Obama yönetiminin Amerika'nın hastalıklı bankaları için yaptığı 500 milyar dolar veya daha fazlasını içeren öneri, finans piyasalarındaki bazıları tarafından bir kazan-kazan önerisi olarak tarif edildi. Aslında bu bir kazan-kazan-kaybet önerisi: Bankalar kazanacak, yatırımcılar kazanacak ve vergi mükellefleri kaybedecek.
Hazine Bakanlığı bizi içinde bulunduğumuz beladan, özel sektörün dünyayı çökertmek için kullandığı kusurlu sistemi kopyalayarak çıkarmayı umuyor; kamu sektörünün aşırı borçlanmasının, aşırı karmaşıklığın, zayıf teşviklerin ve şeffaflık eksikliğinin damgasını vurduğu bir önerisi var.
Bir an için bu karmaşaya en başta neyin yol açtığını hatırlayalım. Bankalar 'aşırı kaldıraçla' - yani kendi sermayelerinin daha az bir miktarını kullanıp son derece riskli emlak varlıkları satın almak için ağırlıklı olarak borçlanarak- kendilerinin ve ekonomimizin başını belaya soktu. Bu süreçte, CDO (Collateralized Debt Obligations- Teminatlandırılmış Borçlanma Yükümlülükleri) gibi fazlasıyla karmaşık araçlar kullandılar.
'Ters seçim' etkisi zarar ettirir
Yüksek telafi beklentisi yöneticilerin miyop davranmasına ve dikkatli biçimde borç vermek yerine aşırı risk altına girmelerine olanak tanıdı. Bankalar tüm bu hatalara kimsenin haberi olmadan imza attılar; bu kısmen yaptıklarının büyük kısmının 'bilanço dışı finans' olmasından kaynaklanıyordu.
Yönetimin planı teoride, ödenmemiş mortgage kredileri ve bu kredilere dayanan menkul kıymetler de dahil olmak üzere bankaların 'zehirli tahvillerinin' fiyatlarını piyasanın belirlemesine izin vermeye dayanıyor. Fakat gerçek şu ki, piyasa bizzat bu zehirli tahvilleri değil, onlara dair opsiyonları fiyatlandıracak.
Bunların ikisinin birbiriyle çok az alakası var. Hükümetin planı aslında neredeyse bütün kayıpları garanti altına almakla ilgili. Özel yatırımcılar zararın büyük kısmından etkilenmeyeceklerinden dolayı, öncelikli olarak potansiyel kazanımlarına 'değer' biçeceklerdir. Bu bir seçenek sunulmasıyla tıpatıp aynı şey.
Değeri bir yıl içinde sıfır veya 200 dolar olma ihtimali yüzde 50-50 olan bir varlık düşünün. Bu varlığın ortalama 'değeri' 100 dolardır. Faizi göz ardı edersek bu, varlığın rekabete dayalı bir piyasada satılacağı, 'değeri' olan miktardır. Hazine Bakanı Timothy Geithner'in planına göre, hükümet varlığı satın almak için gereken paranın yaklaşık yüzde 92'sini sağlayacak, fakat herhangi bir kazanımın sadece yüzde 50'sini alacak ve kayıpların neredeyse tümünü üstlenecek. Ne ortaklık ama!
Hazine'nin yaratmaya söz verdiği kamu-özel sektör ortaklıklarından birinin söz konusu varlık için 150 dolar ödemeye istekli olduğunu varsayın.
Bu miktar varlığın gerçek değerinden yüzde 50 daha yüksek ve banka son derece mutlu bir şekilde varlığı satacaktır. Dolayısıyla özel ortak 12 dolar koyuyor ve hükümet de 12 doları doğrudan, 126 doları da garantili kredi şeklinde olmak üzere kalanını veriyor.
Eğer bir yıl içinde bu varlığın gerçek değerinin sıfır olduğu ortaya çıkarsa, özel ortak 12 dolarını, hükümet de 138 dolarını kaybediyor. Gerçek değer 200 dolarsa, hükümet ve özel ortak, 126 dolarlık kredinin ödenmesinin ardından kalan 74 doları bölüşüyor. Bu pembe senaryoya göre, özel ortak 12 dolarlık yatırımının üç katından fazla kazanıyor. Fakat 138 dolarını riske atan vergi mükellefi sadece 37 dolar kazanıyor.
Fakat Amerikalılar, ters seçim diye adlandırılan bir etkiden dolayı bu hesaplamaların işaret ettiğinden daha da fazla kaybedebilir. Bankalara, satmak istedikleri kredileri ve menkul kıymetleri seçme şansı veriliyor. En kötü varlıkları, özellikle de piyasanın olduğundan fazla değerlendirdiğini (dolayısıyla fazla ödeme yapmaya istekli olduğunu) düşündükleri varlıkları satmak isteyeceklerdir.
Banka-piyasa ilişkisi aynı kalır
Fakat piyasa muhtemelen bunun farkına varacak ve bu durum da ödemeye istekli olduğu fiyatı aşağı çekecektir. Bu 'ters seçilim' etkisini aşacak tek şey, hükümetin yeterli miktarda kaybı üstlenmesi olacaktır. Hükümet kayıpları üstlenirken, piyasa bankaların onları en dandik varlıkları satarak 'kazıklayıp kazılamadığıyla' ilgilenmeyecek, hükümet bedeli nasıl olsa ödüyor diye düşünecektir.
Ana sorun sadece likidite eksikliği değil. Öyle olsaydı, kredi garantisi olmadan sadece kaynak sağlamaya dayalı çok daha basit bir program işe yarardı. Gerçek mesele şu ki, bankalar bir balon içinde kötü krediler verdi ve aşırı borçlandılar. Varlıklar için adil piyasa fiyatları ödemek işe yaramayacak. Bankaların yeniden sermayelendirmesi ancak varlıklar için fazla para verilmesiyle gerçekleşebilir. Fakat fazla ödeme de kayıpları basitçe hükümetin hanesine geçirir. Bir başka deyişle, Geithner planı sadece vergi mükellefi büyük kayıp yaşadığında işe yarıyor.
Ulusallaştırmaya yabancı değiliz
Bazı Amerikalılar hükümetin bankaları geçici olarak 'ulusallaştırma' ihtimalinden korkuyor, fakat bu seçenek Geithner planından daha tercih edilir olacaktır.
Nihayetinde, Federal Mevduat Sigorta Fonu (FDIC) daha önceden başarısız olan bankaları kontrol altına aldı ve bunu başarılı bir şekilde yaptı. 1984'te el konulup birkaç yıl sonra özel ellere geçen Continental Illinois ve geçen eylülde alınıp hemen yeniden satılan Washington Mutual gibi büyük kurukları bile ulusallaştırdı. (Columbia Üniversitesi'nde ekonomi profesörü, eski Dünya Bankası başekonomisti, 2001 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi, 1 Nisan 2009)
Kaynak: Radikal