Suriye'yle görüşen Olmert, Şaron'un yolsuzluk suçlamasını Gazze'den çekilmeyle unutturduğunu hatırlıyor. Barış çürümüş bir liderden gelse bile kabul edilmeli. Üstelik, Olmert'in müzakereleri bırakması da zor; arabuluculukla prestijlerini riske atan Türkleri bozum etmek budalalık olur
Almanlar'ın bir lafı var: "Die Flucht nach vorne" -yani ileriye doğru kaçmak. Durum çaresiz olduğunda, saldır! Geri çekileceğine ilerle! Hiçbir kaçış yolu kalmadığında ileriye yüklen!
Bu yöntem 1948'de başarılı oldu. Mayıs sonunda Mısır ordusu Tel Aviv'e doğru ilerliyordu. Biz (çok ama çok cılız bir asker grubu) Mısır ordusunun karşısına çıktık. Yani saldırdık. Tekrar tekrar saldırdık. Ağır kayıplar verdik. Fakat Mısır ilerlemesini de durdurduk.
Şimdi aynı yöntemi İsrail Başbakanı Olmert uyguluyor. Çaresiz halde. İsrail'deki insanların çoğu dolarla tıka basa dolu zarflarda büyük rüşvetler aldığından kuşku duymuyor. Başsavcı Olmert'i her an suçlayabilir ve böyle bir durumda başbakan istifa etmek zorunda kalacak.
Ve şu işe bakın ki en kritik anda, en vahim detayların su yüzüne çıkmasından hemen önce, Şam, Kudüs ve Ankara'da aynı anda ortak bir açıklama yapıldı ve İsrail'le Suriye'nin Türkiye'nin arabuluculuğunda barış görüşmelerine başladığı ilan edildi. Görüşmeler 1991 Madrid Konferansı ilkeleri temelinde yürütülecek ve bu da Golan Tepeleri'nin tamamının geri verilmesi demek. Vaayyy!
Gündem değiştirme Şaron taktiği
Olmert bu konuda da selefi ve akıl hocası Şaron'un değerli bir öğrencisi olduğunu gösteriyor. Şaron boğazına kadar yolsuzluğa batmıştı. Bunlardan adına 'Yunan Adası olayı' denen birinde İsrailli milyoner David Appel Şaron'un işe yeni ısınan oğluna 'tavsiyesi' karşılığında muazzam miktarlarda para ödemişti.
O günlerde de başsavcı dava açmaktan kaçınamayacak gibi görünüyordu.
Şaron'un verdiği karşılık tam bir deha ürünüydü: Ayrılma. Gazze'den ayrılma. Haliyle Başsavcı'dan da ayrılma. Dakikası dakikasına hesaplanmış melodramvari bir performansla, Guş Katif yerleşimleri boşaltıldı. Birçok birlikle birlikte bütün polis güçleri (aynı polisin Şaron ailesinin ticari işlerini soruşturacağı düşünülüyordu) nefes kesici bir gayretle konuşlandırıldı. Elbette barış kampı da yerleşimlerin boşaltılmasını destekledi. Yolsuzluk mevzularıysa tümüyle unutulup gitti.
Filistinlilerle diyalog kurulmadan uygulanan operasyon Gazze'yi saatli bombaya çevirdi ve şimdi Olmert bir ateşkesi müzakere etmek zorunda. Ancak Şaron için bu hareket bir başarıydı. Felç geçirmeseydi, hâlâ başbakanlık koltuğunda oturuyor olacaktı. İşte bu ders Olmert'in gözünden kaçmadı.
Estetler, 'Böyle kirli bir numaraya arka çıkmamalıyız!' diye haykırabilir. Ya da, 'Günaha bulaşmış bir barışı kabul edemeyiz!' diye. Belki de benim estetik algım körelmiştir. Zira
tepeden tırnağa çürümüş bir liderden, hatta bizzat Şeytan'dan gelse bile, barışı kabul etmeye hazırım. Bir siyasinin yolsuzluğu iki taraftan yüzlerce-binlerce insanın hayatını kurtaracaksa, benim için sorun yok. Hegel, 'mantığın şeytanlığından' söz etmiyor muydu?
Geleneksel bakışa göre, barış için güçlü bir lider gerekir. Bugün tersi de işe yarıyor gibi: Yani sorunlara batmış, görevi her an elinden alınabilecek olan zayıf, kaybedecek şeyi bulunmayan, barış için her şeyi riske atabilecek bir lider var bu kez.
Bu kumpas çeşitli yönlere gidebilir.
İlk olasılık şu: Her şey 'gündem değiştirmek'ten ibaret -bu terim Olmert'in göbek adı haline geldi. Filistinlilerle yaptığı gibi, müzakereleri sakız gibi çiğneyip fırtınanın dinmesini beklemekle yetinecek.
Olmert için böyle yapmak zor olacak, zira Türkiye de artık aktörlerden biri. Bu arabuluculukla ulusal prestijlerini riske atan Türkleri bozum etmenin budalalık olacağını Olmert bile anlıyor. Güvenlik teşkılatımız için Türkiye çok önemli bir ortak. Bu işten ne çıkarsa çıksın,
Olmert'in Golan'ın tümünü geri vermek temelinde müzakereyi kabul etmesi ileri doğru önemli bir adım. Eski başbakanlar Rabin, Netanyahu ve Barak'ın önceki girişimlerini aşarak, dönülmez bir çizgiyi ifade ediyor.
İkinci olasılık: Olmert samimi. Müzakereleri 'iyi niyetle' yürütüp anlaşmaya ulaşacak. Ülkede ona karşı vahşi bir suçlama kampanyası başlatılacak. Knesset darmadağın olacak, seçim yapılacak, Olmert yine Kadima listesinin başında kalacak ve barış yapan lider sıfatıyla kazanacak.
Alternatifi de var: Seçimi kaybedecek.
Fakat sahneden yolsuzluktan dolayı değil, onurlu bir dava uğruna, kendisini barış sunağında feda ederek çekilmiş olacak.
Bir alternatif daha: Başsavcı her şeye rağmen Olmert'i suçlayacak, istifa edecek, fakat evine tarihi bir adım atmış bir lider olarak başı dik dönecek. Başsavcıysa barışı sabote eden, hatta bir başka savaşın müssebbibi olan biri gibi görülecek.
Yerinde bir soru soralım: Olmert gerçekten 'ileriye doğru kaçmaya' karar verdiyse, niye savaşla değil de barışla kaçıyor? Genellikle tercih edilen savaştır: Felaketin eşiğindeki liderler küçük (veya bazen büyük) bir savaş başlatmayı yeğler. Dikkati başka yöne çevirmek bakımından en iyisi savaştır ve savaş başlatmak neredeyse daima, en azından başlangıcında, barış yapmaktan daha popülerdir.
İki olasılık daha var. İlkine göre, Olmert'e de vahiy geldi ve gerçekten bir barış adamı oluverdi. Milliyetçi demagog olgunlaştı ve artık ulusal çıkarların barışı gerektirdiğini anlıyor. İkincisine göre, Olmert İsrail kamuoyunun Suriye'yle savaş yerine barış istediğine inanıyor ve barış yapan lider olarak popülerlik kazanmayı umuyor.
Üçüncüsü şöyle: Olmert güvenlik teşkilatının bütün şeflerinin stratejik hesaplar sonucunda Suriye'yle barışı desteklediğini (önemli istisna Mossad patronu) biliyor. Genelkurmay Başkanı'na göre Golan, Suriye'yi İran'dan uzaklaştırmak ve Hizbullah'la Hamas'a desteğini azaltmak karşılığı makul bir bedel, özellikle de tekrar 'Suriye Tepeleri' olduktan sonra oraya bir uluslararası güç konuşlandırılırsa.
İran-Suriye ittifakı organik değil
Suriye, Şiiliğe daha yakın Alevi azınlık tarafından yönetilse de Sünni bir ülke. Laik Sünni Suriye'yle ortodoks Şii İran'ın ittifakı, ideolojik temeli olmayan bir mantık evliliği. Şii Hizbullah'la ittifak da çıkara dayanıyor: Suriye Golan'ı almak için
İsrail'e saldırmaya cesaret edemediğinden, Hizbullah'ı maşa olarak destekliyor.
Tüm bunlar ABD'siz olup bitiyor. 1977'deki Sedat inisiyatifi de Washington'ı bulaştırmadan olgunlaşmıştı. Oslo inisiyatifi de ABD'nin dahli olmadan
yeşerdi. Yakın zamana dek ABD herhangi bir İsrail-Suriye yumuşamasına karşıydı ve şimdi bile kuşkuyla bakıyor. Bush'un dünyaya kovboy bakışına göre, Suriye 'şer mihveri'ne dahil ve yalıtılması gerekiyor.
İsrail lobisinin ABD dış politikasına
tümüyle hâkim olduğu biliniyor. Bu yeni gelişmeyse Kudüs'ün iradesini ABD'ye
kabul ettirdiğinin işareti gibi görünüyor. Birkaç gün önceki Kudüs ziyaretinde Bush düşmanlarla konuşmak konusunda ağzını açıp gözünü yummuştu. Bu konuşma, İranlı liderlerle görüşme istediğini açıklayan Obama'ya yüklenme gibi
algılandı. Kim bilir belki Olmert
Obama'nın Beyaz Saray'a yerleşmesi ihtimali karşısında zarını şimdiden atıyor.
Fakat Bush dönemi henüz bitmiş değil. Önünde daha sekiz ay var ve o da 'ileriye doğru kaçması' gerektiği sonucuna varabilir pekâla. Bush'un durumundaysa bunun en olduğu belli: İran'a saldırmak.
Filistinliler için epey tehlikeli
Bunlar tüm belaların kaynağını, İsrail-Arap ihtilafının odağını, yani Filistin
sorununu nasıl etkileyecek? Eski cumhurbaşkanı Begin Mısır'la ayrı bir anlaşma yaptı ve Sina Yarımadası'nı Filistinlilerle savaşa yoğunlaşmak için geri verdi. Begin aynısını Suriye cephesinde de yapmaya hazırdı. Olmert'in adamı Jabotinsky'nin kullandığı haritaya göre, Sina gibi Golan da Büyük İsrail'in bir parçası değil.
Ayrı bir barış Filistinliler için büyük tehlike barındırıyor. İsrail Suriye (ve ardından Lübnan) ile anlaşırsa, bütün komşu ülkelerle barış yapmış olacak. Filistinliler tecrid edilecek ve İsrail onlara canının istediği gibi davranabilecek. Olumlu bir ihtimal de var: Golan'ın boşaltılmasının ardından, Filistinlilerle de uzun vadede barışa yönünde giderek artan iç ve dış baskılar söz konusu olacak.
Golan yerleşimcileri İsrail'de Batı Şeria'daki muadillerinden çok daha popüler. Ofra ve El Halil'deki yerleşimciler çılgın davranışları İsrailli karakterine tümüyle yabancı olan dinci fanatikler, Golan'dakilerse 'bize benzeyen insanlar' gibi görülüyor. Golan yerleşimcileri
tahliye edilirse, 'Yudea ve Samara' kalabalığıyla başa çıkmak kolaylaşacak. Bütün Arap devletleriyle barış yapmış olmakla İsrail kamuoyu kendini daha güvende hissedebilir ve bu yüzden Filistin halkıyla barış konusunda daha fazla risk almaya istekli davranabilir.
Uluslararası atmosfer de değişecektir. 'Şer ekseni' fantezisi Bush'la birlikte yok olursa ve yeni Amerikan liderliği barış için ciddi çaba sergilerse, iyimserlik eğik başını kaldırmaya bir kez daha cesaret edecektir. Bunlar geleceğe ait meseleler.
Bu arada bizim elimizde, güçlü bir girişime ihtiyaç duyan zayıf bir Olmert var. İncil efsanesine göre kahraman Samson genç bir aslan öldürür ve dönüp baktığında 'cesette bir arı ve bal kovanı olduğunu' görür. Samson böylece Filistin halkına bir muamma sunar: "Güçlünün derinliklerinden dışarıya tatlılık akıyordu" ve kimse onu çözmeye muktedir değildi. (Hâkimler, 14). Şimdi biz de şunu sorabiliriz: "Zayıf olan tatlılığı getirecek mi?"
Kaynak: Radikal