Laiklik bu ülkede ideolojik bir mahiyete büründürüldü. Yalnızca günümüzün sözünü etmiyorum, laikliğin bir Anayasa hükmü haline getirilmesinden bu yana (1937), bu kavram, bir ideoloji meselesi olarak algılandı. Niye böyle oldu? Çünkü bu ülkede laikliğe zemin teşkil edecek bir siyasal, toplumsal, dinsel gerçeklik mevcut bulunmuyordu.

Türkiye'de laiklik daima sekülarizm (secularism: dünyevilik, cismanilik) ile karıştırılmıştır.

Laiklik ancak ve ancak kiliseli toplumlara mahsus bir siyasal örgütlenme biçimidir. Kilisesi olmayan toplumun laik olması da söz konusu değildir. Çünkü laiklik denilen olgu, din otoritesi olan kilise ile devlet otoritesi arasındaki yetki ayrışması ve bu ayrışmanın gerçekleştirilmesi zımnında iki otoritenin uzlaşması anlamına gelir.

Türkiye'de, kiliseye tekabül eden bir otorite söz konusu olmadığından, kiliseye tekabül eden gerçekliğin karşısına din çıkartılmıştır. İflah olmaz kafa karışıklığının kökeni de bu durumdan kaynaklanmaktadır.

Aslında, bazılarının laiklik olarak atıfta bulunduğu "hayat tarzı", sekülarizme yöneltilmiş sayılmalıdır. Onlar, biz, gündelik işlerimize dini karıştırmak istemiyoruz, demek istiyor.

Oysa laik ülkelerde, gerçekten laik olan ülkelerde, insanların kendi dinleri ile nizası yoktur. Fakat Türkiye'de terim yanlış kullanıldığından, ve yanlış kullanım artık önlenemez biçimde iliğe kemiğe işlediğinden, kimseyi bu yanlıştan kurtarmayı beklemiyoruz. Ancak sahih durumun bilinmesi de gereklidir.

ABD'nin laik bir ülke olduğu belli. Orada, başkan, göreve başlamadan önce, bir din adamının kendisine sunduğu İncil üzerine elini koyarak yemin etmek suretiyle göreve başlayabilmektedir. Bu, TBMM'de milletvekili seçilenlerin Anayasa'da öngörüldüğü biçimde yemin etmek suretiyle göreve başlaması türünden bir olaydır. Ancak ABD'de bu yemin dinî bir nitelik arz ederken, Türkiye'de seküler niteliklidir (laik nitelikli değil, seküler nitelikli). Böyle olduğu için, Türkiye'den Amerika'ya bakan biri, başkanın İncil üzerine yemin etmesinin nasıl olup da "laikliğe aykırı" sayılmadığına hayret etmektedir. Keza, Türkiye'den bakıldığında Hıristiyan âleminde nikahın kilisede kıyılmasının, yani tümüyle dinî nitelik arzetmesinin laiklikle nasıl bağdaştırılabildiğine de akıl erdirilemiyor. Tekraren belirtmiş olalım: din ve dünya otoritelerinin yetki ayrışması anlamına gelen laiklik ile işlerin dünyevi kurallarla yönetilmesi demek olan sekülarizm birbirinden farklı kavramlardır. Türkiye'deki uygulama, adı laiklik olarak konulmuş olmasına rağmen, aslında sekülarizme tekabül etmektedir.

Böylece, Türkiye'de "laikliğin elden gideceği" hususunda kaygı belirten bir kesimin kaygısının nesnel bir karşılığı olmadığı anlaşılmalıdır. Olmayan bir şeyin elden çıkması söz konusu olamaz. Kaygısını reel bir mesnede dayandırmadan kaygı duyduğunu söyleyen kimsenin yaşadığı ruh haline psikiyatride paranoya adı verilir.

Laiklik birey için bir hayat tarzı olarak öngörülebilir mi? Hayır. Laiklik birey yönünden bir hayat tarzı olamaz. Bir kere daha vurgulayalım, laiklik, kiliseli toplumlarda, kilise otoritesi ile devlet otoritesi arasındaki yetki ayrışmasının adıdır. Kilise ile devlet arasındaki siyasal pozisyonu işaret eder. Bireyin laik olamayacağını söyleyenlerin maksadı tam da bu gerçeklikte ortaya çıkar. Kendini laik olarak tanımlamak isteyen veya laikliği bir hayat tarzı olarak yaşamak istediğini söyleyen birinin maksadı sekülerliktir. Birey için ancak seküler hayat tarzı seçilebilir bir almaşık olarak öngörülebilir, laiklik değil…