İsrail'in Özgür Gazze Filosuna Pazartesi günü yaptığı öldürücü komando saldırısı tüm dünyada devlet terörizmi, savaş suçu, İsrail'in uluslararası hukuku küstahça hiçe saymasının son örneği, Yahudi olmayanların hayatlarına karşı mücrim kayıtsızlığı olarak kınandı.
İsrail'in hareketinin iğrençliği karşısında – ve Gazze üzerinde üç yıldır uygulanan ablukayı kırmak isteyen silahsız eylemciler arasındaki ölü ve yaralı sayısı karşısında – bu suçlamalar haklıdır. Fakat İsrail'in niçin böyle davrandığını açıklamıyorlar. İsrail'in sivil ve askeri liderleri beceriksiz, histerik çaylaklar değil. Hareketleri kasıtlı ve dikkatlice tartılmış. O halde bu hareketlerin ardındaki cam gözlü strateji nedir?

Biri Filistinlilere diğeri Ortadoğu'daki hasımlara – başta İran ama İran'ın radikal Arap müttefiklerine, Suriye'ye, Hizbullah ve Hamas'a- yöneltilmiş iki ayrı güvenlik strateji işliyor. İsrail'in Filistinlilere karşı stratejisi gizem değil. Siyonist projenin başından beri, Filistinlileri mağlup etmek, topraklarından sürmek istiyor. 1967 savaşından bu yana, işgal altındaki Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimi, İsrail hükümetlerinin tüm siyasi renklendirmeleriyle süratle ilerledi. Ürdün Nehri'nden başlayan Büyük İsrail özlemi, sadece mesiyanik bağnazlarla ve aşırı sağ ulusçularla sınırlı değil. Bugünün İsrail'inde, İsrail'in kuruluşundan bu yana geçen zaman içerisindekine nispetle çok daha yaygın bir özlemdir.

İsrail, genişlemeci emellerini gerçekleştirmek amacıyla, Filistinlilerle ciddi müzakerelerden her daim sakınmaya baktı çünkü eğer müzakereler başarılı olursa, kaçınılmaz olarak Filistinlilerin toprak teslimi de son bulacaktır. İsrail, Mahmud Abbas gibi – Filistin Otoritesi'nin talihsiz başkanı - müzakere yapmak isteyen Filistinli ılımlılardan tiksiniyor ve Hamas gibi müzakere yapmanın imkansız olduğu radikalleri tercih ediyor. Âşina olduğumuz bir İsrail nakaratı çıkıyor ortaya: “Seni öldürmek isteyen biriyle nasıl müzakere edersin?”

Gazze yolundaki filoya saldırmak, İsrail'in Filistinlileri radikalleştirme teşebbüsünün son örneği olarak anlaşılmalıdır; dolayısıyla da Obama'nın özel temsilcisi George Mitchell'in emek sarfederek tesis ettiği sözde “dolaylı görüşmelerin” hem de bu görüşmeler başlamadan evvel torpidolanması olarak görülmelidir. Mahmud Abbas, görüşmelerden çekilmeye zorlanacak veya tutuşmuş Filistin ve Arap kamuoyu tarafından hain olarak kınanma riskini üstlenecektir.

Şüphe yok ki İsrail'in hesabı, bu fırtınanın zamanla dineceği ve daha fazla genişleme için zaman kazanacağı yönündedir. İsrail'in son silahlı saldırısı çok geçmeden unutulacaktır tıpkı diğer olayların Aralık-Ocak 2008-2009 arasında Gazze'ye yaptığı câni saldırıyı sollaması gibi. Gazze ablukası devam ediyor, Filistinliler bölünmüş haldeler, uluslararası câmia burnundan soluyor fakat hiçbir yapmıyor ve İsrail, yerleşimleri genişletmeye hazırlanıyor.

Şurası kesin ki Benjamin Netanyahu, gelecek Kasım ayında yapılacak ara seçim öncesinde – ve Demokratlar o seçimde zemin kaybederlerse, seçim sonrasında bile - Obama'nın İsrail'e karşı sertleşme cüretinde bulunmayacağına inanıyor.

İsrail'in Ortadoğu'ya yönelik güvenlik doktrinine gelince, ilk başbakanı David Ben Gurion İsrail'i kurmadan önce şekillendirilmişti onu: İsrail'in güvenliğini ve hasım bir çevredeki varlığını garantilemek için İsrail bölgenin askeri efendisi olmalı, hasımlarının bileşiminden daha güçlü olmalıdır. İsrail asla zayıflık göstermemeli ve herhangi bir meydan okumaya karşı - hatta bu meydan okuma Filistin yanlısı silahsız barış eylemcilerinden gelse bile - tüm gücüyle tepki vermede acziyete düşmemelidir. Kavgaya hazır küstah Yahudi devletinin sloganı “Bir Daha Asla'dır.”

 Bölge üzerindeki askeri üstünlüğünü elde tutmak amacıyla, İsrail ve onun Amerikalı dostları – tam da zamanında Pentagon ve Başkan yardımcılığı makamında oturdular – Irak'ın elinde kitle imha silahları bulunduğuna dair delil uydurmaktan çekinmeksizin, 2003 yılında Amerika'yı Saddam Hüseyin Irak'ına karşı savaşa sürüklediler. Bu savaş, Amerika değil de İsrail nokta-i nazarından başarıydı çünkü Irak tehdidini en az bir nesil için geriye atmıştır.

İsrail, ana meydan okuyucu olarak bugün İran'ı görüyor. İran nükleer tesislerine saldırmaya karar verirse, işi bitirmesi için Amerika'nın katılmasını ve ters tepkilerden İsrail'i korumasını istiyor. Ancak Amerika'nın desteğini sağlama almak için üstünlüğüne yönelik herhangi bir tehdidi - havadan sudan tehditler de olsa – onların üstüne gitme ve mağlup etme - noktasında önce bir kendi mutlak kararlığını ispatlamalıdır. Gazze filosuna yapılan saldırı belki bu açıdan görülmelidir yani İran'a karşı bir saldırı için siyasi ve psikolojik zemini hazırlamak amacıyla güç gösterisi olarak görülmelidir. Netanyahu ve Obama'nın kafasına göre, İsrail'in Filistinlilerle mücadelesi ve İran'la çekişmesi, birbirine bağlı şeylerdir.

Netanyahu ve yoldaşı ideologlar elbette ki yüksek riskli ve yüksek mâliyetli bir strateji benimsediler. İsrail artık dünyanın büyük bir kesimiyle arasının açık aldığını görüyor. Yahudi devletine duyulan nefret daha da yoğunlaşacak, sadece müslümanlarla sınırlı kalmayacak ve buna anti-semitizm de eşlik edecektir. İsrail'in gayri meşrulaşması hız kazanacaktır ki ABD ve Avrupa'daki pek çok Yahudi aydını üzen bir durumdur.

Üç yıldır Gazze üzerinde uyguladığı ablukayı kaldırması için İsrail üzerinde uygulanan uluslararası baskı direnç gösterilemez bir hale gelebilir. 1979'dan beri İsrail'le resmi barış içinde olan Mısır, ilişkileri koparması için kendi kızgın halkının büyük baskısı altında kalacaktır. Arapların büyük bir kesiminin İsrail ablukasına suç ortağı olmakla suçladığı Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, insâni yardımların geçmesi için Refah sınır kapısının açılmasını emretti. Yıllardır İsrail'e yakın duran Ürdün de İsrail'le arasına mesafe koymayı zorunlu bulabilir.

Bir zamanlar İsrail'in müttefiki olan Türkiye, İsrail'in en keskin düşmanları arasına katıldı. Filistinlilere uyguladığı ağır zulmün, toprak açlığının ve abartılı bölgesel emellerin en büyük bedelidir bu. Bu kriz, Türkiye-İsrail arasında bölgesel üstünlük yarışına evrilmiştir.

İsrail'de sağcı bir yorumcu ve Bar Ilan Üniversitesi profesörü Mordechai Kedar bu hafta Ynet'te şöyle yazdı: “Bu bölgenin efendisi kimdir?...Ortadoğu'yu bir kez daha yönetmeyi arzulayan Osmanlı İmparatorluğu kuvvetleri, Gazze kıyılarında durdurulacak.”

ABD, İsrail'in saldırgan davranışı yüzünden kendi bedelini ödeyecek. Belalı müttefiki bir yük haline geldi. Obama'nın ikilemi bu. Şayet İsrail'le sebatla karşı çıksa – bunu istediğine şüphe yok – içeride siyaseten acı çekecek; yapmasa, acıyı yurtdışında itibarı çekecek.

Şimdiye dek cevapsız kalan sorunun kilidi, bu uluslararası krizin bizzat İsrail'de bir iç krize yol açıp açmayacağıdır. Dünyanın husûmeti karşısında alarma geçen ve korkuya kapılan İsrail kamuoyu, bir ihtimal, Netanyahu'nun ihtilafçı ve tehlikeli politikalarına ayaklanabilir. Netanyahu istifaya zorlanabilir ve seçimlerle yüzyüze gelebilir.
Obama'nın gerçekleşmesi için dua ettiği sonuç belki de budur.

Kaynak: Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı