'İnsanları sevdiği iddiasındaki hümanist, ne zaman insanseverlik cinsinden bir soruyla karşılaşsa şu malum teraneyi dillendirir: Homo sum; nihil humani a me alienum puto (Ben bir insanım, insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir.) Şair cevap verir: "İnsani olan her şey bana yabancıdır. Görevim insani olanın dışındadır."
Bu alıntıyı Baudelaire'nin "Modern Dünyanın Ressamı" isimli kitabından not etmişimdir büyük ihtimalle. İnsanlık halleri işte bu paradoksla birlikte, olduğu ya da olabileceği hallerin beklenmedik bir yerde ve şekilde karışmalarıyla çeşitlenirler.
İnsan Suresi'nin ilk ayetinin tefsirlerine göre, insan hâlâ yaratılışını sürdürüyor, yani daha tam anlamıyla kendini tamamlamış, kendisine bahşedilmiş imkânları bütünüyle kullanabilmiş değil. Bu açıdan bakıldığında, insan henüz kendisine de yabancı yüzleri olan, dünyadaki sınavları da işte bu bilinemez yüzleri nedeniyle özel içerikler kazanan seçkin, imtiyazlı bir yaratılmış.
Toplum ve kültür, bize kendiliğimiz konusunda iki yol gösteriyor:
Neysen, o ol...
Neysen, o olma...
Neysen o mu olmalısın, yani kendini içinde bulduğun durumla birlikte kabullenmeli ve öylece de sunmalı mısın, yoksa hayatını neysen, nasıl görünüyorsan ya da kendinde ne buluyorsan işte salt onunla yetinmemek üzere yeni kanallarla besleyecek şekilde yollar arayarak mı sürdürmelisin...
Kurnazlıktan uzak, hayatın güçlükleri konusunda da mütevekkil anne-babalar ve mesleklerinin saygınlığına inanan öğretmenler, "neysen o ol çocuğum", diye öğüt verirler, kişiliği oluşmakta olan genç insana.
Yetişkinlik çağına gelince ise muhatap oldukları hantal kurumlar, "her neyse o olmayabilme"nin mevzuatını, meşru, lekesiz bir vatandaş kimliği kazanımı şartı halinde dayatırlar. Bu dayatmacı tutumun ikna odaları örneğinde başörtüsü için de geçerli olması pek de şaşırtmıyor bizi nedense.
Ali Şeriati, Türkçe'ye Prof. Hüseyin Hatemi'nin özenli çalışmasıyla kazandırılmış olan İnsanın Dört Zindanı başlıklı kitabında, kişinin salt kendi olarak var olmasını tabiat, toplum ve tarih zindanlarından kurtuluşa bağlar. Şu var ki bu düşünüre göre kurtulması daha zor olan, varlığımızı içinde bulduğumuz, ne kadarının asla kendimize ait olduğuna karar veremediğimiz, her şeyden önce kendiliğin zindanı, F tipi hücresidir.
Kendilik, özenle korunmayı hak eden bir varlık olarak anlaşılmaya açıktır, 'neysen o ol' düsturuyla yol alırken.
Kendiliğimizin içyüzünü çok az sorgularız bu durumda. Onu, hele ki orta yaşlardan itibaren bulduğumuz ve donatmaya devam ederek ağırlaştırdığımız eklemleri kireçlenmiş haliyle kabullenmeye ve saklamaya meyyalizdir. "Bu benim" deriz, eşimize dostumuza, âşık olduğumuz, birlikte ev bark kurduğumuz kişiye, "beni işte böyle olduğum gibi kabul etmelisin."
"Neysen o olma" düsturuna yönelikse gidişatımız, bizi bütünleyen, bir koza gibi sarmakta olan korunaklı hayatla çatışarak yaralar alma ve giderek bu hayattan kopma durumuyla karşı karşıya gelebiliriz. Bu karşılaşma anında, kendimizi bilmediğimiz bir yüzümüzle yeni baştan kavrayarak, kaybetmekten kurtuluruz.
İslam ahkâmına göre, ancak kendini bilen kişi olacaktır, Rabbini bilen. Kendinde olana ulaşmak için ise gösterişten uzak iyilik yönünde çaba göstermek gerek.
Taocu, Stoacı, mistik doğacı bakış açısına göre ise, kendini doğal özelliklerine göre biçimlendirmeye çalışmaktadır, kurtuluşa götüren yol. Bu bakış açısı günümüzde sentetik (ve pahalı) kendilikler kurmayı vaad eden reçetelerin talanına açılmış bulunuyor.
Neysen o olma, neysen o ol'a göre aşkınlığa açık bir değişme çabasını içerdiği oranda daha anlamlı bir düstur gibi görünüyor bana. İnsanın insanlığını tamamlamaya devam etmesi için bir şeylerin değişmesi gerekir her zaman çünkü...
Neyse o olmama yolunda direnmenin birey olma çabasıyla bir ilişkisi var. Bununla birlikte, birey olayım diye çabalarken, tek kişilik ya da çekirdek ailenin hücrelerinde kaybolup gitmek de pek mümkün..
Şair Blake'in tek başına ve kendisi için yaşayan varlığı "hasta" ilan ettiğini okumuştum bir yerde. Çünkü yalnızlık hastası, enerjiyi yaratan karşıtların çatışmasını reddeder, bu konudaki üşengeçliği ya da isteksizliğini de sözde pasifist tirfil tirfil bir eylemci maskesiyle gizler.
Neysen o olmamanın yolu yine de insani olanı, insanda olanı tanımaktan geçiyor, Baudelaire'in itirazına rağmen. Düşünen insanın yüzündeki çizgileri görüşümüzle okumaya açılıyoruz, kendi benliğimizde saklı yüzlerimizin abc'sini.
Kaynak: Taraf Gazetesi