İsrail'in Gazze'de, sivil yerleşimcilerin yaşadığı evleri vurmadan önce telefonla, 'Alo, evde misiniz, vurmaya geliyoruz' dediğini duydum haberlerde. Bu komşuluk retoriğine karşılık, savaşın ateşinden kaçarak bir yerlere sığınmaya çalışan 'komşu', daha evinin eşiğinden ayrılmadan çoluğuyla çocuğuyla yok ediliyor.

Komşuluk üzerine her felsefi tartışmanın yolu bir şekilde Levinas'a çıkıyor. "Başkasını kendine öncelemek, onu kapıdan buyur etmek; komşunun yüzünün haritasını dikkate almak, dindarlıktır. (...) Tanrı'nın gelip de sözcüklere karışıverdiği cümle ise, 'Tanrı'ya inanıyorum' cümlesi değildir. Teslim olduğum komşuya söylenen efendim'dir ki böylece ben, barışı, yani başkasına karşı sorumluluğumu ilan ederim" diye yazar Levinas, Sonsuza Tanıklık'ta ve "Başka olarak kalan Başka"ya karşı duyduğu dehşet ve alerjiyle malul saydığı Batı felsefesini eleştirir, bu felsefenin bu nedenle bir tanrıtanımazlık olarak geliştiğini savunur. Aynı'nın Başka'ya konuksever olabilmesinin bir koşulu da kendisini yabancılaştıran, özdeşliğini bozan savaşa ve totaliter rejimlere karşı çıkmaktır.

Levinas bu alanda Avrupalının bir vicdan rahatsızlığı içinde olduğu kanısındadır. Avrupa'daki "…Üçüncü Dünya'daki sonu gelmez sefaletin, faşizmin ve Nasyonal sosyalizmin acımasız öğretilerinin; ve kişinin savunulmasının Stalinizme dönüştüğü en üst paradoksa varıncaya dek süregiden binyılların sonundaki vicdan rahatsızlığına" değinir sıklıkla. (Sonsuza Tanıklık, Metis, Sf. 187, 193)

Bu eleştirilerin yazarının İsrail'in Sabra ve Şatilla dahil Filistin'de ve çevresinde yaptığı, desteklediği ya da seyirci kaldığı katliamlar konusunda sessizliğini korumuş olması nasıl izah edilebilir… İnsanın kutsallığının yanında kutsal toprağın bütün çıplaklığıyla sadece taş ve odun olarak göründüğünü yazmış olan düşünür, Batı felsefesine getirdiği eleştirileri kendi hayatında yansılayarak –Camus'nun Fransa'nın Cezayir'de işlediği kıyım karşısındaki açıklamalarını çağrıştıran kekeme bir üslupla- İsrail'in cinayetlerini onaylama anlamına gelen açıklamalara girişir.
Levinas'ın Heidegger'e getirdiği "Heidegger benim için yüzyılın en büyük filozofudur, belki de bin yılın en büyüklerinden biridir; ama bundan çok acı duyuyorum, çünkü onun çok kısa bir dönem için de olsa, 1943'te ne olduğunu asla unutamam" şeklindeki eleştiriyle çelişecek şekilde Sabra ve Şatilla katliamı sırasında okuyucularını şaşırtan açıklamalarda bulunması tarihin bir cilvesi olmalı... Her insanın başkalarına karşı sorumlu olduğu görüşünden hareketle, katliamın sorumluluğu İsrail'e ait olsa da, asıl sorumlu özellikle İsrail değildir Levinas'a göre: Sınırsız bir sorumluluğa yapılan onay, bunun yalnızca İsrail'in meselesi olmadığına yapılan vurguyla olayın sorumluluğunun komşulara, komşuların komşularına, onların yanındaki ve yanındakilere paylaştırılmasına dayanak teşkil edebilir sanki.
Zeynep Direk'in Sonsuza Tanıklık'ın önsözünde vurguladığı gibi, Levinas'ın yaptığı etik değil ama zorlama bir şekilde kendi etik anlayışına dayandırmaya çalıştığı siyasal bir savunma; ancak baştan aşağı ötekinin yüzünü dikkate alan söylemi ve etik anlayışı nedeniyle de, ikna edici olmaktan uzak… Zorlama açıklamalarıyla Levinas, 'başkası' karşısında önüne geçilmez bir alerjiyle malul olduğunu söylediği Batı felsefesine geri dönmüştür..
Bu felsefeye göre hatalı olan her zaman yanınızdakinin yanındakidir, ideal vatandaş olan sizin tarafınızdan ötekileştirilmekte sakınca görülmeyen komşunuzun komşusu, saldırıya uğrasa ve evinden kovulmuş olsa bile cezalandırılmayı hakeden de gece karanlığının belirsiz kıldığı yüzüyle, (duvarlarla, yas çadırlarıyla, ağıtlarıyla) bir kapı öteye itilen kişi...
Önceden tanımlanmış kötünün yeniden ve yeniden üretimi, ona yönelen her türlü şiddeti ve müdahaleyi genişletecek işgallerle sürüyor. Mevcut insan hakları etiğinin vardığı nokta, Arapların, Müslümanların, Ortadoğuluların içinde bulundukları işgale ve şiddete açık durumun, kendi yetersizliklerinin bir sonucu olduğunun ilanı gibidir.

Bir bombardıman, ardından üç bin beş bin mülteci; yanık, kolları bacakları kopmuş çocuklar… Sefaleti çoğaltarak süren göç görüntüleri, Batı medeniyetinin hijyenik hayat tarzının korunmasının bir gereğiymiş gibi görünüyor.

Kötü komşu insanı ev sahibi yaparmış. İsrail ise derme çatma çadırları bile çok görüyor, komşusuna, komşusunun komşusuna ve komşusunun komşusunun komşusuna da...

Kaynak: Taraf Gazetesi