Yeni İsrail hükümetinin ilk gününde durum belli oldu: bu bir Lieberman hükümeti.

Gün başkanın ofisinde bir kutlamayla başladı. Böbürlenen devlet üyelerinin tamamı -30 bakan ve sekiz bakan yardımcısı- en şık kıyafetlerini giymiş ve grup fotoğrafı için poz vermişlerdi. Bünyamin Netanyahu, eski klişeleri içeren, dünyayı rahatlatmak için gerekli, yavan bir konuşma metni okudu: Hükümet kendini barışa adamıştır, Filistin yetkesiyle anlaşmaya varılacaktır, vs. vs.

Avigdor Lieberman, bakanların değişim töreni için aceleyle dışişleri ofisinden gelmişti. O da bir konuşma yaptı; fakat bu, sıradan bir konuşma değildi. Yeni Dışişleri Bakanı şöyle buyurdu: "Si vis pacem, para bellum – eğer barış istiyorsanız, savaşa hazırlanın." Bir diplomat bu eski Roma söylemini alıntılarsa; dünya ilk kısma değil ikinci kısma kulak kesilir. Adı çoktan kötüye çıkmış Lieberman'ın söyledikleri açık bir tehditti: Yeni hükümet savaşın yolundaydı, barışın değil.

Bu cümleyle beraber, Lieberman, Netanyahu'nun konuşmasını yadsımış oldu ve dünya çapında manşetlere taşındı. Bu çıkış yeni hükümetin oluşumuna bağlı endişeleri de kuvvetlendirdi.

Yaptığı savaş alıntısıyla yetinmeyerek, neden özellikle bu sözü kullandığını da açıkladı Lieberman: "İmtiyazlar…", dedi, "barış getirmez, tam olarak tersine yol açar." Dünyanın, İsrail Altı-Gün Savaşları'nı kazandığında, İsrail'e saygı duyduğunu ve onu takdir ettiğini belirtti.

Bir cümlede iki yanlış ifade... İşgal edilen toprakların geri verilmesi "imtiyaz" değildir. Bir hırsız çaldığı bir malı zorla geri verdiğinde veya kendine ait olmayan bir arazide apartmanı olan biri orayı boşalttığında, bu bir "imtiyaz" değildir. Ve İsrail'in 1967'de takdir edilişi, dünyanın bizi, bize zarar vermeye çalışan güçlü ordulara karşı ayakta duran küçük ve cesur bir ülke olarak görmesinden kaynaklanmaktaydı. Fakat bugünün İsrail'i acımasız Calut'a[1] benzerken, işgal altındaki Filistinliler de mancınığıyla hayatı için savaşan bir Davut gibidir.

Bu konuşmayla beraber, Lieberman dünyayı karıştırmayı başardı. Dahası, Netanyahu'yu küçük düşürdü. Yeni başbakanın barış beyanatının, sabun köpüğünden başka bir şey olmadığını ortaya koydu.

Fakat dünya [geçen hafta yazdığım gibi (okur okumakta olduğu bu makalenin 4 Nisan'da yayınlandığını dikkate almalıdır; Sendika.Org'un notu)] aldatılmak istiyor. Bir Beyaz Saray sözcüsünün açıklamasına göre, ABD yönetimini ilgilendiren Netanyahu'nun suya sabuna dokunmayan sözleriydi, Lieberman'ın apaçık konuşması yerine. Ve ne yazık ki Hillary Clinton, Liberman'ı arayıp onu yeni görevinden ötürü kutlamaya utanmadı.

Bu durum, Netanyahu-Lieberman-Barak üçgeninin ilk güç sınamasıydı. Böylelikle Lieberman, Netanyahu ve Barak'a karşı itaatsizliğini ispatlamış oldu.

Lieberman'ın siyasi temeli güvende, çünkü hükümeti her an devirebilecek tek kişi o. Knesset'te yeni hükümet üzerine yapılan müzakere sonrası, sadece 69 üye oy kullandı. Eğer biri "orada olan ve oylamaya katılmayan" beş İşçi Partisi üyesini ekleseydi (çekimsere kıyasla daha olumsuz bir oylama planıyla), hükümet 74 oy alırdı. Bu, Lieberman'ın 15 vekili olmadan, hükümetin yeterli çoğunluğu elde edemeyeceğini gösteriyor.

Lieberman konuşmasında bu gerçekliğin altını çizdi. Netanyahu'ya anlattığı da buydu: 'Eğer beni susturmayı amaçlıyorsanız, bunu unutun'. Aslında, elinde Netanyahu'nun başına doğrultulmuş bir tabanca tutmaktaydı -bu durumda; bu silahın markası, alıntı yapılan eski Roma sözüne atıfla, bir Alman Luger Parabellum olabilirdi.

Lieberman'ın hem suçlu hem güçlü yaklaşımının asıl anlamı yalnızca bir saat sonra açığa çıktı. Lieberman, Dışişleri Ofisi'ndeki törenden aceleyle bir başka bakanlık teslim törenine gitti, bu sefer -bundan önceki adıyla Polis Bakanlığı olan- İç Güvenlik Bakanlığı'ndaydı.

Burada ne işi vardı? Hiç. Başka bir bakanlıktaki bir törene katılmak, bir bakan için fazlasıyla olağandışıydı. Doğru, yeni İç Güvenlik Bakanı İzhak Aharonoviç, Lieberman'ın partisindendi; ancak bu, durumu açıklamazdı. Örneğin, partisinin bir başka üyesinin atandığı Göçmen Bakanlığı'ndaki benzer törenlere katılmadı.

Daha henüz göreve getirilmiş Dışişleri Bakanı'nın İç Güvenlik Bakanlığı ziyaretine ilişkin muamma bir gün sonra; polis sorgu odasında, Lieberman 23 yaşındaki kızına ait şirkete dışarıdan aktarılan para ile ilintili olarak şüpheli rüşvet ve para aklama konularında soruları yanıtlamak için yedi saat harcayınca çözüldü.

Bu, Lieberman'ın polis bakanlığındaki törene katılımını açıklıyordu. Kriminal soruşturma kısmının şefleriyle yan yana fotoğraflandı. Orada bulunması, onu ertesi gün sorguya alacaklara karşı oldukça basit ve arsız bir gözdağından başka bir şey olamazdı.

Törendeki varlığı şunu gösteriyordu: 'Artık ben sizin kariyerinizin yükselmesinden ve sonlandırılmasından sorumlu olarak görevlendirilmiş bakanım'. Ve aynı ileti hâkimlere de gitti: 'Ben yeni Adalet Bakanı'nı atadım ve hepinizin yükselmesine ben karar vereceğim.'

Bunların tamamı bana tam on yıl önceki Mısır büyükelçiliği diplomatik resepsiyonunu anımsattı. Burada Ehud Barak tarafından oluşturulmuş yeni hükümetin birçok üyesiyle tanışmıştım. Hepsi bunalımdaydı.

Geçmişte Ehud Barak sadizmin sınırlarında bir şey yapmış, tüm bakanları onlar için en alakasız görevlere atamıştı. Nazik ve kibar Profesör Shlomo Ben-Ami'yi, İç Güvenlik Bakanı olarak görevlendirdi (Ben-Ami bu görevdeyken, Ekim 2000 olaylarında, polislerinin onlarca Arap vatandaşını öldürmesini engellemeyerek fena halde başarısız olmuştu). Çok üretken bir zekâya sahip olan diplomat Yossi Beilin, Dışişleri Bakanı olmalıyken, Adalet Bakanı olarak görevlendirilmişti, vs. vs... Özel konuşmalar esnasında, bu bakanların hepsi de Barak'tan umutsuzluklarını ifade etmekteydi.

Ne var ki Netanyahu, Barak'ı bile gölgede bıraktı. Liberman'ın Dışişleri Bakanı olarak atanması çılgınlık sınırlarındaydı. Felsefe profesörü olan ve aynı zamanda Netanyahu'nun eşi Sarah'nın dostu olan Yuval Steinitz, herhangi bir ekonomik deneyimden yoksunken ve dünya ciddi bir ekonomik krizdeyken Hazine Bakanı olarak atandı. Bu, mantıksızlığın da ötesindeydi. Likud'un ikinci adamı Silvan Şalom'un iki küçük bakanlığa atanması, onu ölümüne düşman yaptı. Sadece dostlara iş sağlama amaçlı oluşturulan yeni ve boş bakanlıkların uzun listesi, yeni kurulan hükümetin "Gelen Postalardan Sorumlu Bakan" ve "Giden Postalardan Sorumlu Bakan" şakalarıyla anılmasına neden oldu.

Fakat hükümet kurmak şakaya gelmez. Ve Lieberman'ın da şakası yoktu, son derece ciddiydi.

Daha ilk günden Liberman belli etti ki – Netanyahu veya Barak değil bizzat kendisi – güçlü siyasi konumu, etkili kişisel varlığı ve kışkırtıcı kişiliğiyle yeni hükümetin işleyişini belirleyecekti.

Kafasına uyduğu sürece bu hükümeti muhafaza edecek ve yeni seçimlerin ona azami gücü vereceğini hissettiği ân hükümeti devirecek.

Kaba ve saldırgan üslubu hem doğal hem de hesaplı. Gözdağı verme amaçlı, toplumun en basit kesiminin dahi ilgisini çeken, genelin ilgisini cezbeden ve haber olmayı güvence altına alan bir biçem bu. Tüm bu olanlar diğer ülkeler ve onların rejimlerinden izler taşıyordu. Onu ilk kutlayanın İtalya'nın eski-faşist Dışişleri Bakanı olması, bir raslantı değildi.

Bu hafta, Lieberman'ın daha evvelki açıklamaları defalarca alıntılandı. Bir keresinde, büyük Asuan Barajı'nı bombalamayı teklif etmişti, bu hareket Tsunami benzeri bir su baskınına ve milyonlarca Mısırlı'nın ölümüne neden olacaktı. Başka bir zaman da, Filistinliler'e bir ültimatom verilmesini önermişti: Buna göre saat 8.00'de ticari merkezlerini, öğlen gaz istasyonlarını, saat 14.00'te de bankalarını bombalayacaklardı.

Binlerce Filistinli mahkûmun boğulmasını teklif etmiş ve onları sahile götürecek gerekli otobüslerin sağlanabileceğini belirtmişti. Bir keresinde de, 1,2 milyon Arap vatandaşının %90'ının İsrail'den sınır dışı edilmesini önermişti. Geçenlerde, İsrail'in en sağlam müttefiklerden olan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e, "Canın cehenneme" demişti.

Son seçim kampanyasındaki resmî programı, İsrail'e bağlılığını göstermeyen bütün Araplar'ın vatandaşlığının feshedilmesi gerektiğini içermekteydi. Bu ayrıca onun ana sloganıydı. Tesadüf değil elbette, söz konusu slogan da tarihteki bazı partilerin programlarını andırıyordu.

Olup bitenler İsrailli "elit" kesimin açık düşmanlığıyla ilgili ve her şey İsrail Devlet kurucularıyla bağlantılıdır.

Bazı insanlar, Lieberman'ın çıkışının yeni bir olgu sayılamayacağına ve onun hep var olan fakat ikiyüzlülüğünün oluşturduğu kalın bir tabakayla gizlenmiş özelliklerini günışığına çıkardığına inanıyorlar.

Tarihten kaynaklanan İsrail-Arap çatışmasına Lieberman'ın çözüm önerisi ne? Geçmişte, Filistinliler'i kantonlara ayıran bir rejimden söz etmişti. Birbirlerinden ayrılacakları ve İsrail baskısında kalacakları Batı Şeria ve Gazze bölgelerinde çeşitli yerleşim bölgelerinde yaşayacaklar. Ne Filistin Devleti, ne de Arap Doğu Kudüsü söz konusu olacaktı. Ayrıca, İsrailliler'in de yaşadığı, vatandaşlığı iptal edilecek Filistinlilerin yoğun olduğu bazı bölgelerdeki kantonları birbirine eklemeyi önermişti Lieberman.

Söz konusu öneriler, Sharon'un ya da Filistinliler'in -tabii ki devlet olmadan, para birimi olmadan, sınır geçişlerinde kontrol olmadan, limanlar ve havaalanları olmadan - "kendilerini yöneteceklerini" ifade eden Netanyahu'nun düşüncelerine çok uzak değildi.

Dışişleri Bakanlığı töreninde, Lieberman ABD Başkanı Bush'un dikte ettiği Annapolis anlaşmasının geçersiz olduğunu, sadece "Yol Haritası"nın değeri olduğunu ifade etti. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü alelacele "Yol Haritası"nın ayrıca "iki devlet"ten bahsettiğini açıkladı. İsrail Hükümeti'nin yalnızca 14 şartla kuşa döndürülmüş Yol Haritası'nı "kabul" ettiğini dünyaya hatırlatmayı unuttular. Örneğin: Filistinliler, İsrail'in yeni Yahudi yerleşim bölgeleri kurulmasını dondurmasını da içeren herhangi bir adım atmasından önce "teröristlerin altyapısını yok etmek" zorundalar (Terörist ne demektir? Teröristin ne demek olduğuna kim karar verir?).

(Bu durum; akrabaları ve arkadaşları arasında son arzusunu ve vasiyetini yazdıran ve belgeye "Öldüğüm zaman, bu vasiyet geçersiz ve hükümsüz olacaktır" sözünü ekleyen Shtetl'deki zengin Yahudilerden birini anımsatıyor.)

İsrail-Filistin çatışması kaygılara yol açtığı sürece, Olmert ve Livni tarafı ile Netanyahu ve Lieberman tarafı arasındaki anlaşmazlık stratejiden çok taktik üzerine olacaktır. Hepsinin stratejisi, normal, özgür ve canlı bir Filistin Devleti kurulmasını engellemek üzerinedir. Tzipi Livni'nin, barış ve "iki uluslu devlet" soslarıyla süslü sonsuz uzlaşmacı taktikleri vardı. Netanyahu'nun Livni'yle dalga geçmesi boşuna değildi: Filistinlilerle anlaşmaya varacak bunca yılın vardı. Peki, o zaman neden yapmadın?

Bu tartışma barışla ilgili değil, "barış süreci" ile ilgilidir.

Bu arada, Tzipi Livni, yeni görevi muhalefet liderliğine ısınmaya çalışıyor. İlk konuşmaları, kuvvetli ve oldukça sertti. Yeni işine tüm içeriğiyle hâkim olabilecek mi yakın zamanda öğreniriz. Barıştan söz etmek zorunda kalmasının onu barışa ikna edip etmeyeceğini, Lieberman ve oluşturduğu çılgınlığa bir alternatif oluşturup oluşturamayacağını da.

dipnotlar:
[1]Goliath'a

Kaynak: Sendika.Org