Gel ey zaaflarımın tapınağı,

Kutsallarımın zahiri gel.

 

Korkularımı biriktirdim sen kaçır diye,

İnançlarım, tali yolda kanayaklı, gel.

 

Vakit şimdi tamam oldu,

Öncesi-sonrası anlamsızlık oyunu.

Yükseklere göz dikmişim ezelden,

Ama kuşlarla inatlaşmam söz, yeter ki gel…

 

İmkansızı istemek hastalığının ilacı yok elbette.. Yahut birisine “imkânsız ol” görevini yüklemeyi düşündüren, arızalı tarafımızın tedavisi de… Bu ihtiyaç nerden doğar ve böylesi baş belası kesilir insanlığa bilinmez. Ama neye inanırsa inansın, hemen bir arayışa başlar şu Ademoğlu, “en olma” veya  “oldurma” hevesiyle…

 

Önce….

 

Kendimizi bir türlü beğendiremeyiz kendimize… Bir yandan aşağılık kompleksiyle hadım ederiz nefsimizi, diğer yandan taparız nefsimize tapmaların en şirkçesiyle... Ürettiğimiz arafta gider geliriz, seçeriz bir tanesini ancak sanılarımızın iradesiyle. Eğer kendi kendimize beceremediysek bu işi, korkmayız hiç, hemen buluşturur bizi nefsimiz en yakında duran bir bilirkişiyle…

 

Sonra…

 

Yükleriz anlamların en yücesini, bu bilirkişi denilen asilzadeye. Dinleriz duymak istediklerimizi, seyrederiz görmek istediklerimizi, tabi ki nefis terbiyesiyle. Bu Yaradan’ın hediyesi, pir-ü pak şahsiyet, tezahürüdür olmak istediğimiz kendimizin, ta ki nefis, zıt düşene kadar tezahürüyle…

 

Sonra…

 

Açılır perde… Kusur oyunları matinesi başlamıştır en görkemlisinden, seyircisi bol, senaristi firar etmiş haliyle.. Çok alkışlı, pek nasihatli finalin ardından, kapanır perde, bir daha açılasıya kadar yeni bir bilirkişiye…

 

Çok sonra…

 

Boşlukta gezer gibi gelir tek başınalık, kendine katlanmak güç gelir zavallı âdemoğluna. Bu sefer bilirkişi kendisi olmak ister, başkalarının hayallerine yabancı olmadığını bilen edasıyla. Başlar kısırdöngüsü, uçtukça uçurur, uçurdukça uçar, acemi heyecanıyla. Alan memnun, satan memnun, beslemek ne güzelmiş nefsi, kendi çıkarlarıyla. Ama ne yazık ki bütün başlangıçlar bitişlere gebe. Son gün, vurur kendini diğer bir bilirkişinin kör kurşunlarıyla…

 

Çok daha sonra…

 

 

 

Putlarımı kıramadım, gel

Yenisini doğurdum, utanmadım, gel

Kalu Bela’daki yeminimin peşine,

 

Yüzsüz yalanım ol, gel ey nefsim,

Ne olur gel…

 

Bitmeyen bu savaşta,

Nefis oyunlarını fark edip, savuşturmak dileğiyle…