1992 Nisan ayında yayınlanan “Kürd Soruşturması” adlı çalışma içinde yayınlanan “Dünden Yarina Kürtler Ve İslamiyet” başlıklı makalemizde, İslamiyetin Marxist-Stalinist kökenli laik-seküler gruplarca Kürdistan’dan kovulmak istendiğini, İslamiyetin Kürdistan’ı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ve en büyük endişemin 25-30 yıl sonra kürtlerin “Müslümanız” deyip demeyeceği olduğunu belirtmiştim. Bu konuda dindar müslümanları uyarmıştım.
O günden bu yana 18 yılı aşkın bir zaman geçti. Hiçbir İslamcı bize kulak asmadı. Bu zaman zarfında durum sürekli vahamet arzetti. Bölgedeki tüm dini grup ve organizasyonlar çöktü. Bölgenin geleneksel, asırlardır cari olan dînî yapısı ile taban tabana zıt, bu yapıyla kavgalı olup, ya ideolojik selefî , ya da şiî yönelimli radikal/siyasal dini grup ve akımlar 80’li yıllarla, 90’lı yıllarında başlarında zaman ve enerjiyi olumsuz bir rotada tüketip, erimeğe mahküm hale geldiler. Bölgede öteden beri var olan geleneksel dini yapılar ise zamanla büyük aşınmalara ve inhiraflara uğramış olduğundan canlılık gösteremediler. Kent ve kasabalardaki Kitabevleri çevresinde kümelenmiş radikal/siyasal islamcı grupların yerel dini değer ve gelenekle sürekli kavga ve çatışma halinde olmaları, bölgenin dindar halkından ve bölge gerçeklerinden tamamen kopuk olmaları, hem bu grupların 90’lı yıllarda eriyip kaybolmalarına, hem de dindarların bir şemsiye altında organize olmalarının önünü kesti. 1992 Kasım ayında, Ankara’da Mazlum-Der’in gerçekleştirdiği “Kürd Sorunu Forumu” nda, bölgenin en temel dini unsur ve yapılanmaları olan Şafiilik ve Nakşibendiliği dikkate almayan, dışlayan, bu temel İslami kimliklerle ideolojik- selefilik adına savaşan İslami grup ve hareketlerin bölgede hiçbir şansının olmayacağını belirtmiştim. Evet, yaşanan süreç bu öngörümü maalesef doğruladı.
Yanısıra, 80’li yılların sonları ile 90’lı yılların hemen başında bir yandan devletin/din karşıtı ve kürt kimliğini inkara dayanan resmi ideolojinin, diğer yandan Stalinist terör örgütünün baskısından bunalıp, arayış içinde olan dindar kitleler, MNP, MSP geleneğinden gelen partiye, RP’ye yöneldiler, 1991 yılı yazına gelindiğinde RP’nin bölgede oy oranı yüzde 80’ler civarına dayanmaktaydı. Bu da dindar kitlelerin sığınacak bir liman ve şemsiye arayışının sonucuydu. Ancak, 1991 erken seçimlerinde RP’nin MHP ile seçim ittifakına girmesi bu limanı kapattı. Ve sonuç olarak, CHP listelerinden giren HEP’li adaylar milletvekilliklerini kazanarak ilk defa böyle bir partinin ve bugüne kadar devam eden siyasal sürecin oluşmasına yol açtı. Böylece, bölgenin dindar halkı devlet-resmi ideoloji ile, terör örgütü kıskacında tamamen çaresiz ve oksijensiz bırakıldı. RP yöneticilerinin, bölgeyi umursamayarak, pragmatist davranarak girdikleri bu seçim ittifakının uzun vadede ne tür onulmaz yaralara yol açtığı görülmüş ve süreç bölgede islamiyet aleyhinde adeta geri dönülmez noktaya dayanmıştır. Son olarak, başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’daki konuşmasında sorunu “Kürt Sorunu” olarak nitelendirerek bazı olumlu mesajlar vermesi bir kez daha zaten uzun zamandır hırpalanmış olan dindar-muhafazakâr kitleleri sığınacak bir liman, toplanılacak bir şemsiye bulmaları konusunda umutlandırdı. Bu umutların sonuçları 2007 seçimlerine de ciddi bir şekilde, AKP bağlamında yansıdı. Ancak, 2009 mahalli idareler seçimi arefesinde bu umutlar yine söndürüldü. Bizzat sayın başbakanın ağzından söylenen “Ya Sev Ya Terk Et” benzeri söylemler ve seçimlerdeki son derece kötü aday profili, dahası, açılımda “Din” faktörünün özellikle ıskalanması, bu limanların yine Milli Görüş geleneğinden gelen bir parti tarafından bir kez daha kapanmasını sağladı. Oysa ki, Danimarka’daki Hz. Peygamber’e (SAV) yönelik karikatürlü hakaret olayında en büyük protesto mitingi Diyarbakır’da gerçekleştirilmişti. Yanısıra, Gazze konusunda da İstanbul’dan sonra yine en kalabalık miting Diyarbakır’da düzenlenmişti.
Bu yüzden dindar kitleler bölgede organize olmaktan ve bir şemsiyeden mahrum bir durumda kaldılar. Oysa ki, sol-Marxist kökenli laik-Stalinist gruplar öteden beri, 60’lı yılların başlarından bu yana içeride ve diasporada-Avrupa’da- örgütlenme imkanına sahip olmaları, dahası bir kısmının silahlı örgütlenme şansını elde ettiklerinden baskın ve etkin duruma geldiler. Ayrıca, devletin de 80’li yıllardan beri PKK ve uzanımları dışındaki en ılımlı gruplar dahil tüm organizasyonları adeta PKK lehine olacak şekilde sürekli budayıp tasfiye etmesi, hayat hakkı tanımaması 68 kuşağının Stalinist gruplarının kürt siyaseti üzerindeki gücünü pekiştirmiştir. 90’lı yılların başından itibaren bazı sol kökenli laik kürt yayınevlerinin yayınları ile 20 yıldır oluşan literatür, bu süreçte yetişen kürt gençliğinin bu yönde evrilmesi sonucunu verdi. Böylelikle, bu gruplar, taş atan çocuklar başta olmak üzere, önemli oranda kürt gençliğini de devşirip kazandı.
Irak Kürdistanında da benzeri bir durum sözkonusuydu, 80’li yıllarda İslami gruplar bir hayli güçlüydü. Özellikle Şeyh Osman Abdülazîz’in “Kürdistan İslami hareketi” bunların en başta geleniydi. Ancak orada da İslami grupların ideolojik-selefî/Vahhâbî yönelimleri kısa zamanda İslami oluşumlarda çöküşe yol açtı. Özellikle Müsülüman Kardeşler hareketinin bölgedeki uzanımlarının modern/ideolojik-selefî yaklaşımları; bölgenin Nakşibendî/Kadirî geleneğine savaş açmaları durumu daha vahim hale getirmiştir. Dahası, Müslüman Kardeşler her nedense Şeyh Osman Abdülazîz’e cephe alıp, bölgenin en gerçekçi dini örgütlenmesinin çökmesini sağladılar. Oysaki, Şeyh Osman hareketi bölgenin en ılımlı İslami oluşumunu temsil etmekte olduğu gibi, KDP ve KYB gibi laikçi ögütlenmelere karşı dindar kesimin bir şemsiyesi olarak, yine bunlara karşı çok ciddi ve güçlü bir denge unsuru niteliğindeydi. Şeyh Osman hareketinin, bir yandan irticâ fobisine ayarlı Türk sivil/askeri istihbaratının, diğer yandan Müslüman Kardeşler hareketinin de ciddi katkılarıyla çökertilmesinin ardından, bölgede İslami gruplar marjinalleştiği gibi, aynı zamanda Ensaru’s-Sünne gibi El-Kâide benzeri aşırı grupların önü açılmış oldu. Böylelikle, KYB ve KDP karşısında İslâmi vs. bir denge unsuru kalmadığı gibi, Şeyh Osman Abdülazîz’e cephe alarak ortadan kalkmasına katkıda bulunan Müslüman Kardeşler hareketi de KDP ve KYB’nin şemsiyesine sığınma yolunu seçtiler. Allah (C.C) izin verirse bu konularda yazmağa devam edeceğiz
Kaynak: Özgün Duruş