Bu köşede önceki gün eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın bir mektubunu okudunuz. Yılmaz, mektubunu daha önce bu köşede çıkan kendisiyle ilgili ithamlara cevap vermek amacıyla yazmıştı, ben de cevap hakkına saygımdan ötürü mektubu virgülüne bile
dokunmadan yayımladım.
Benim Yılmaz'a yönelik ithamlarımın temelinde, bizzat Başbakan Mesut Yılmaz tarafından hazırlatılan ve sonra da kamuoyuyla paylaşılan meşhur Susurluk Raporu'nda tespit edilen çok sayıda suçla ilgili hiçbir işlem yapılmamış olması, raporda yer alan tespitlerin mahkemelere gönderilmemesi yatıyordu. Bu sebeple de Yılmaz'ı biraz ağır bir ifadeyle 'Susurluk'u örtbas etmek'le suçluyordum.
Yılmaz'ın bu köşede çıkan cevabını okudunuz, benim net ithamıma şu karşılığı veriyordu: "Mahkemelerin bu raporu gayriresmi yollardan elde ettikleri ve ilgililerin bu konudaki taleplerinin karşılanmadığı iddiaları mantığa aykırıdır. Başbakanlık Teftiş Kurulu raporla ilgili taleplerin Hukuk Müşavirliği'nce karşılanması için benden onay almış, dolayısıyla raporla ilgili tüm taleplerin karşılanması için Hukuk Muşavirliği görevlendirilmiştir."
Kısaca hatırlayalım: İstanbul'da Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, Susurluk kazası sonrası ortaya atılan iddialar üzerine bir soruşturma başlattı. Bu soruşturma sonucu hazırlanan iddianame ile yargılama başladı ama yargılama çok kısıtlı sayıda ismi kapsıyordu. Yargılama sürecinde Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun Susurluk Raporu tamamlandı, gazetelere ve TV'lere yansıdı. Mahkeme bu raporu Başbakanlık'tan resmen elde edebilmek için bin dereden su getirdi.
Öte yandan, Kutlu Savaş tarafından hazırlanan rapor sadece ana Susurluk davasına ışık tutmuyordu, bunun dışında da onlarca suçla, cinayetle ilgili bilgi ve yargıları da içeriyordu. Bu suçların bazılarıyla ilgili sözde yürüyen soruşturma ve kovuşturmalar vardı, pek çoğu 'faili meçhul' dosyalardı, bir kısmı ise ilk kez bu raporla öğreniliyordu.
Oysa Türk Ceza Kanunu'nun o günkü hükümleri de bugünkü hükümleri de, bir suça tanık olan veya bir suç işlendiğini saptayan kamu görevlilerine bu suçu ihbar etme yükümlülüğü getiriyor. TCK kamu görevlilerinin bu yükümlülüğü için herhangi bir istisna da getirmiyor. Ve biliyorsunuz, bizim Başbakanlarımız da 'kamu görevlisi' kabul ediliyor.
Yani, Mesut Yılmaz'ın Başbakan olarak Hukuk Müşavirliği'ni 'talep olursa talepleri karşılayın' diyerek görevlendirmiş olması yetmez, onun doğrudan savcılıklara suç duyurusunda bulunması gerekiyordu ama bu yapılmadı. Kaldı ki Hukuk Müşavirliği de öyle talepleri kolayca karşılamadı, pek çok mahkeme ve savcılık raporu resmi yollarla edinemedi. (Bu konudaki yakınmalar, yani Başbakanlık başta olmak üzere kamu kurumlarının mahkemeye yardımcı olmamasıyla ilgili yakınmalar için İstanbul DGM'nin Susurluk kararının gerekçesini okumasını Mesut Yılmaz'a naçizane öneriyorum.)
Kısacası, sadece Susurluk Raporu'nun kendisinin gereği yapılmış olsaydı dahi, Türkiye hukuk devleti ve demokratikleşme yolunda çok önemli bir adım atmış olurdu, belki bugünkü Ergenekon soruşturmasına ve davasına hiç gerek bile olmazdı.
Susurluk Raporu'nun gereğini yapmayan, daha doğrusu meseleyi basında ve TV'lerde tartışmaktan zevk alan ama konu işi adalete teslim etmek olunca aynı istekliliği göstermeyen kişi bizzat dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz olmuştur.
***
Mesut Yılmaz, mektubunun sonlarında samimiyetle şunları söylüyor: "Ben kurşun atanla kurşun yiyenin birbirine karıştığı bir ortamda birbuçuk sene süren üç partili azınlık koalisyonunun Başbakanı olarak bunları yapabildim. Susurluk olayına karışan kurumların kendi bünyelerinde geçmişle ilgili soruşturmaların kamuoyunu tatmin eden biçimde yapılamadığı doğrudur."
Bu cümlelerin tercümesi, 'Elimden bu kadarı geldi' şeklinde yapılabilir. Acaba bir başbakan olarak Mesut Yılmaz'ın elinden bu kadarının gelmesinin müsebbibi, soruşturmayı derinleştirmesi halinde azınlık koalisyonunun dağılacağı endişesi olabilir mi? Hatırlayın, o azınlık hükümetini dışarıdan CHP destekliyordu, içeride ise Bülent Ecevit'in DSP'si ile Çiller'in DYP'sinden ayrılanların kurduğu DTP'si vardı. Yılmaz, hangi ortağının kendisini Susurluk'ta daha ileri giderse koalisyonu bozmakla tehdit ettiğini
açıklarsa çok memnun olacağım.
Yoksa Başbakan'ın 'elimden daha fazlası gelmedi' demesinin sebebi, koalisyonunun içinden değil kimi devlet kurumlarından gelen veya gelmesinden korkulan baskılar olabilir mi? Yılmaz, spekülasyona son derece açık bu konuda bir izahatta bulunursa, seve seve yayımlarım.
Herhangi sebepten kaynaklanıyor olursa olsun, bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın 'Ancak bu kadarını yapabildim' şeklinde bir ifadeyi kullanmasının, ifade çok samimi de olsa, beni çok üzdüğünü söylemem gerek.

Radikal