İslami yardım kurumlarına darbe… Kaybeden kim, kazanan kim?

 

İslami hayır/yardım kurumları, şimdiki ABD yönetiminin ve İslam'a ve Müslümanlara düşman ideolojik baskı kuruluşları tarafından sistematik bir şekilde hedef gösterilmesinden dolayı zor günler yaşıyor. Bu durum, dünyada büyük savaşların yaşandığı bölgelerde kontrol edilemeyen halk tepkilerine neden oluyor. Dünyanın en büyük savaşlarının yaşandığı bölgelerdeki insani yardım boşluğunu doldurmak isteyen Batılı hayır ve insani yardım kuruluşlarına karşı düşmanca tepkiler gelişiyor.

"Sınır tanımayan doktorlar" örgütünün, üyesi olan 5 doktoru kaybetmesi ve sürekli tehditler alması sonucu silahlı mücadelenin sürdüğü üç bölgeden çekilmesi ve Afganistan'da yardım kuruluşları finansörlerinin ofislerine "tabela" asmaya çekinmeler tehlikenin boyutunu gözler önüne sermektedir.  

Ne acıdır ki, batılı hayır kurumlarının imajının kötüleşmesinin nedeni NATO, ABD ve İsrail işgal güçleridir. Bunun nedenlerinden biri "eğer can güvenliği istiyorsanız sizi korumaya hazırız ama "savaşçı gazeteci" gibi sizi koruruz " gibi tehditkâr tutumlarıdır. Hayır işinin ortadan kaybolmasını görmek ne berbat bir durumdur.

Günümüzde terörle savaş bahanesiyle insani yardım ve hayır kuruluşlarına karşı yürütülen savaşın yarattığı trajedik sonuçlarla ilgili birkaç tablo sunmak için bu savaşta öncelikli hedef ve birinci kurban seçilen İslami hayır kuruluşlarıyla ilgili iki aşama üzerinde duracağım. İlk aşama terörle savaş öncesi, ikincisi ise bu savaşın acımasızsa sürdüğü aşama.

BİRİNCİ AŞAMA:TERÖRLE SAVAŞTAN ÖNCE:

1975-1979 yılları arasında Kızıl Kmerler iktidarı gölgesinde insanlık hakkında işlenen suçlar "insani yardım kuruluşları" kavramı ve onların çalışma metodu hakkında çok derin bir kriz meydana getirdi.

"Sınır tanımayan doktorlar" örgütü ve bu örgütten kopmalar, işe profesyonelliğin karıştırılması, "insani müdahale" kavramı ve bu müdahalenin sınır ve doğasıyla ilgili tartışmalar bu cemiyetlerle ilgili Avrupa tarihini şekillendirdi. Burada tevazu, sessizlik ve hakkında çok az şey duyduğumuz ya da çok az anlatılan bir faaliyet içeren bir deneyim görüyoruz.

Bu deneyimin adı İslami hayır ve insani yardım kuruluşların yarayı sarma, toplumun yeniden birbirine tutunması, Müslüman azınlığın desteklenmesi, hoşgörü, ortak yapı ve karşılıklı dinlere saygı gibi kavramların güçlendirilmesinde oynadığı roldür.

Fransa Culture radyosunun bu yaz Kamboçya'ya ilgili yayınlanan özel bölümde "İslam dünyada en hoşgörülü dindir" konususun işlenmesi bu konuda kilit rol oynadı. Pol Pot iktidarı döneminde işlenen genel cinayetler arasında Vietnamlı ve Müslüman Cham azınlığın hedef seçilmesi de vardır.

Bu trajediye müdahil olmak, azınlıkların verdiği can kayıpları Khmerlerin kayıplarından fazlaydı. Ancak genel toplamda Khmerlerin can kayıpları azınlıklardan çok daha fazlaydı.

Kızıl Khmer Müslüman Cham azınlığı, genel bir oluşuma muhtaç "burjuvazi küçük bir cemaat" olarak kabul etti. Bu cemaati değişik nüfus toplulukları arasında dağıtarak onları ortak yeni adetler edinmeye zorladı.

Dini inançtan etkilenmediklerini ispatlamak için domuz etini yemeleri ve dini zorunluluk sayılabilecek adet ve ibadetlerden kaçınmaları gerekiyor.

Eğer bazıları zorlandıkları şeylerden kaçınırsa hemen domuzların yanına konur, hakaret edilir, dövülür ya da öldürülürdü. Kamboçya'da bulunan camilerin % 85'i yıkıldı. Ülkede bulunan 113 İslami dini şahsiyetten sadece 20'si hayatta kalabildi.

Ayrıca tüm İslami okullara el konuldu, ayakta kalan camiler domuz yetiştirme ahırlarına dönüştürüldü. Bu dönemi anlatan tarihçilere göre öldürülen Müslümanların sayısı en az 500.000 civarındadır.

Müslüman Cham mültecilerine insani yardımlar Güneydoğu Asya'daki İslami yardım kuruluşlarından geldi. Sonra Körfez ülkeleri yardım kuruluşları buralara yardım elini uzattı ve yıkılan camileri, çok sayıda okulu ve polikliniği yeniden inşa etti,her şeylerini kaybetmiş olanlara yardım elini uzattı.

Bu yardımların ve yardım işinde çalışan Arap aktivistlerin dayanışma, intikam duygusunu reddetme ve adaletin sağlanması gibi konularda büyük rolleri bulunmaktadır. Hatta bazı Kamboçyalı insan hakları örgütlerinin bize anlattığına göre Arap Yardım Kuruluşlarının yardımları sadece Müslümanlarla sınırlı kalmadı. Özellikle köylerde, hiçbir ayrım yapmadan tüm çiftçilere yardım edildi.

Okuldan birçok etnolog bilim adamı arkadaşa göre, acıların hafifletilmesi, sefalet döneminin çabuk atlatılması, yıkılan binaların yeniden yapılması ve genel durumun düzeltilmesi Kamboçyalı Müslüman ve Budist nüfus'un sosyal ve psikolojik dengesinin sağlanmasında çok önemli rol oynadı.

Ayrıca Khmer döneminden sonra uzun bir süre cereyan eden şiddet sarmalına karşın bu bölgelerde fanatik ve silahlı akımların ortaya çıkmamasının da nedeni budur.

İKİNCİ AŞAMA: TERÖRLE SAVAŞ ESNASINDA

2005 Ekiminde Pakistan depreminde ölü sayısı 87.000'e,yaralı sayısı yüzbinlere ve evsiz kalanların sayısı milyonlara ulaşan Pakistan'a bağımsız kaynaklara göre ancak temel ihtiyaç maddelerinin % 5'i ulaşmıştı.

Dünya biliyor ki Pervez Müşerref'in 11 Eylül 2001 olaylarından sonra 65 kadar Arap ve İslami hayır ve yardım kuruluşunun ofisini kapatmasının bedeli çok ağır oldu. Hâlbuki bu hayır kurumları deprem felaketi sonrası temel ihtiyaç madde açığını giderebilirdi. Arap ve İslami kuruluşlar daha önce Pakistan'da meydana gelen herhangi bir felaket sonrası böyle bir görevi çok başarılı bir şekilde yerine getirmişti.

Pratik gerçeklik bu kuruluşların olmaması ve Pakistanlı yardım kuruluşlarının faaliyetlerinin kısıtlanmasının Pervez Müşerref hükümetinin Deprem Felaketiyle başarılı bir şekilde baş etmede çok aciz kaldığını ortaya koydu. O derecede başarısız oldu ki evleri depremde yıkılan vatandaşlara çadır temin edemedi. Kumanya ve pişirilmeden yenebilen gıda maddelerini veremedi.   

Ayrıca hastalara ve evsizlere gereken ilaçlar yeterli miktarda temin edilemedi. Bu durum Pervez Müşerref'in aciz bir otokrat olduğunu gözler önüne serdi

O ancak vatandaşlarının hayatı ve onuru pahasına olsa bile ABD yönetiminin dayattığı programı(ajandayı) uyguluyor. Dünyanın en önemli İslami hayır kurumlarının Pakistan topraklarında çalışmasına izin verilmemesi, hatta bu kuruluşların Afganistan ve Pakistan kontrolündeki Keşmir'e geçmelerine dahi izin verilmemesi neticesinde böyle bir felaket meydana geldi.

Bu esnada batılı bir insani yardım kuruluşunda görevli birçok yetkili bize şunu söylemiştir: Pakistan halkı, Muzafferabad yakınlarında bulunan, hiçbir ulaşım imkânının olmadığı, haritada bile adı geçmeyen mülteci kamplarına kadar yardım götürebilen kuruluşların faaliyetlerini engellemenin bedelini çok ağır ödemektedir.

Depremden 10 yıl önce bir inceleme heyetiyle birlikte söz konusu bölgelere gitmiştim ve Keşmir'deki mülteci kamplarında, Pakistan'ın yoksul bölgelerinde tek bir batılı yardım kuruluşuna rastlamamıştım. Afgan Mültecileri arasında yardım faaliyeti gösteren en önemli kuruluşlar  İslami kuruluşlardı.

Sözlerimizi desteklemek için, ABD Hazine Bakan Yardımcısı Robert Pickholz'in "Suudi Hayır Kurumu'nun terörü finanse ettiğine dair yazılan rapor son derece tehlikeli ve ayıptır" demecine de ihtiyacımız yoktur.

Ya da deneyimli Amerikalı Diplomat Richard Murphy'nin "Bu raporu duyduğumda dehşete kapıldım, zira içindeki bilgiler özen ve dürüstlükten yoksundu" demecine de ihtiyacımız bulunmamaktadır.

BM'nin o zamanki Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Pakistan'a acil olarak 312 milyon dolarlık yardım etmeleri yönünde zengin ülkelere yaptığı acil çağrı karşısında hepimiz eli kolu bağlı kaldık. Sonra yardımların 60 milyon doları geçmediğini çoğu yardımlarının da Arap ve İslam ülkelerinden geldiğini gözümüzle gördük.

Terörle savaş bahanesiyle Sivil Kuruluşlarının bağışlarının nasıl kısıtlandığını gördük. Körfez ülkelerini ziyaret eden Pakistan Dışişleri Bakanı Hurşid Kusuri,ülkesinin bir felaketle karşı karşıya olduğunu,depremin verdiği zararın karşılanması için 5 milyar dolar gerektiğini, Pakistan'ın buna gücü yetmediğini söyledi. Pakistan Hükümeti, bu felaket karşısında tümüyle başarısız olmuştur.

Bu manzara, ABD yönetimine karşı gelişen kin ve fanatizm gerçeğinin bir parçasıdır. Bu siyasetin bedelini milyonlarca insan ödemiştir. Dolayısıyla Afganistan Talibanlarının rolünün güçlenmesi ve sefalet kamplarından Pakistan Talibanlarının türemiş olmasını hiç yadırgamadık. Yardım imkânlarından ve insanca yaşam koşullarından yoksun bırakılmak kesinlikle bir nefsi müdafaa vesilesi olarak şiddet doğurur.

Bu trajedik olay Kamboçya'da sivil yardım kuruluşların çok başarılı bir şekilde uyguladıkları örneğin tam tersi bir örnektir.

TERÖRÜN KAYNAKLARINI KURUTMAK MI YOKSA SİVİL KURULUŞLARI ÖLDÜRMEK Mİ?

Terörle mücadele "kaynaklarını kurutmak" üzerine inşa edilmiştir: Silahlı örgütlerin değil de insani yardım kuruluşlarının kaynaklarını kurutmak. Mesela Kuveyt'te çalışma izni olan beş derneğin yardım toplama sandık ve kulübeleri kaldırıldı.

Mısır hükümetiyse sivil ve yardım kuruluşlarının faaliyetleri üzerindeki hükümet denetiminin artırılmasını öngören bir yasa çıkarmayı kararlaştırdı. Bizzat ABD Başkanı, Hamas'a yardım ediyor diye Lübnan'da faaliyet gösteren "Senabil lil iğase ve Et tenmiye" (Başak, Yardım ve Kalkınma) Derneğinin, "El lecne el hayriye li münasereti Filistin" (Filistin'e yardım için İyilik) Derneğinin, Fransa'da faaliyet gösteren "Lecnetül İhsan ve El İğase Fi Fransa" (iyilik ve yardım) derneğinin ve Avusturya'da bulunan "el Cemiye el Filistiniye" (Filistin Cemiyeti) Derneğinin tüm mal varlıklarının ve hesaplarının dondurulmasını istedi.

Almanya, Hollanda, Danimarka, İtalya, Avustralya ve ABD'de mal varlıklarına ve paralarına el konulan insani yardım kuruluşlarını saydık. İslam ülkelerindeki yardım kuruluşlarını saymadık bile.

ABD yönetimi -Arap ve Müslüman yetkililerle ortak bir şekilde hareket ederek inandırıcı olsun diye ve sanki bir Amerikan kanaati değil de İslami bir kanaatmiş gibi -zalim kararlarla düşmanca faaliyetlerini gizleme yoluna gitti. Son zamanlarda insani yardım kuruluşlarına daha vahşi saldırılarda bulunmaya başladı. Mesela Hazine Bakanı John Seno onlarca hayır kurumunu terörist listesi arasında sayarken yanında Müsteşar Adil El Cübeyr vardı. Terörist dediği hayır kurumlarından bazıları şunlardır: Müessesetül Ard Al Mukaddese ( Kutsal Topraklar Müessesesi, ABD), Haremeyn Müessesesinin iki kolu (Bosna ve Somali), Müessesetül İğase el Alemiye (Dünya yardım müessesesi ABD), Müessesetür Rahme El Alemiye (Dünya Rahmet Müessesesi, ABD), Müessesetül Aksa (Almanya ve Avrupa), Müessesetül İğase El Filistiniye (Filistin Yardım müessesesi, Fransa), İnterpal (İngiltere), Filistin Cemiyeti (Avustralya), "Senabil lil iğase ve Et tenmiye"(Başak,Yardım ve Kalkınma, Lübnan) Derneği ve Sunduk El Ahtar (Pakistan).

Washington'da bir yasaklama ve ya kovuşturma kararı alınınca muhakkak bir Arap yetkiliye danışılır. Ayrıca maalesef Lübnan sosyal işler Bakanlığı, Hizbullah'a yakın derneklerin "terörist" listesine konulması karşısında sessiz kalmıştır.

Biz bugün inisiyatifi tekrar ele alma aşamasındayız. İnsani ve hayır/yardım kurumlarını savunan kurumlar ortaya çıktı. Bu yeni felakete karşı mücadelesiyle ön plana çıkmış birçok Avrupalı, ABD'li ve Arap hukuk örgütü ve şahsiyet ortaya çıktı. İslam Dünyasında devletin dolduramadığı boşluk bu tür cemiyetler tarafından doldurulduğu unutularak. Dolayısıyla bu cemiyetlerin darbe alması demek sivil ilişkilerin kısıtlanması ve iç barışı koruyan emniyet sübabının darbe alması demektir.

Tabi sonunda cezaevinde bulunan ve gözaltında tutulan onlarca hayır kurumu çalışanı serbest bırakıldı ve Hollanda, Almanya, Fransa, İngiltere, ABD ve Belçika'da faaliyet gösteren dokuz hayır kurumu normal faaliyetlerine döndü. Arap ve İslam Dünyasında faaliyet gösteren ciddi ve dürüst sivil kuruluşların faaliyetini anlatmak için birçok kampanya yürütülmektedir.

Unicef'in son olarak yayınladığı rapora göre İslam dünyasında 600 milyon çocuk fakirlik, hastalık ve okula gidememekten (çok az istisna dışında) muzdarip. 11 İslam ülkesinde de en yüksek çocuk ölüm oranı bulunmaktadırlar. Kötü beslenmeden ve tedavisi mümkün olan hastalıklardan dolayı her yıl 4.3 milyon çocuk beş yaşına gelmeden ölmektedir. İslam Konferansı Örgütüne mensup 17 ülkede ise ilkokula giden çocuk oranı % 60'ın altındadır… Öyleyse devlet kurumlarının doldurmadığı bu insani yardım boşluğunun karşı karşıya olduğu bu saldırıya karşı susmak cinayet olur. Bu boşluğun doldurulmasını savunmak iç barışı savunmak ve gerçek anlamda sivil bir toplum yapılanmasını savunmak demektir.

 

 

Heysem Menna: Suriyeli gazeteci ve yazar.


 

Bu makale Mehmet S. Direk tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.