Hey kurban olduğum Allah, şu bendeki şansa bak! Cillop gibi mevzular ağzını açmış beklerken, kısmetimize Halaçoğlu düştü yine.

Mesela, Kemal Gürüz'ün, özgürlükleri dillendiren YÖK Başkanı Özcan için, "Haddini bilsin, Malezya'ya gitsin. Üniversitelerde tek bir yasak yok. Yasak var diyebiliyorsa erkekçe, mertçe çıksın söylesin. (…) O çalışmaları yaptığı ülkeye, Malezya'ya gidip bunları söylesin…" şeklindeki enteresan ifadeleri üzerine, "Malezya yolcuları kalmasın!" başlıklı ne güzel bir yazı yazılırdı, değil mi?

Yaz o zaman, elini tutan mı var, demeyin. Çünkü, Sayın Halaçoğlu'nun bana gönderdiği "mail"e değinmem gerekiyor…

Gözüm, Gürüz'ün açıklamasında kaldı ama, mezkur açıklaması yeterince "güzel" ve "şık" zaten. O kadar güzel ki, ayrıca "güzelleştirmeye" pek ihtiyacı yok.

Yine de, (elimizden geldiğince) kıyısından köşesinden bu ifadeleri "sevmenin", "güzelleştirmenin" zevkinden mahrum kalmak istemezdim.

En güzeli de, YÖK'ün eski Başkanı Gürüz'ün bir bilim adamı, bir profesör olarak kullandığı dil, ifade tarzı.

Şu üslubun "güzelliğine" bakın:

"Haddini bilsin. Malezya'ya gitsin…"

Aferin. Yani, bravo!

Eskiler boşuna dememiş, "Üslûbu beyân, ayniyle insan" diye!..

Neyse, uzatmayayım, konumuz o değil.

Halaçoğlu'nun bana gönderdiği oldukça uzun "mail"ine geçmeden önce şunu belirtmeliyim:

Hiç kimseye, "Ben yazacağımı yazdım arkadaş, sen ne dersen de…" diyemem, demem. Yeter ki, saygı sınırlarını zorlamasın!

Türk Tarih Kurumu Başkanı gönderdiği uzun "mail"de, malum yazılarıma konu edindiğim "araştırmalarının" gereğinin altını çizmiş ve biraz da basından yakınmış.

Basından yakınmasının nedeni, "Ben öyle değil, şöyle demiştim…" yollu şeyler.

Fakire, "Yahu onu düzelttirmiştim medyada, okumadın mı?!.." falan demeye çalışıyor.

Bu arada, "Tabii bu konuda bir gün sonra bir basın bildirisi yayımladığımı farketmemişsiniz." gibi oldukça da hoş cümleler kurmuş.

Fark edemedim Sayın Halaçoğlu, ne yalan söyleyeyim!

Takdir edersiniz ki; işi gücü bırakıp, Türk Tarih Kurumu Başkanı, "Bugün basında yansıdığı kadarıyla şunu demiş; lakin, yarını bekleyelim belki onu değil de başka bir şey demiştir…" şeklinde teyakkuz vaziyeti alacak halimiz yok ya!

İfade buyurduğunuz kadar ciddi "araştırmalar" yapıyorsanız medyaya niçin "meze" oluyorsunuz ki?!

Ciddi bir bilim adamı benim bildiğim öyle zırt pırt medyada yer almaz. Her şeyden evvel, Türkiye'de o kadar "ciddi" okur yok yahu.

Etnisite tecessüsünün birlikteliğe değil, çözülmeye, hatta ayrımcılığa kapı aralayacağını anlatmaya çalıştığım söz konusu iki yazıma, Sayın Halaçoğlu'nun verdiği cevabı şu ifadeleri özetliyor:

"Ancak aşiret çalışmamızın ülkeye zarar vereceğini düşünüyorsanız, o sizin fikriniz. Siz öyle düşünebilirsiniz, biz de aksini. Herhalde fikirlerimize de ambargo konması doğru değildir. Aksi takdirde kendinizin "Türk" olduğunu anlatma ihtiyacı hissetmenizi de anlamakta güçlük çekeceğim…"

Sayın Tarih Kurumu Başkanı'yla aynı fikirde olmadığımız besbelli. Zaten ben de onu yazmıştım; tamam da, bu "ambargo" lakırdısı da neyin, nesi?

Şimdi, "Aksi takdirde kendinizin "Türk" olduğunu anlatma ihtiyacı hissetmenizi de anlamakta güçlük çekeceğim…" ne demek?

Bu ifadenin yazılarımla alakasını, bağlamını, illiyet bağını kuramadım bir türlü!

Hayır, Sayın Halaçoğlu'nun, "güçlük çekeceğim" dediği "güçlüğü" bilsem, elimden geldiğince yardımcı olacağım. Bilemiyorum ki!..

Acaba, Türk olmaklığımı sorgulayan şapşallara "Bu nasıl okumaktır!" başlıklı yazımda verdiğim cevaptan Halaçoğlu ne anlamış? Eyvah ki eyvah! (İyisi mi, devamını getirmeyeyim bari.)

Yok, ben vazgeçtim; Sayın Halaçoğlu, etnisite, metnisite istediğini araştırsın. Yeter ki, 'polemiğe' girmesin.

Gerçekten çok tuhaf oluyor!


Kaynak: Yeni Şafak