Dünyanın en fakir halkları arasında bulunmalarına rağmen, bugün Pakistan dediğimiz bu sarp kuzeybatı bölgesinin sâkinleri, uzaktaki batı başkentlerinin kalbine bir asırdır korku salıyorlar.
Henüz sona ermedi. Amerikan gazeteleri halen Pakistan Talibanı'nın talancılığından bahsediyor, CIA, Veziristan ve Afgan sınırına yakın diğer yerlerde biraraya gelen insanlara insansız uçaklarla halen saldırıyor. Örneğin bir terörle mücadele uzmanı bu bahar ayında, tiz bir sesle ve (bütünüyle mantıksız bir şekilde)"Pakistan devletinin, kana susamış Taliban elinde bir ila altı ay arasında çökebileceğine" dair uyardı; Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ise Pakistan'daki durumu "küresel güvenliğe yönelik ölümcül bir tehlike" olarak adlandırdı.
Çoğu gözlemcilerin farkına varmadığı, dünyanın tepesindeki bu bölge hakkında yürütülen kıyamet söyleminin hiç de yeni bir şey olmadığı. En az 100 yaşında halbuki. İngiliz askerleri, gazeteciler ve editörler, 19.yy sonu ve 20.yy başlarında yürüttükleri kampanyalar sırasında bugünün Amerikalı stratejistleri, analtistleri ve bilgelerine benziyorlardı. Veziristan sâkini Peştun aşiretleri, İngiliz İmparatorluğunu devirmekle tehdit eden müthiş bir tehdide, yeni Normanlara benzetiyorlardı.
Genç Winston S. Churchill 1898'de, 19.yy'da Peştun bölgesinde yapılan İngiliz askeri harekâtları hakkında The Story of the Malakand Field Force adlı bir kitap bile yayınlamıştı. Londra o vakitlerde Britanya Hindistanı'nı yönetiyordu ki Britanya Hindistanı, Hindistan, Bangladeş ve Pakistan'dan oluşuyordu; fakat Britanya'nın elinde bulunan, Afganistan'ın bitişiğindeki dağlık kuzeybatı bölgesi ve Himalayalar'daki durum nazikti. Churcill-bugünün analistleri gibi-Pakistan Talibanı'nın seleflerinin Britanya imparatorluğuna nasıl olup da böylesine devasa bir güçlük çıkardıklarını çözmeye çalışırken, Peştun aşiretlerinin savaşçı yeteneklerinin iki nedeni olduğunu belirledi. Birincisi, İslamdı. Churcill, İslam hakkında şöyle yazmıştı: Bilhassa kılıçla kurulan ve kılıçla yayılan bu din-kılıçtan geçirmek akidesinde ve umdesinde mündemiçtir ve üç kıtada savaşan insan türü üretmiştir - vahşi ve merhametsiz bir fanatizm üretmektedir.
Churcill burada, fiiliyatta, önyargılarını ifşa emektedir. Aslında İslam, Pakistan'da sufilerin vaazları ve şiirleriyle barışçıl bir şekilde yayılmıştı ve tarihteki müslümanların çoğu örneğin Anglo Saksonlardan daha fazla savaşkan değildi.
Churcill, ikinci nedenin çevre olduğuna karar vermişti: "Bu vahşi ama zengin vâdiler sürüp giden bir kan davası ve kavga halinde." İlave olarak, "onların gelişme düzeyleri" diye atıfta bulunduğu diğer "ırklarda" görüldüğü kadar ilkel değil diyerek, askeri teknolojiyi ilk benimseyenler olduklarında ısrar ediyordu. "Zulu'ların yırtıcılığına Kızılderilinin hüneri ve Boer'in nişancılığı ilavedir" diye uyarıda bulunuyor ve Peştunlar son model tüfekli gâfil batılıyı düşürebilecek derecede mükemmel nişancılardır diye ekliyordu: "Taarruzu, yaklaşması, Güney Denizi adalısının vahşiliğiyle ona ölümcül darbeyi indirir. 19.yy'ın silahları, taş devri vahşilerinin elinde."
İroniktir, Churchill'in onlar hakkında yaptığı tanımlamaya bakınca, kırk yıl sonra Peştunlar İngiliz hâkimiyetine karşı özgürlük hareketine katıldılar ki 1947'de bağımsız Pakistan ve Hindistan'ın şekillenmesine yol vermiştir; politize olan Peştunlar vahşilikte değil de Mahatma Gandi'nin şiddet dışı direnişine katılmada dikkate şâyandılar.
Peştunları batıya karşı olağanüstü bir tehlike olarak saptayan, ileri teknoloji ürünü silahlarla donanmış ilkel- fanatik yabanilik tasavvuru ( Churchillvâri tasavvur) Viktorya döneminden sağ çıktı ve gazetelerimizin manşetlerine oturdu. Obama yönetimi, eski bir CIA analisti olan Bruce Riedel'den Afganistan ve Pakistan'daki güvenlik tehditlerini değerlendirmesini istedi. Washington Times'tan Arnaud de Borchgrave, Riedel'in vardığı sonucu 17 Temmuz'da nefes nefese aktarıyordu: "Pakistan'da cihatçı bir zafer ki Taliban liderliğindeki militan sünni br hareketin devleti ele geçirmesi anlamına gelir, ABD'ye terörle savaşında henüz yüzyüze gelmediği en büyük tehditi yaratacaktır...artık görünür gelecekte gerçek bir ihtimaldir."
Churchillvâri tarzda kaleme alınan makalenin başlığı "Armagedon Alarm Zilleri Çalıyor."
Hakikat, gerçekleşme şansı çok düşüktür. 2008 Meclis seçimlerinde Pakistan halkı bazıları seküler olan merkez partilere oy verdi ve köktenci müslüman partileri fiilen gözardı etti. Bugün Pakistan'da 24 milyon Peştun var. Peştunlar kendi Peştu dillerini konuşmaktadırlar. Diğer 13 milyon Peştun ise Pakistan ve Güney Afganistan arasında İngilizlerin çizdiği Durand Hattı'nın öteki tarafında yaşamaktadırlar – Peştunların çoğunluğu Durand Hattını kabul etmemişlerdir. Taliban çoğunlukla bu etnik gruptan beslenir fakat Peştunların ekseriyeti Taliban değildir ve Müslüman radikalleri çok fazla umursamazlar.
Pakistan ordusunun geçen bahar mevsimde Swat vâdisinde kolayca yendiği Taliban kuvveti 4.000 kişiden oluşuyordu. Pakistan ordusu 550.000 kişilik bir güçtür ve bir o kadar da yedeği var; tankları, topları ve savaş uçakları var. Taliban'ın câzibesi, Pakistan'da nüfusun yüzde 14'ünü teşkil eden Peştun grubuyla sınırlıdır ve Taliban, Peştunlar arasında bile azınlıktır. Taliban terörizm ve istikrarsızlaştırıcı faaliyetler yürütebilir ama Pakistan yönetimini ele geçiremez.
Kimi batılı analistler, Pakistan ordusunda bazı durumlara canı sıkılan ve hükümet darbesiyle iktidara gelebilecek alt düzey subaylarla Taliban'ın birlik olabileceğinden ve müttefikleri Talibana ileri teknoloji ürünü silahlar vereceklerinden endişe ediyorlar. Ne ki ordu tam disiplinli olduğundan dolayı Pakistan'da başarılı bir darbeyi Genelkurmay Başkanı yapmaktadır, alt rütbeliler değil. Talibanı korumak için darbe yapmaktan uzak olan ordu, geçen yılı Bajaur'da ve sonra Swat'ta onlara darbe indirmekle geçirdi.
Bugünün nükleer silahlı Taliban fantezisi, Churchill'in her yeri fetheden ultramodern, vahşi doğalı Peştun tüfek erleri kaygısının modern muadilidir.
Sınır muhafaza ve izleme İngiliz ordusunun 20.yy'ın ilk yarısında Veziristan'daki askeri harekâtlarıyla ilgili anılarına dalmak için kısa bir süre önce Londra'daki resmi Hindistan arşivlerine gittiğimde deja vu'ya yakalandım. İngilizler Hindistan'dayken Afganistan'la üç kez savaştılar; ilk ikisini kesin bir şekilde kaybettiler ve 1919'daki üçüncüsünde güçbela çekilebildiler.
Üçüncü savaş sırasında Afgan Kralı Emanullah'ın talepleri arasında sınırdaki Peştun aşiretlerin kendisine sadâkat sunmalarına imkan verilmesi ve Afganistan'ın bağımsız bir dış politika izlemesine Britanya'nın izin vermesiydi. İlk talebi olmadı ama ikincisi gerçekleşti ve çok geçmeden Sovyetler Birliği ile dostluk anlaşması imzaladı.
Afgan sınırı ve İngiliz hâkimiyetindeki Kuzeybatı Sınır Eyaleti arasında sıkışmış Veziristan'daki hoşnutsuz Peştunlar Kabil hâkimiyetini Londra'ya tercih ettiler ve 1919'da Britanya'ya saldırmaya başladılar. İsyankâr Vezir ve Mehsud aşiretlerini bastırmak, Emperyal İngilitere hazinesine Üçüncü Anglo-Afgan savaşından üç kat daha pahalıya mâl olacaktır.
2 Mayıs 1921 tarihinde, Peştun aşiretlerin teskin olması gereken zamandan çok sonra, Manchester Guardian, Mehsud saldırısı hakkında Hindistan Valisinden gelen panik havasındaki bir haberi yayınlıyordu. Hindistan Vâlisi Rufus Isaacs'ın "düşman faaliyeti devam ediyor" dediği mesaj alt-kıtada geniş çaplı bir ayaklamayı ima ediyordu. Aslında ilgili olaylar Veziristan'ın sadece bir kesimindeki küçük birkaç köyde yaşanmıştı. O ayın 23.günü, Mehsud'a bağlı büyük bir grup Piazha köyüne yakın bir mevkide "konvoyları" vurmuş; Bir İngiliz subayı ölmüş, dört İngiliz ve 2 Hint subay yaralanmış, 7 Hint askeri ölmüş ve 26'sı da yaralanmıştı. 24'ncü günü ise Suidgi yakınlarındaki bir ileri karakola pusu kurulmuş, dokuz asker ölmüş, yedisi ise yaralanmış. İngilizler, hasımlarıyla kan davasına düşmüş Zhob yakınlarındaki dost Peştun aşiretlerden yardım aldılar ve -modern bir dokundurma - "savaş uçakları" da işin içindeydi. Dediklerine göre Peştun aşiretleri "işbirliği" yapıyormuş. Bu bile şişirmedir aslında. O zamanlar Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF), emperyal sınırlarda basit hava keşiflerinin ötesine geçen kolonyal değerini ispatlama gayretindeydi her ne kadar 1921'de, en yakın şehir Peşaver'de "kanadı delik" tek bir uçağı bulunuyorsa da. RAF, 1925'e kadar isteklerine ulaşacak ve Mehsud aşiretinin üzerine 150 ton bomba bırakacaktır.
Allahabad Pioneer'da 5 Temmuz 1921'de yayınlanan bir haber, Britanyalıların "hasımlara" uyguladığı taktik hissini vermektedir. İsyan merkezlerinden biri Makin köyüydü ve Mehsud aşireti ikâmet ediyordu; kendi sulama sistemlerini uygulamak İngiliz müdahalesinden uzak kalmak istiyorlardı. İngiliz-Hint ordusu civar köylerden biri olan Ladka'yı tuttu. Habere göre Makin köyü Ladka'dan topçu ateşine tutuldu.
Aşiret savaşçıları, sürülerini hareket ettirerek tepki verdiler fakat aileleri kaldı İngiliz arşiv kaynakları kutsal/mübarek (yahut fakir) bir müslüman adamın Makin ahalisine ümit vermeye çalıştığından bahseder. Bu kişi 6 inçlik bir howitzer güllesini yere yatırıp artık vadide bir daha patlamayacaklarına dair yemin eder (fakirler yani Peştun liderler hakkında abartıya kaçan emperyal kaygı, Edward Lear gibi Viktorya dönemi hicivcilerine ilham kaynağı olmuştur).
Fakirin sözleri işe yaramamıştır. Pioneer'ın verdiği habere göre, topçu ateşi "iyi sonuçlar" alınacak şekilde sonraki iki gün devam etmiştir. 23.gün "Makin, Ladka'daki 6 inçlik howitzerlerle bombalanır." Habere göre bu topçu ateşi "büyük manevi bir etkiye sahiptir" ve "sâkinleri artık ailelerini de götürmektedir." Kadınların ve çocukların hazır bulunduğu bir sivil köyün bombalanmasının manevi etkisinin doğası hakkında bir açıklama ise yer almıyor ne yazık ki. İki sonra, havadan yürütülen gözlemler sayesinde, Ladka'daki howitzerler ve "Piazha kampındaki silahlar" benzer bir diğer köye yönelirler.
Egzotik adlara sahip dağlık köylerdeki küçük ve fena çatışmalar hakkındaki hikayeler, seçkinlerin ve basının İmparatorluğun bir şekilde tehlikede olduğuna dair garip kanılarına tuhaf bir şekilde uygun gelmiştir; aynısı bugün de yaşanmaktadır. Pakistan'da yayınlanan The Nation gazetesinin 7 Temmuz 2009 tarihli nüshasında Swat vâdisindeki askeri harekât hakkında tipik haberlerden biri vardı ki sanki 20.yy'ın başlarından çıkıp gelmiş gibidir. Şunu akılda tutun: Obama yönetiminin kendisini ve Amerika'nın Büyük Ortadoğu'daki konumunu koruması için Pakistan hükümetini zorladığı bir harekâttır bu ve iki milyon kişi yerlerinden çıkartılmış, Pakistan'ın tüm bir kuzeybatı bölgesi gerçek bir istikrarsızlığa itilmiştir. Haber şöyle devam ediyor: "Banjut Swat'ta arama operasyonları düzenleyen güvenlik kuvvetleri, silah, mühimmat, ilaç ve erzak taşıyan 50 katır ele geçirdi ve birkaç teröristi yakaladı. Thana'da yapılan arama operasyonları sırasında geliştirilmiş bir patlayıcı düzeneğin infilak etmesi sonucunda bir asker yaralandı. Tahirabad ve Mingora'da yapılan bir operasyon sonucunda cerrahi ekipmanlar, dokuz adet el bombası ve bir militanın evinde büro mobilyası ele geçirildi.
Âşina olunmadık yer isimleri, el konulan katırlar ve aşiret militanlığından duyulan korku, yaklaşık bir asır önce Pioneer'da yer alan haberlerden pek farklı değildir. İngiliz Valisi Rufus Isaacs gibi konuşan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 14 Temmuz'da şöyle dedi: "Ulusal güvenliğimiz ve Afganistan'ın geleceği, istikrarlı, demokratik ve ekonomik bakımdan ayakta duran bir Pakistan'a bağlıdır. Yeni Pakistan hükümetinin demokrasilerini ve ortak güvenliğimizi tehdit eden militanların üstesinden gelme azmini alkışlıyoruz.
1921'de nasılsa 2009'da da öyle; hafif müsademeler / çatışmalar batı kamuoyunda ihmal edilmiştir, dünyanın kaderi dengede asılı diyen politikacıların çılgın iddialarına rağmen.
Hem o gün hem de bugün Peştunlar hakkında paranoyak bir görüş
21 Temmuz 1921'de Allahabad Pioneer'ın bir muhabiri – hararetli olduğu derecede isimsiz bir muhabir – Veziristan'daki bazı ateş teatilerinin batı medeniyeti adına nasıl da ehemmiyetli sonuçları olabileceğini açıklıyordu. Askeri bütçeye karşı "sorumsuzca yapılan eleştirilere" saldırıyor ve Mehsud aşiretiyle yüzleşmeleri gerektiğini söylüyor; "Hindistan'ın bugünün dünyasındaki stratejik konumu nedir" diye soruyordu. Temel bir soruydu. "Hindistan'ın yüzlerce millik hudutları boyunca binlerce zorlu savaşçı doğdukları günden beri savaş ve soygun için eğitiliyorlar, Hindistan ovalarının zenginliklerini bir an olsun asla unutmuyorlar ve güvenli olduğunu düşündükleri takdirde yarın yağma için tümü de üşüşecektir ve bazıları daha şimdiden bizimle savaş içinde."
Peştun aşiretlerin, olağan askeri mülahazalar çerçevesinde nasıl bir meydan okuma teşkil ettiklerini açıklamadığını not edin. Nitekim savaşçıların sayıları, eğitimleri, teçhizatları, taktikleri, levazım ve ikmalleri üzerinde dikkat kesilmeyi gerektirir ki bunları izah ettikten sonra Hindistan ovalarına yönelik bahsedeğer bir tehdit olmadıkları ortaya çıkacaktır. Ne ki onları kendi topraklarında kontrol etmesi zordur. "Muhabir" "sınır muhafaza ve izleme gibi ağır bir görevi" takdir etmede zaafa düşen şehir kâtipleriyle dalga geçmeyi tercih etmektedir.
Şahin muhabire göre aşiret tehdidinin yanısıra bir de "Hindistan sınırının ötesinde büyük bir ülke (Afganistan) var ve onunla aramızda teknik anlamda bile bir barış yok." Yeni kurulan ve o Şubat ayında Afganistan'la dostluk anlaşması imzalayan Sovyetler Birliği, radikal Peştunların ardındaki gerçek tehdit olarak gittikçe büyüyordu. "Onun ötesinde yine kudurmuş dev bir ulus var ki kılıçtan başka hak tanımaz, tecavüz, yağma ve cinayetten başka birşeye iman etmez; hedefine ulaşmak için hiçbir yerde durmayacaktır, diğer amaçları bir yana, bilhassa Hindistana saldırmak için açıkça göz dikmiştir.
Sömürgeciliğe karşı aşırı derecede olumsuz bakan ve Çar İmparatorluğunun Orta Asya ülkelerini özgür bırakmayı ciddi bir şekilde düşünen Sovyet lideri Vladimir Lenin'in Hindistana tecavüz edeceği iddiası, emperyal propagandanın inanılacak en son iftirasıdır. "Muhabir" bunu kabul etmemektedir; "askeri bütçeyi eleştirmeye cüret edenler Mehsud'la, Vezir'le ve Bolşevikler'le tatlı tatlı konuşmaya çalışmalılar" der.
Günümüzün bilgeleri de kontrol dışındaki Peştunları jeostratejik buzdağının sadece tepesi olduğunu, altında habis el Kaide tehditinin, İran gibi sorunların yattığını söylerler (İran'a, Afganistan'daki hiper-sünni, şii'den hazzetmeyen Talibanı destekleme suçlamaları yapılmıştır ki akıl almaz bir iddiadır). Bu asırda, fırsat düştükçe Rus ayısı bir kez daha Peştun aşiretlerle ilişkilendirilmiştir.
Sözkonusu olan İngiltere İmparatorluğu olduğunda, emperyal korkular her ne olusa olsun, Hinduş dağlarındaki askeri harekâtların masrafları ve yol açtığı can kayıpları, bu tür çatışmaların nispeten sınırlı bir zamana yayılmasını sağlıyordu. Pioneer gazetesinin 26 Ekim 1921 tarihli nüshasında, Hindistan'daki İngiliz yönetiminin Veziristan'da aşiret üyelerinden oluşan paralı askerlere dayalı yeni bir sistemi uygulamaya kararlı olduğu haberi vardı.
"Geçen yıl Hayber'de törenle başlatılan son derece başarılı bu sistem, 40 yıl önce moda olan yöntemlerin bir uyarlaması gerçekten." Silah ve teçhizat verilen aşiret komutanları bir ücret karşılığında emperyal muhabere hatlarını koruyor ve yol güvenliğini sağlıyorlardı. "Dolayısıyla topraklarında asayişi sağlamada çıkarları var ve öfkeli tiplerin gözleri döndüğünde aşiretler arasındaki daha istikrarlı unsurlara destek verirler." Makaleye göre bu sistem, sırf geçici bir yatıştırma değeri olan cezalandırıcı askeri seferlerin yıkıcı maliyetine bir son vermek üzere benimsendi."
Dalgın imparatorluk, hasımları denetimde tutmanın bir yolu olarak, yabancı başkentlere sâdık ve maaşları onlar tarafından ödenen yerli aşiret askerleri toplamayı yeniden keşfediyor. Amerikan Dış İlişkiler Konseyi geçen yıl "ABD ordusu komutanlarının, el Kaide ve Taliban hedeflerine karşı Afgan aşiret üyelerini istihdam etme imkanları üzerinde çalıştıklarını" haber vermişti. el Anbar'daki sünni aşiret üyelerini militanlara karşı düşüren Irak'taki sünni uyanıştan ilham alarak tersine dönen Afganistan stratejisi, gücü Kabil'den ülkedeki sayısız milislere doğru yaymaya bakıyor. Benzer şekilde Pakistan hükümeti de Bajaur gibi FATA bölgesinde, Taliban'a karşı aşiret savaşçılarını istihdam etme teşebbüsüne girdi. Şimdi bu stratejinin başarılı olup olmayacağını bekleyip görmek gerekiyor.
Peştun halkı, iki dünya savaşı arasındaki zamanda ve 21.yy'ın başlarında, her iki zaman diliminde de dünya başkentlerinin kaygı nesnesi olmuştur ki oluşturduğu güçlükle bütünüyle nispetsiz bir kaygıdır bu. En nihayet 20.yy'da İngiliz adalarına gerçek tehdit Churchill'in "uygar" Avrupalı komşular dediği ülkelerden birinden geldi. İngiltere'nin kuzeybatı sınırında ve artbölgesindeki hiçbir şey işe yaramadı. İngilizlerin elideki aşiret yönetim birimleri ve sınır bölgeleri 1940'larda daha önce hiç olmadığı kadar sallantıdaydı ve aşiretler daha bir iddialıydı. İngilizler 1947'de altkıtadan çıkmaya mecbur kaldıklarında, Londra'nın Peştunlar hakkındaki kaygısı ve Peştunların dünyayı değiştiren potansiyelleri buhar olup gitmişti.
Bugün, Vezirlerin ve Mehsudların batı medeniyetine müthiş bir tehdit olduklarını yine duyuyoruz. Himalayaların eteklerindeki uzak köylerin kontrolü adına verilen aşiret mücadeleleri, Kuzey Atlantik dünyası için ölüm kalım meselesi olarak tasvir ediliyor. Yine, havadan keşif, bombalama, topçu ateşi ve -bu kez-sivillerin yerlerinden çıkartılması sözkonusu ki hiçbir İngiliz valisinin tahayyül edemeyeceği çapta yürütülüyor.
1921'de, küçük, zayıf Afgan emirliklerinden neşet eden İngiliz İmparatorluğuna yönelik müphem tehditler ve henüz doğmuş Sovyetler Birliği, Peştunlar hakkında paranoyak bir görüşü desteklemişti. Bugün ise ABD ve NATO yetkililerinin Taliban dediği Peştunların el Kaide ile -hatta İran ve Rusya ile - sözümona birbirine dolanması, Washington ve Brüksel'in askeri ve istihbari çalışmalarını bir kez daha dağ köylülerine odakladı.
Militan ilahiyat öğrencisi olmak bakımından, hakikatte Peştunların, hatta isyancı Peştunların çok azı Taliban'dır; Taliban denilen grubun çok azı el Kaide'den kalan küçük parçayla ilişkilidir. İran ve Rusya hakikatte bu ikincisini elbette ki desteklememektedir. ABD ve NATO'nun, Durand Hattı'nın iki yakasındaki 38 milyonluk Peştunların politikasını 21.yy'da zorla şekillendirme teşebbüsünde, kan akıtmak ve para harcamak için makul nedenleri olabilir. Peştunların Kuzey Atlantik dünyasına müthiş bir tehdit olması bu nedenlerden biri değildir.
Dünya Bülteni içi çeviren: M.Alpaslan Balcı