Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün gazetecilere 'Kürt açılımı' dedi. Neyi kastetti, açılımın içeriği nedir falan bunları bilmiyoruz ama bir hazırlık yapıldığı ortada.
Belki herkesin bildiğini ve ona göre davrandığını varsaydığımız için 'Kürt sorunu' konusunda neredeyse hiç konuşmadan üstünü kapadığımız bir konu var: Muhatap konusu.
Artık çoğumuz bu 'sorun'u adlandırırken sadece bir 'bölücü terör' sorunundan söz etmiyoruz ve topyekûn bir 'Kürt sorunu' ismini kullanıyoruz.
Peki ama nedir 'Kürt sorunu'? Bu konuda bir anlayış birliği var mı, yoksa her birimizin 'Kürt sorunu'ndan anladığımız şey farklı mı?
Bana öyle geliyor ki her birimiz 'Kürt sorunu'ndan farklı bir şey anlıyoruz.
Mesela bu konuda kuvvetli şüphelere sahibim ki, hükümet ve devlet 'Kürt sorunu' dendiğinde, Cizre'de yakınları gözlerinin önünde kimliği de belli olan kişilerce alınıp götürülen ailelerin hukuk ve adalet savaşını değil, sadece terör sorununu anlıyor.
Mesela ben, 'Kürt sorunu' denince eşit vatandaşlık idealinden ve insan haklarından ne kadar uzak olduğumuzu anlıyorum, Cizre'de 14 yıl önce babaları, kocaları, ağabeyleri sokak ortasından alınıp götürülen ve onca zamandır adalet arayışları bir sonuca ulaşamayan insanların kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk önünde eşit vatandaşları hissetmekteki imkânsızlıklarının giderilmesini anlıyorum.
Ama PKK'ya yakın veya değil bir Kürt milliyetçisi, 'Kürt sorunu' dendiğinde, sadece eşit vatandaşlığın hayata geçirilmesiyle ilgili aktif önlemleri, insan haklarının ve hukukun egemenli-ğinin hayata geçirilmesiyle ilgili aktif önlemleri değil, bundan daha fazlasını, Kürt kimliğinin Anayasa seviyesinde tanınmasını da anlıyor.
Ben kabaca üç örnek vermeye çalıştım ama aslında 'Kürt sorunu'ndan ne anladığımız konusunda belki onlarca birbirinden epey farklı görüş var. Ve unutmayın ki, böyle bir sorunun hiç bulunmadığını düşünen geniş kitleler ve onların siyasi örgütleri de mevcut.
Zaten bu tanımsızlık halinin bizatihi kendisi, meseleyi bir müzakere konusu olmaktan uzaklaştırıyor.
Çünkü o zaman da şu sorunla uğraşacaksınız: Müzakereyi kim kiminle yapacak? Diyelim ki müzakere hapisteki Abdullah Öcalan'la veya PKK ile yapılacak, peki Öcalan ve PKK bütün Kürtler adına konuşma yetkisini nereden alıyor? Veya müzakere masasına oturacak başka birinin temsil yeteneği ne kadar olacak?
Bu teknik gibi gözüken ama aslında çok önemli olan sorun yüzünden, 'Kürt sorunu' konusunda bir 'müzakere' hiçbir zaman olmayacak, olamayacak.
Olması gereken ve muhtemelen olacak olan şey, hükümetin (hükümetlerin) bu sorunu çözmesini umduğu bazı adımları tek taraflı olarak atması, Başbakan Erdoğan'ın deyimiyle 'açılım'ları tek başına yapması.
Bu 'açılım'ların hangi alanlarda ve hangi içerikte olduğu da biliniyor, daha doğrusu uzun zamandan beri hararetle tartışılıyor.
En basiti, değiştirilen, Türkleştirilen yer isimlerinin yeniden Kürtçe'ye dönmesi. Burada hükümet, ahalinin kendi köyünün adına verilen yeni isme itirazını beklemek gibi pasif bir tutuma gireceğine doğrudan eski isimleri iade eden aktif bir tutum benimsemeli.
Kürtçe eğitim konusunda mutlaka bir açılım yapılmalı, isteyen lise öğrencilerinin bazı temel derslerini Kürtçe alması yakın bir gelecekte sağlanmalı.
Ama hepsinden önemlisi, adaletin ve idarenin terazisi Kürtler için de eşit tartmalı, yasa önünde eşitlik meselesi mutlaka sağlanmalı.
Bunların ardından siyasi ve idari düzenlemeler gelmeli. Yani yerel yönetimlerin yetkilerinin artması, belki valilik kurumunun kaldırılıp yerine seçimle gelen il yöneticilerinin
konması gibi önemli adımlar.
***
Bu konuları onlarca defa yazdım, başka pek çok 'açılım' imkânı ve önerisi var ama hepsini sıralamayacağım burada.
Önemli olan, hükümetin bu işte yalnız olması ve bütün hareketlerini tek başına atacak olması ve sonra da bu adımların sonuçlarıyla yaşayacak olması.
Öcalan'ın yapması beklenen açıklama gibi şeyler, hükümetin işini kolaylaştıran değil tam tersine zorlaştıran şeyler.
Ama kim dedi ki onlara hem hükümet olacaksı-nız hem de çok rahat bir hayatınız olacak, diye...
Kaynak: Radikal