Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye'nin AKP'ye yönelik kapatma davası başvurusunun yapıldığı gün "siyasi çalkantıya girdiğini" söyledi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın buna cevabı, "Biri de pekala çıkıp 'Türkiye'nin karışmaya başlaması senin cumhurbaşkanı seçilmenle olmuştur' diyebilir..." oldu. Sayın Baykal ile hemen her konuda zıt görüşlere sahip olmakla beraber, bu cevabına hak veriyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminin gündeme gelmesinden tam bir yıl önce şöyle yazmıştım:

"Askerin siyasi özerkliğinin yani demokratik yoldan seçilmiş hükümetlerin üzerinde ve ötesinde yetkilere sahip olmalarını sağlayan kurumlardan biri MGK ise öteki de (1982 Anayasası'nın 104. maddesi ile) 'yetkili fakat kimseye hesap vermek durumunda olmayan' cumhurbaşkanıdır... Bu açıdan bakıldığında son ayların Danıştay'a yapılan menhus saldırıyla tırmanan gerginliklerinin temel nedeni Mayıs 2007'de yapılacak cumhurbaşkanı seçimi olduğu söylenebilir... Başbakan Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı olmak isteyebileceği izlenimini uyandırarak, mevcut gerginlikleri tırmandırıyor olabilir. Gelişmeler, asker ve sivil bürokrasinin Çankaya'da kendi 'ceberrut' laiklik anlayışını benimsemeyen bir kimseyi görmek istemediğini, bunu ne pahasına olursa olsun önleyeceğini düşündürüyor..." (Zaman, 20 Mayıs)

Geçen yıl, cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldiğinde, reformların selameti açısından Erdoğan'ın başbakan, Gül'ün de dışişleri bakanı olarak göreve devam etmeleri gerektiğini yazdım. Gerek ceberrut laiklik anlayışını paylaşan asker-sivil bürokrasi ile bir kriz yaşanmaması, gerekse parlamenter sistem gereği sembolik olması gereken makama uygun düşeceği için, "düşük profilli" bir AKP'linin seçilmesinin doğru olacağını savundum.

Ne var ki, AKP'nin 22 Temmuz'da kazandığı seçim zaferinden ve TBMM'nin Gül'ü cumhurbaşkanı seçmesinden sonra, elbette ki, demokrasiye saygısı olan herkesin bu seçime kayıtsız şartsız saygı göstermesi gerekiyordu. Sayın Baykal, içinde bulunduğumuz krizin kökeni konusunda haklı olabilir, ama gerek demokratik iradeye saygısızlığı gerekse ceberrut laikliğe verdiği destek ile kökten ve tamamen yanılıyor. Türkiye'ye demokrasiyi getiren, hele sosyal demokratlık iddiasında olan bir partiye düşen görev, iktidarlar yanlış yapsa da demokratik süreci savunmak değil midir? Baykal yönetiminde CHP'nin, bırakın sosyal demokrasiyi, ne demokrasiyle ne de laiklikle ilgisi var.

Artık şunun anlaşılması gerekiyor: Yaklaşık yüz yıl önce, otoriter bir tek-parti iktidarı altında, o günün modernlik anlayışına uygun olarak geliştirilen, ceberrut laiklik anlayışı, 21. yüzyılın başındaki, sosyo-ekonomik bakımdan çok daha gelişmiş, çok farklılaşmış, arkasında (askerî müdahalelerle sık sık kesintiye uğramış, eksik ve kusurlu da olsa) 60 yıla yaklaşan bir demokrasi tecrübesine sahip, AB'ye katılım müzakereleri yürüten Türkiye'nin ihtiyaçlarına kesinlikle ters düşüyor.

Dinsel inançları vicdanlara hapsetmeye yönelik ceberrut laiklik anlayışı, bugünün Türkiye'sinde bırakın demokrasi içinde, askerî bir diktatörlük altında dahi sürdürülemez. Dinî inançlar modernleşmeyle birlikte ortadan kalkmıyor, modernlikle bağdaşarak yaşamayı sürdürüyor. Onun için ceberrut laikliğin liberalleşmesi; Sünnilerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin, hiçbir dine inanmayanların, herkesin inanç özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması artık Türkiye'nin gündemindedir. Bunu göremeyen, ceberrut laiklik anlayışında ısrar edenler, toplumu kutuplaşmaya götürerek Türkiye'ye çok, ama çok büyük zarar veriyor.

Türkiye'deki İslamcı akım, İslamcılığı geride bırakmayı ve gerek demokrasiyle gerekse laiklikle bağdaşmayı başardı. Türkiye'de demokrasinin yerleşebilmesi için kökten laiklerin de Kemalizm'i Atatürk'ün çağdaş uygarlığı hedef gösteren mirasına ve çağdaş Türkiye'nin ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlamaları, böylelikle demokrasiyle uzlaşıp halkla aralarındaki duvarları yıkmaları şart.

 
Kaynak: Zaman