Erkan Mumcu biraderimiz Ağar'ı, “Milletin önünde hesap vermeye” çağırıyor. Lakin, milletin ne böyle bir talebi, ne de beklentisi var.
Millet “hesabı” (seçimde) çoktan kesti ama Mumcu bir türlü 'park' etmeye yanaşmıyor.
Üç beş köşe yazarının üzerinden son sür'at gündeme taşımaya çalıştığı mevzu ekmek çıkarılmaya müsait olsa, Ağar, “Git işine, başka işin mi yok!” dercesine uzak durur muydu hiç?
Mumcu'nun bunu anlamaması, anlamak istememesi gerçekten anlaşılır bir hal değil.
Galiba, 90'lı yıllardan itibaren yoğun bir şekilde dillendirilen, “merkez sağda birlik” düşüncesinin etkisinden kurtulamamış hâlâ.
O vakitler Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller partilerini birleştirmeyi başarabilseydi belki bir 'anlamı' olabilirdi.
Ama şimdi…
Ne idüğü belirsiz merkez telakkisine sahip birkaç köşe yazarının hevesinde kalan o eski 'şarkılar' artık tarih (bardak!) oldu.
Şöyle bir hatırlayalım:
Mumcu, 2002 seçimlerinin ardından devraldığı umutsuz vak'a ANAP'ı, (şahsi gayretiyle) 'yaşam destek ünitesine' bağlayarak cumhurbaşkanlığı seçimine kadar sağ salim taşımayı başarmıştı.
Hiç küçümsenecek bir başarı değil bu...
Yazık ki yazık, Meclis'e girmeyerek, canından can vermeye çalıştığı ANAP'ın fişini 'yaşam destek ünitesinden' bizzat kendi eliyle çekti.
Yani, Mesut Yılmaz'ın elinde beyin ölümünü idrak eden ANAP'ın son nefesini vermesi, onu yaşatabilmek için çırpınan Mumcu'ya 'nasip' oldu!
Şu feleğin işine bakın ki; ANAP'ın sararıp solmağa yüz tutmuş kurumsal rengini değiştiren Mumcu'nun (“hayata dönüş”ü imleyen) yeşili, partisine tabut örtüsü olarak tecelli etti.
Allah taksiratını affetsin!
Mumcu, ANAP, DYP ittifakı gönlünce nihayete erseydi, seçim sonuçunun farklı olacağını mı zannediyor?
En fazla bir puan yukarı, bir puan aşağı olurdu. Geniş muhayyilesi bu kadarcık şeyi kavrayamıyor mu?
Gerçekleşmediği için ortalığı velveleye verdiği o 'gecekondu ittifakından' başka ne umuyordu ki?!
Mesele nedir?
Niçin her fırsatı ganimet bilip (veya olmadık/ikame vesilelerle kendisine fırsat oluşturup) Ağar'ı tartışmaya davet ediyor?
Sayın Ağar (Ali Taran marifetiyle söylersek: Mehmet), konuşmak istemediğini, karizmasına zeval vermemek için, “Höst, tadını kaçırma, hatırını yıkarım!” yollu kamuflaj altında ifade ediyor, neden anlamak istemiyor?
Erkan ilen Mehmet tartışacak da, Türkiye sosyolojisinden habersiz üç-beş kaselis şaşkolozun, üç-beş anakronik ahmağın merakına meze olmaktan başka, kime, ne faydası olacak?
Büyük bir iştiyakla arzuladığı tartışmadan muradı, siyasi ikbal yatırımı veya şahsi bir hesaplaşma değilse; yani, ben millete hesap vermekten kaçınmayan şeffaf, sorumlu, dürüst politikacı tutumu sergilemek istiyorum, diyorsa, her şeyden evvel, Meclis'e niçin girmediğini, bizi ikna edecek netlikde açıklasın!
“Milletin önünde hesap vermeye” o kadar hevesliyse, (cumhurbaşkanlığı seçiminde) milletin Meclisi'nden niye kaçtığını vuzuha kavuştursun.
Bu sefer, 27 Nisan sabahı gibi, yol gösterici demokratik bilge edasıyla, iki saat konuşup hiçbir şey söylememe marifetine sakın tevessül etmesin.
Çünkü, o günkü açıklamaları, maalesef, “Ah be, şu gerilim biraz daha artsa da yolumuzu bulsak…” şeklinde algılandı.
Hülasa, gerilimin vahametine vurgunun ötesinde, kendisinde vehmettiği yatıştırıcı özelliği belirgin kılması için, var olan gerilime sanki elektrik veriyor gibiydi.
Seçim bitti, iş-işten geçti. Şimdi boşu boşuna ciyaklamanın, ahırda kaybolanı tarlada aramanın âlemi yok.
Biliyorum, (kim olursa olsun) düşene vurmak yiğitlik değildir.
Mumcu'nun, kör gözüne parmağım boyutunda tebarüz eden, “yıkılmadım, ayaktayım” lüzumsuzluğu olmasa, yoktan yere bu kadar kelime yakmazdım.
Sayın Mumcu içine düştüğü travmayı bir an önce atlatmalıdır. Ya Ağar gibi itiraf edip bir köşeye çekilerek kendisini dinlemeye almalı, ya da bildiklerini açıklamalı.
Kaynak: Yeni Şafak