Fransız fotoğraf sanatçısı JR'ın 28 mm.lik objektifiyle çektiği Women are Hereos (Kadınlar Kahramandır) başlığını taşıyan fotoğraflarını baştan sona inceleyen bir araştırmacı, sanatçının çelişki ya da paradokslar üzerinden tasarladığı bu bir dizi fotoğrafla önceki çalışmalarında da yaptığı gibi izleyicilerin ezberlerini bozma, bir irkilme, hayata bakış itibarıyla bir sıçrama yaşamalarını sağlamak amacıyla, 'kendini olabildiğince bırakmış' görünen kadınları özellikle seçtiğini düşünebilir.
Türkiye'de Brezilya, en çok pembe dizileriyle hatırlanan bir ülke. Favela mukimleri, renkli simaları, şen konuşmaları, dayanışma ve dostluk sergileyen ilişkileri, vefa, diğerkâmlık ve fedakarlık gibi erdemleriyle bu dizilerde, Türk dizilerindeki seyirciye cazip gelen hakiki hayatın seslerini yansıtmak üzere senaryolara katılan "mutfak elemanları"nın tuttuğu yeri tutuyor.
Pembe diziler, geniş izleyici kitlesinin yoksullardan oluştuğu Brezilyalı'ların modern peri masalları olmalı. Yoksulluğun çirkin yüzünü, sihirli kelimelerin ve görüntülerin süslediği perdelerle örtebilirsiniz. Sabır, şükür, tevekkül gibi kavramlarınız vardır ayrıca. Bu dini istilahlar İran'da 70'li yıllarda Ali Şeriati gibi bir düşünürün kaleminde dönüşerek kitleleri despotizme ve sömürüye karşı uyandıran bir etkiye sahip olmuşlardır. (Biygrafisinin yazarı Rahnema'ya göre Şeriati, bütün müslümanların kelime haznesindeki yaygın olarak kullanılan terimleri alarak sakin ninniler elektrik akımlarına dönüşene kadar yeniden yorumluyordu. İranlı Şiilerin tarihsel hafızasında tevekkül, kadercilik ve kendine duyulan acıma hissiyle çınlayan kelime ve kavramlar, onun kullanımında birden güçlü ve dinamik eylem kavramlarına dönüşüyordu.)
Aynı kelimelerin, 70'li yıllarda Güney Amerika'da yoksul ve dindar halk kitlelerinde benzeri bir etkiyi uyandırdığını biliyoruz. Bu kelimeler ve kavramlar kullanan kişiye ve bağlama göre bazen, Marks'ın dediği gibi yoksulları uyutan bir dinin kelimelerine dönüşebilirler.
Fotoğrafları çekilen kadınların ekseriyetle acı ve çileyle harmanlanmış, yoksunluklarla dolu bir hayat sürdürmekte olduğuna karar verebiliriz, yüz çizgilerini okumayı denersek. 28 mm'lik objektifin daha da deforme ettiği, hayata başvermekle hayat karşısında bilgece bir duruş edinmek arasında anlamlar ileten yüz ifadelerine sahip çoğu. Onlarla ilgili olarak neden bu denli karamsar ifadeler kullanıyorum?.. Sadece fotoğraflarıyla tanıdığım kadınlar hepsi. İçlerinden bazıları hele, daha çocuk yaşta sayılabilir. Genç ve aydınlık yüzlü olanları da var aralarında, bu 'kahramanların'..
Uzaklardan gelen turistlerin tur programında yer alacak kadar ülkelerinin çarpıcı bir gerçekliğine dönüşen ve bir yoksulluk batağını andıran mahallelerinde, her şeye rağmen onurlu bir hayat sürdürüyor olmalarına borçlu olmalılar, JR'ın onlara yakıştırdığı 'kahramanlık' niteliğini.
"Dünya yok", diye yazıyor, Alain Badiou ve ekliyor: "Bunun nedeni de basit: Gezegeninde yaşayanların çoğunluğunun bir addan, basit bir addan bile yoksun olmaları."
'Bir 'şahsın', bir 'hiç kimse'ye, 'öteki' konumuna indirgenmesi, ırkçılığın insafsız entrikası...' diye yazıyor, Helene Cixous da...
Bu kendini 'hiç kimse' hissetme durumu, Meksikalı şair Octavio Paz'ın denemelerinde de sıklıkla karşımıza çıkıyor. Paz'ın denemeleri aynı zamanda, yerli ve İspanyol kültürlerinin karışımıyla oluşan Güney Amerikalı insanın ruh dünyasını daha yakından anlamamaza da olanak tanıyor.
Favela kadınları kuşkusuz her gün 'Bu gün ne pişereceğiz?" diye soran insanlar. 20. yüzyılın başlarında, İstanbul'un bir yoksul mahallesinde Mehmet Akif'in "Ne o Bacı?" diye halini hatırını sorması üzerine, "Ot yiyoruz, n'olacak' diye cevap veren, tenceresinde ot pişiren kadınlarını akla getiriyorlar. Ben 21. yüzyılın başları sayılabilecek içinde bulunduğumuz yıllarda da ot toplama yoluyla hayatını kazanan kadınlarla tanıştım Batman, Erzincan, Bakü, hatta İstanbul pazarlarında. Dereden tepeden veya kendi daracık bahçelerinde yetiştirdikleri otları toplayarak satıyor, gündelik geçimlerini işte bu satış sonucunda ellerine geçen parayla sağlamaya çalışıyorlardı. Yüz ifadelerinde, arka planda neler yaşıyor olurlarsa olsunlar, bunları onur meselesi sayarak içine atmanın getirdiği, Anadolu insanına özgü mütevekkil ve durgun, aynı zamanda Nuri İyem kadınlarınınkini hatırlatan ketumlukta bir anlamın baskın olduğu söylenebilirdi.
JR'ın belki de çöp toplayarak geçimlerini sağlayan 'kahraman' kadınları, ot toplayan kadınlarınkiyle kıyaslanamayacak denli zor hayatların içinden geldikleri izlenimini uyandırıyorlar. Yop-yoksulluğun baskılarına boşvermenin sınırında kurulan 'muhacir' bir hayat tarzı, sürdürdükleri. Yitirebilecekleri pek az şey kaldığı için de kolaylıkla dalga geçebilirler, cinsel özelliklerini kaybetmiş ya da bakışları ve duruşlarıyla görünmez kıldıkları bedenleriyle. Bu onlara bir tür özgürlük de sunuyor belki: Artık sadece beden değiller, aslında hiç bir zaman sadece beden olmadılar da, o nedenle böylesine rahatlar gerçek olanı çarpıtmaya meyyal bir objektifin karşısında. "Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye –özellikle görsel bir nesneye- seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur", diyor ya John Berger, Görme Biçimleri'nde… Bu fotoğraflar Berger'in tespitlerinin kapsamakta zorlanacağı kadınların varlığını hatırlatıyor. Doğasal bir sapma mıdır söz konusu olan? Elbette her şeyden önce gelen, hayatta kalabilmektir.
Ocak mutlaka tütmeli, tenceredeki su patates haşlamak ya da makarna pişirmek için olsun kaynamalı. Hayat çoğunlukla gündelik meşgâlelerin telaşıyla geçiyor, geçmekte. Günübirlik bir yaşantı da denilebilir buna. Gelecek tasarımları yok. Böyle bir varoluş hali, bir tür (ironik) hoşluk katıyor olmalı hayatlarına, yüz çizgilerinden bunu okuyorum. Espri anlayışları, hoşgörüleri gelişmiş. Acıyı olabildiğince tanıdıktan sonra, ondan etkilenmemeye başlar ve başka bir duyumun alanına taşınırsınız.
Favela kadınları bir mücadele azminden yoksun değiller; bunu salt fotoğraflarının uyandırdığı bir izlenim olarak değil, çocuk yaşlarda okuduğum, belleğimde iz bırakan bir kitabın etkisiyle dile getiriyorum.
Bir geçim kaynağı olarak çöplük olgusuyla yazılı olarak ilk kez Carolina Maria de Jesus'un Çöplük isimli kitabı aracılığıyla tanışmıştım. Bu kitap, mesleği çöp toplayıcılığı olan yazarın Brezilya'nın Sao Paulo şehrinin favela denilen gecekondu mahallesindeki beş yıllık hayatının özetidir. Sao Paulo ilinin çöplüğüdür favela ve binlerce favelalı, çöplükleri karıştırılanların "yenmez" ya da "kullanılmaz" diye gözden çıkardığı artıklarla geçimini sürdürmektedir.
JR'ın fotoğraflarındaki kadınların yüzlerinin genellikle deforme ve çirkinleştirilmiş olduğundan söz ettim. Amerika'nın kuzeyi ile güneyi arasındaki farkı işaretleyen bir gösterge olarak irdeleyebiliriz bu fotoğraf oyununu. Her bir kadının yüzü farklılıkları yanı sıra ağırlıklı olarak benzeşen bir hayat tarzının gündemini yansıtıyor veya ele veriyor. Kuzey Amerikalı hemcinslerinin sadece kullanılmaz saydıkları eşyalarını değil, ameliyat masalarında yok ettiği kırışıklıkları da toplamışlar sanki çöp kutularından, favela kadınları. Kuzeyli kadınlar, lüks basımlı dergilerin sayfalarında ya da televizyon dizilerinde, estetik ameliyatlar ve benzeri yöntemlerle ölünceye kadar genç kalacak ya da yaşadıkları süre boyunca bu genç kalma ideali etrafında dönüp duracak kadınlar oldukları izlenimini veriyorlar. Onların estetik ameliyatlarla bedenlerinden bir süreliğine def ettikleri kırışıklıklar, gıdılar, fazla kilolar ve yağ katmanları, bir şekilde bu favela kadınlarına intikal etmiş olmalı, diye düşünüyor insan. Kuzeyli kadınların kırışık düzeltme ameliyatlarıyla yitirdiği mimikler de Brezilyalı kadınların başıboş mimiklerine eklenmiş adeta.
Duruşlarında, hatlarında, yoksulluktan kaynaklanan kimi hastalıkların işaretlerini okuyabilir bir sağlık uzmanı, çoğunun. Doktora gitmeye, ayakta duramaz hale geldikleri vakit yanaştıkları tahmin edilebilir. Belki çöp varillerinden intikal eden kimyevi artıklarla zehirlenmeye devam ediyordur içlerinden biri veya birkaçı, ya da bazıları henüz farkında değildir sağlıksız/yetersiz beslenmenin vücutlarında yol açabileceği çöküntülerin.
Onlara bakarken dehşet duymamızı, irkilmemizi, kendimizden utanmamızı, belki kendi beden algılarımızı yeniden gözden geçirmemizi istiyor olabilir JR. Bugün dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun, hangi inanca mensup olursa olsun, eğitimli kadınların büyük kısmı, Batılı Beyaz Erkek Özne'nin takipçisi olarak şekillenmiş Batılı Beyaz Özne Kadın modelinin baskısını üzerinde duyuyor. Modernleşmeye çalışan ülkelerin dar ufuklu ve aceleci politikacıları, modernleşme hamlelerini çoğunlukla Batı hayat tarzının geçerli modasının imgelerini yansıtan fotoğraflar üzerinden sürdürmeye ve doğrulamaya çalışıyorlar.
Miladi 1000'li yıllarda Hristiyan toplumlarda kadının bir ruhu olup olmadığı tartışılıyordu. Modernite ile birlikte kadın, tashih edilen bu kültürde insan olarak kabul gördü, ama bunun bedeli olmalıymış gibi, insanlığı Batılı Beyaz Özne erkeğin hayat felsefesine uydurularak onaylanan bir kadın modeli ileri sürüldü. Bu kadının hayattaki duruşu, idealleri, yaşama tarzı, görünüşü, zevkleri… bütün kadınlar için tartışılmaz idealler olmalıymış gibi sunuldu dünya halklarına.
Batılı kadın günümüzde, bütün kadınların, kadınlık tarihinin özünü yansıtıyor sanki. Batılı kadın görüntüsüne sahip değilseniz, en azından o kadının görüntüsünü kazanmak için çaba sarfetmiyorsanız, modern dönemlerin engizisyon mahkemelerinde bir ruhunuz olup olmadığı tartışmaya açılabilir.
JR'ın "kahraman kadınlar"ının denetimini bıraktıkları bedenlerine karşılık, ruhları engin dünyalara açılıyor olabilir mi acaba... Bu soruya cevap vermek hiç kolay değil.
Niye bu kadar yoksul bu insanlar, bu konuda sayısız veriyi arka arkaya sıralayabiliriz fakat... Ülkeleri zengin kaynaklardan yoksun olduğu için yoksul değiller her şeyden önce. Bu ülkeye 1949'da bir barış kongresi için gitmiş olan Garaudy'nin tespitiyle: "Yeryüzünün bu köşesi, Brezilya'nın ve bütün Lâtin Amerika'nın dramını özetliyor: Milyonlarca yoksulla dopdolu zengin ülkeler... Hazinelerin üzerinde yürüyoruz. Bu hazineler Şarlken'den Standart Oil'e kadar bütün fatihlerin kurbanı
"İnsanlar yeteri derecede alçakgönüllü olsaydı, meydana çıkan bu sefalet kendiliğinden hallolurdu" diye yazmış Çöplük'ü yayını hazırlayan Audalio Dantas, kitabın önsözünde. Çöplük'ün yazarı Carolina Maria de Jesus ise politikacılar üzerine şunları söylüyor:
"... Seçildikten sonra halkı boşar. Kapalı gözlerle onlara bakar artık. Hem öylesine bir gururla bizi hiçe sayar ki bizi en hassas yerimizden yaralar."
Hiç sayılmanın, adsızlığın, hiç kimse olmanın ezici baskısı bir kez daha karşımıza çıkıyor. "Oyun", bu duyguyla başedebilmenin bir yolu. Pembe dizi olabilir sözünü ettiğim, karakalabalıkları da içine alan bir festivalin aniden parlayıp sönen coşkusunun parçası olabilir. Bazen de bir futbol yıldızının olağanüstü yeteneğiyle gelişen bir hikayeye yönelir dikkatimiz, bu oyunun bir parçası olmak istediğimizde.
JR'ın fotoğraflarını çektiği kadınları gözlerimin önüne getiriyorum. Portreler, mağara resimlerini hatırlatan pürüzlü bir yüzeyin üzerinden akıp giderken, fotoğraf sanatçısının onları obje olarak kullanmak için bir kahramanlık kurgusunu maske gibi kullandığı şeklinde bir kuşku doğuyor içime. Sanatçının parlak başarılarla dolu geçmişine karşılık bu kuşkudan kurtulamıyorum. Bu kadınların daha çirkin, daha itici, daha korkutucu, daha yaşlı görünmeyi umursamamaları, rol yaptıklarına inandırıldıkları için mi? Her birinin geçen yıllara rağmen iyi-kötü bir pembe dizi kahramanı olabileceğine dair inancı koruyor olması nedeniyle mi yoksa...
Peki, yoksulluğun ve sefaletin yuvası olarak bilinen favelalarda yaşayıp da ayakta kalmak, hâlâ büyük ölçüde ışığını koruyan bakışlara sahip olmak yetmez mi kahraman olmak için...
Fotoğraflarını incelediğim favela kadınlarından bazıları üzerine izlenimlerim kısaca şöyle:
24 yaşında: Henüz bir pembe dizi yıldızı adayı olarak görünüyor. Yeni bir Şakira olmayı dahi hayal ediyor olabilir.
26 yaşında. Daha genç sayılır, objektifin hilelerine karşılık çirkin görünmüyor da. Islak gözlerle bakıyor dünyaya, fakat. Nemli bakışları, onu bulunduğu zemine bağlayan sayısız sebebin perdesi. Bir sıçrama bekleyemeyiz ondan. Bulunduğu mahallede öylece yaşayıp gidecek.
47 yaşında: Orta yaşlarda, ama yaşından o kadar da büyük görünmüyor; hayret! Kendi dünyası içinde tuttuğu bir yer var; inanıyor buna. Nispeten bakımlı. Sevilmeye, ilgi görmeye lâyık olduğuna inanıyor.
64 yaşında: Sanki bir parça erkekleşmiş. Öylesine ezilmiş ki hayatın çarkları arasında, kadın ya da erkek olduğuna dair göstergeleri silikleşmiş. Abartılmış bir erkeklik (maçoluk) olgusu, Akdeniz kuşağı erkeğini tanımlar. Favela kadınının ayakta kalmak için, işte o duruşu bazen taklit ettiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. "Kadın çekerek ve yanıp yakınmadan dayanma gücünü artırarak, kendi koşullarının gerçeğini aşar ve erkeğin niteliklerine kavuşur ve onun saygısını kazanır", diye yazıyor ya Paz...
78 yaşında: Favelalarda bir kadın için hayatın ancak böyle yürüyebileceğini anlatmıştı bize, Çöplük'ün kahramanı: Ya çekiciliğinle (ve paranla) bir erkeği (bir süreliğine de olsa) kendine bağlayabilmeli, ya da bir erkek maskesi takmalısın.
64 yaşında: İçsel güzelliğine inanıyor; hayatını boşu boşuna yaşadığına inandıran derin sızısının rahat vermemesine karşılık.
63 yaşında: Kendini çirkinleştirerek dalga geçiyor dünyayla; bu bir savunma, bir korunma yolu değil miydi... Oğlu bir futbol starı, kızı da bir pembe dizi yıldızı olamayacak.
75 yaşında: Daha donanımlı olduğunu düşünüyor. Yıkılamaz, sarsılamaz daha fazla. Görünüşü konusunda özenli. Güçlü, oturaklı, yine de kendisiyle dalga geçmeyi seviyor. Rol yapmayı da...
64 yaşında: Çok acı çekmiş, görmediği kötülük kalmamış sanki dünyada. Bakışlarında neşe veya alay yok. Hayır, rol yaptığı söylenemez.
7 yaşında: O henüz gelişmekte olan bir filiz. Dünyanın kendisine, bulduğundan çok farklı şeyler sunacağına inanabileceği çağında. Yine de alaycı bakmayı öğrenmiş. Favelalarda çocuk yaştan itibaren kız çocuklarına çeyiz olarak belletilen, örselenmemeleri için erkence takılması gereken bir zırh, bir muhafaza olmalı bu bakış: Bu dünyanın olaylarını pek de ciddiye almamak gerek. Yarın her şey farklı olabilir hem, yarın her şey bambaşka görünebilir. Mucize gerçek, gerçek de mucizedir çünkü.
75 yaşında: Bir zamanlar bir bedeni var olmuş olabilir mi? Ya bakışı... Nasıl istersem öyle görünürüm!
Bu kadınları (ve kız çocuklarını) kahraman kılan belki de, hayatın güçlüklerine karşılık, dünyayı kabullenmeye devam ediyor oluşları. Kuşkusuz bu kabulü sağlayan "kader, tevekkül, aziz-azizelerin yol göstericiliğine ilişkin menkıbeler, mucizeler..." şeklinde uzayıp gidecek olan sayısız dini kavram var hayatlarında. Kahraman olmaya da peri masallarına inandıkları gibi inanma eğilimi taşıyor olmalılar. Sayısız şekilde tanımlayabiliriz kahramanı. Onu epik bir destanın satırlarından kopartarak güncelleştirebiliriz de... Fakat, Aliya İzzetbegoviç'in dediği gibi sıradan sayılan insandaki kahramanlığı betimlemek için daha derin bir analize ihtiyacımız var: "Dünya red yoluyla kazanılamaz. Bu ancak kabul yoluyla yapılabilir. Gerçekte dünyanın kabulü, onu değiştirmenin ve kazanmanın ön şartıdır."
Paz, Meksika insanı karakteri üzerindeki temelsiz yakıştırmaların, yaratıcılıklarındaki güçsüzlükten ileri geldiğini sezdiğini dile getiriyordu. Köklü aşağılık-yetersizlik duygusu, olası çözüm seçeneklerini etkileyecektir. Yaratıcılığın kısırlığı inancının kaynağı da aslında yetenekler bağlamındaki genetik kuşku olmalıdır. Söz konusu olan favela kadınıysa, yetenekleri, yeterlilikleri konusunda kuşkular daha da derinleşecektir. Favelalarda kadın, karşı cinse olduğu kadar kendi kendisine de toplumun ve kültürün isteklerinin bir temsili olarak görünür hayatın akışı içinde. Bir taraftan en yüce değerlerin temsilini üstlenen yüce bir varlık, bir azize olarak tanınmak istenirken, aynı zamanda namusu ve erdemi kolaylıkla yitirebilecek düşüklükte, vesayet altında tutulması icabeden eksik cins olmaya yazgılı sayılır.
Bütün bu buruşmuş veya buruşturulmuş yüzler, mucizelere duyulan inanç nedeniyle de, birer dayatma halinde kendilerine yönelen taleplere yürekten bir meydan okumanın, bir reddiyenin göstergeleri olarak yorumlanamaz mı...
Kaynaklar:
Alain Badiou, Sonsuz Düşünce, çeviren: Işık Ergüden, Tuncay Birkan, Metis; 2005
Ali Rahnema, Ali Şeriati-Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, çeviren: Zehra Savan, Kapı Yayınları; 2005.
Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım, çeviren: Hasan Tuncay başoğlu, Klasik, Nisan 2005.
Carolina Maria de Jesus, Çöplük, çeviren: Betül Öztoprak, Nil yayınevi; 1964.
John Berger, Görme Biçimleri, çeviren: Yurdanur salman, Metis; Kasım 1998.w
Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, çeviren: Bozkurt Güvenç, Cem yayınevi; 1990.
Roger Garaudy, Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum, çeviren: Cemal Aydın, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları; 2005.
Kaynak: Arredamento Dergisi