çevreleri, her ne kadar ülke, toplumsal teveccühün söz konusu olmadığı diktatörlükte daha az istikrarlı idiyse de, General Pervez Müşerref'in istifaya zorlandığı zamandan sonra ülkenin içine düştüğü "istikrarsızlığa" matem tutuyorlar. Şayet Pakistan'ın – ve Pakistan-ABD ilişkilerinin – bir şansı varsa o da sivil siyasi düzeni pekiştirmek ve askerin kalıcı bir şekilde kışlada kalmasını sağlamak adına Obama yönetiminin sarfedeceği gayrette yatmaktadır. Askerin siyasi güçten dışlanması lazımdır; sivil cumhurbaşkanından emirler almayı da öğrenmelidir. Aynı zamanda, Obama, uzun zamandır iltihap kaplamış Keşmir sorununun çözümüne yardımcı olacak ciddi diplomatik kaynakları söz verdiği üzere devreye sokmalıdır.

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı