2011’in başlarında Suriye yönetimi ile Suriye muhalefetinin önde gelen oluşumları, Arap Birliği’nin girişim planını kabul etti Suriye intifadasının patlak vermesinden bu yana Suriye’deki siyasi çekişmenin tarafları ilk kez tek bir çalışma planı üzerinde ittifak etmiş oldular.
Her ne kadar Suriye rejimi pratikle teori arasındaki şizofrenik ayrıma bizleri alıştırdıysa da -askeri çözümün siyasi aklın düzenleyicisi olan kavramları yok etmesiyle birlikte- aklı başında herkese yeniden siyasi söyleme dönmek gibi bir görev düşüyor. Suriye yönetimi de açıkça güvenliğe dayalı ve askeri çözüme bir sınır getirilmesi gerektiğini kabul etti, ve böylelikle devrimin şiddete bulaşmasının hatalı olduğu kadar zaruri olmadığını da dolaylı olarak onaylamış oldu. Zira askeri seçeneğin savunulması onu savunanların nezdinde bile bir insanlık suçuna dönüşmüştür.
Suriye yönetimi ayrıca kendisinin ülke içerisindeki sivil ve siyasi oluşumlarla kabul edilebilir aracılar olmadan (bu durumda söz konusu aracılar Arap Birliği oluyor) görüşmeler yapmak ve iletişime geçmekten aciz olduğunu itiraf etmiş ve böylelikle Suriye’nin geleceğiyle ilgili yapılan tartışmalarda Arap Birliği’ni taraf olarak gördüğünü itiraf etmiştir. Arap Birliği şemsiyesi altında Suriye muhalefetinin de katılacağı, Suriye Kongresi düşüncesini onaylayarak bu kongrenin seçeceği bir heyetin, demokratik geçiş sürecinin yönetilmesi ve ikinci Cumhuriyetin kurulması için Suriye yönetimiyle görüşmeler yapmasını uygun bulmuştur.
Bir çok nedenden dolayı Arap çözümünün bir çözüm oluşturabileceğini düşünenlerden biriyim. Birinci neden benim sorunun nasıl ve nereye kadar uluslararasılaştırılacağını kontrol edebilecek bir konumda bulunmam. İfadelerde en küçük diplomatik çekince olmaksızın Fransız diplomasisini anlamamı sağlayacak kadar Fransa’da ikamet izni bana verildi. Bu nedenle de Suriye konusunda Fransa’nın çelişkilerini takip edebilme imkanım oldu.
Rahmetli Cibran et Tuveyni’nin cümlesini unutamam: “Chiraques, Suriye’nin Lübnan topraklarını terk etmesi, iki hafta içerisinde ülkede rejimin çökeceği anlamına gelir, demişti. Siz ve ben, bu basitleştirilmiş ve yüzeysel düşüncenin bedelini ödeyeceğiz.” Fransız Dışişleri Bakanı Alan Juppe hakkında da aynı ifadeleri kullanabilirim. Fransız diplomasisi içerisinde Libya dosyasının nasıl ele alındığını gördüm, öyle bir ele alındı ki Fransa’nın bir diplomasi zaferi gibi sunuldu. Belki de Fransız diplomasisinin ne kadar sınırlı olduğunu, bu yüzden neden Libya örneğinin Suriye’ye tatbik edilemeyeceğini bizlere gösterdi. Demokratik ve sivil, aynı zamanda rejimi yıkmaya muktedir bir muhalefet oluşturmak, ara sıra muhalefetin önde gelen isimlerine uçak kiralamak, ya da Fransız polisinin koruması altına alınmaları, BM Güvenlik Konseyi’ne gelişim projeleri sunarak askeri müdahaleye kapı aralayacak bir takım girişimlerde bulunmak gibi tamamen showa dönük dekoratif şeylerle gerçekleşmez. Irak trajedisinden sonra hiçbir Batılı hükümet, hiçbir Arap çelebisinin komikliklerine güvenemez.
Amerikan desteğine güvenmek mümkün değildir, Oğul Bush döneminden bu yana Başkan ve yardımcısı Şam’daki yönetimi devirebileceğini söyleyen herkesi karşılamaya hazırlardı. Suriye’nin cezalandırılması ve hizaya getirilmesi, avamın diline düşen bir olay haline geldi. Bazı Suriyeli muhalifler ise yedinci mevsim hevesine düçar olmuş vaziyetteler ve NATO uçaklarının gelip Suriye hedeflerini zeki bombalarıyla vurmasını beklemekteler.
İngilizlerin, diğer Batılı komşularından çok daha pratik bir öngörüye sahip olduklarını söyleyebiliriz, Suriye denklemi, maalesef konunun ortaya konuşunda cesaret, ele alınışında güvenilirlik ve dürüstlükten yoksundur. Özellikle de konu, meselenin uluslar arasılaştırılması ve estetik operasyonların yapıldığı merkezlerle ilgili olduğunda.
Bu cüret, aynı yönetimin diplomatisinin dinamik noktalarını ele geçirmeyi gerektirir, yani kuzeye ve batıya değil, güneye ve doğuya yönelmeyi…. Ayrıca Suriye muhalefetinin bazı unsurlarını uluslararası diplomasi borsasında simsarcılara dönüştüren, eksenler arasındaki çatışma siyasetine karşılık verebilmek için Suriye’nin komşularıyla ilişkilerinde dengeli olmaya da vurgu yapmak gerekir.
Suriye’nin İran ve Türkiye gibi ülkelerle olan ilişkileri, yeni Suriye için zorunludur. Türkiye ve İran, mevcut verili durum itibariyle birbirine zıt rolleri icra etmektedirler. Sarkozy’nin Ermeni katliamı dosyasını (hem seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte iç siyasi gereksinimler hem de Türkiye’nin Libya’da ekonomik açılımının önünde set oluşturmak amacıyla) açıvermesi, Fransız dışişlerini hiç de imrenilecek bir noktaya getirmemiştir tersine, Suriye konusunda önüne engeller koymuştur. Bu hamlesiyle Fransa savunma bakanlığının, Türkiye yolunu kapatarak Suriye ordusundan ayrılan ve Türk topraklarında bulunan askeri muhalif unsurlara silah sağlama imkanı oldukça daralmıştır.
Dolayısıyla Suriyeli demokratların önümüzdeki aylarda kendi meseleleriyle ilgili olarak Fransa Türkiye dayanışmasına (şayet bu iki ülkenin Suriye meselesinde özel bir rolleri olduğunu en azından prensip düzeyinde kabul ettiğimiz taktirde) çok fazla güvenmemeleri gerekir. Bu konu Suriyeli muhalifler içerisinde önemli bir anlaşmazlık noktası olup Suriye rejiminden önce kendisine zarar verecek bir özellik arz etmektedir.
Buradan hareketle, bıkmadan usanmadan, Araplarla yakınlaşmaya bel bağlamamız gerektiğini, bunun da hissi ve pragmatik bir düşünmeyi gerektirdiğini hatırlatmak isterim. Bu sadece Arap devrimleri sonucunda ortaya çıkmış bir olgu olarak, Arap kardeşlerimizle prensipte siyasi, hukuki, ekonomik ve kültürel düzeyde ilişkilerin geliştirilmesine yönelik isteğimizle ilgili değildir.
26 Aralık itibariyle Suriye’ye 65 kadar Arap Birliği gözlemcisinin gelmesini küçümseme çabalarına rağmen, BM İnsan Hakları Komisyonu, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Avrupa Birliği ve BM Genel Sekreterliği’nin başarısız olduğu bir dönemde Arap Birliği’nin gayet başarılı olduğunu söylemek zorunludur.
Ayrıca, Suriye yönetiminin, Ortadoğu’daki hakim yapılar içerisinde en karmaşığı olduğunu da söylemek gerekir. Onun hayatiyetini sürdürme ya da sürdürememe, devamlılık ya da inkıtası, inşası ve yıkılması, uluslararası, bölgesel ve içsel bir çok faktöre bağlıdır.
Halen siyasi muhalefet, bir çok alanda maalesef, stratejik, etkin ve faal tasavvurlardan yoksundur. Suriye rejiminin sadece her gün yüzlerce kişiyi katlederek değil aynı zamanda Suriye içerisinde devrime önderlik edecek, ayaklanan halka yol gösterecek, toplumun büyük bir çoğunluğunun desteğini elde edecek bir öncü gücün bulunmamasından kaynaklanan boşluk sayesinde de hayatiyetini sürdürecek gücü kazandığını söylemek üzücüdür. Çoğunluk
Ğun desteğini elde etmek demek, göz önünde bulunan ve dar bir çerçeveyle sınırlı bir takım gösterilerde ve siyasi faaliyetlerde bulunmak ya da objektiflik gibi bir kaygısı olmayan bir takım medya organlarında gözükmek değildir.
Buradan hareketle, mücadele ve programında yolsuzluk ve diktatörlük manzumelerinin aşılması fırsatını güçlendirmek için, devrimin ve devrimcilerin bilinçlerinin kirletilmesine karşı mücadele hususundaki ısrarımız, meydanlara çıkmış bulunan devrimcilerle, değişimden korkan ve kendi canıyla ilgili endişeleri nedeniyle köşesine sinmiş bir vaziyette o devrimcileri uzaktan takip edenler arasındaki kaçınılmaz buluşma noktasını temsil etmektedir. Bu buluşma noktası filanca medyayı kaybederiz, filanca fanatik gruptan mahrum kalırız veyahut devrimcilerin üzerindeki mali yükleri hafifleten bir takım finansörleri kaybederiz gibi endişelere kurban edilmemesi gereken bir noktadır.
Suriye’ye Arap gözlemcilerin gelmesiyle ilgili olarak yapılan bazı komik, muharref ve birbiriyle çelişkili açıklamalar, gerek Suriye rejiminin erekse Suriye muhalefeti içerisindeki hatırı sayılır bir grubun sahip olduğu insan hakları kültürünün zayıflığını bizlere göstermiştir. Durum bazen, Suriye rejimine uşaklık yapmayla Körfez işbirliği Konseyi’nin talimatlarına uyup uymama arasında gidip gelen ürkütücü bazı tasnifler yapmaya kadar gitmektedir. İki günden az bir süre içerisinde söz konusu aktivistler, Suriye meselesine eşlik eden demagojik siyasi söylemin bir parçası haline gelmişlerdir. Buna ne güvenlik güçlerinin vahşiliği ve amansızlığı, ne de bazı siyasilerin ve görgü şahitlerinin ümmiliği ve cahilliği mazeret olabilir.
Dikkat çeken husus, dilini kesmek, elini kesmek, idam etmek gibi ifadelerin gerek yönetim gerekse yönetilen kitlelerin kelime hazinesinde önemli bir yer işgal etmiş olmasıdır. Bir başka dikkat çekici husus ise söz konusu kişilerin, heyetten Hums ve Dera gibi bir takım sıcak yerleşim yerlerini ziyaret ederek gözlem görevlerini yerine getirmelerini istemiş olmalarıdır.
Bazıları ise durumu o noktaya vardırmıştır ki, sırf medya organlarındaki varlıklarını korumak için bir cümle edip ardından onun tam zıddını söylemeyi, sabah bir şey söylerken akşam tam tersini söylemeyi kendilerine şiar edinmişlerdir. Burada medyanın ve herkesin sanal olduğunu bildiği bazı kurumların değerlerini belirlediği siyasi hisselerin düşmesinden duyulan açık bir korku, finansın kesilmesinden duyulan kaygı, ekranlardan uzak kalma korkusu, gösteri meydanlarında taşlanma endişesi, göstericilerin arkalarından çevrilen tezgahların kaygısı devreye giriyor..Bu noktada akla tek bir kelime geliyor: Devrimin geleceğine ilişkin duyulan endişe…
Devrimci seçeneğin başarısı meydanlarda yapılan gösterilerin ve verilen mücadelelerin siyasi bir söylem ve program şeklinde ifadesini bulmasına bağlıdır. Güç gösterisi ve ekranlarda boy gösterme yerine, devrimcilerin söylemlerini temelde diktatörlüğün propaganda mekanizmasından pek de farklı olmayan karşı propagandaya dönüştüren medya ishalinin bir an önce durması gerekir.
Bizim, devrimci mücadeleye gücünü ve halk desteğini veren, barışçı olma ve mezhepçiliğe karşı cesur bir karşı duruş gibi temel değerleri savunmaya müthiş ihtiyacımız var.
Şam’da meydana gelen son iki iğrenç patlama göstermiştir ki, şiddete başvurmak her ne kadar doğrudan bir faktör olmasa da her halükarda diktatör Suriye rejimine hizmet etmektedir. Siyasi muhalefet Harasta’da hava istihbaratının karargahı vurulduğunda susmadı mı? Bir çokları, neredeyse şiddetle ilişkilerin normalleştirilmesi anlamına gelecek bir şekilde askeri operasyonları kınamaktan çekinmemiş miydi? Özgür Suriye ordusuyla olan koordinasyon, bazılarına göre demokratik güçlerle olan işbirliğinden daha önemli hale gelmemiş miydi? Demokratlar ve hukuk devleti yanlıları, bazı Suriyelilerin mezhebi kaygılarla öldürülmeleri ve kaçırılmaları konusunda sessiz kalmadılar mı?
Devrimi korumak için üretilen “hayır”lar, artık ne ölmüş olan maziye ne de henüz gelmemiş olan geleceğe kendini ait hisseden Suriyeli vatandaş için bir çekim merkezi haline gelen devrimin geleceği için açık bir tasavvura ihtiyaç duymaktadır. Bu durum, geçiş dönemi için (rejimini çökmesinden sonra bir koalisyon hükümetinin tesisiyle halkın onayladığı daimi anayasaya göre kurulacak olan kalıcı devlet kurumlarının inşa edilmesi arasındaki süreçte) genel prensiplerin tespitini gerektirir. Şansımızdan demokratik Suriye muhalefetinin en önemli klikleri, devlet kurumlarının ve siyasi otoritenin aşağıda sıralanmış bulunan prensipler üzerinde konsensus sağlamışlardır.
a. Halk, yönetimin kaynağıdır, meşruiyetin temelidir.
b. Suriye’nin gerek halk gerekse toprak düzeyinde bağımsızlığı, egemenliği, birliği
c. Yasama, yönetme, ve yargı güçleri arasındaki ayrılık
d. Sivil demokratik temellerin korunması (Özellikle de ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, gösteri yapma ve toplanma özgürlüğü, siyasi çoğulculuk, iktidarın barışçıl bir şekilde el değiştirmesi, idari ademi merkeziyetçilik)
e. Kürtlerin ulusal varlığı, Suriye vatanının tarihi dokusunun esaslı bir parçası olması
f. Vatandaşlar, görevlerde, sivil, siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal haklarda kanun önünde eşittirler. Din ve inanç özgürlüğü anayasada korunma altına alınmıştır. Ayrıca dini ve mezhebi ritüellere ve ibadetlere saygı gösterilmesi gerekir, ancak bunların hiç birisi siyasi yaşama karıştırılamaz.
g. Şiddetin, etnik, mezhebi, dini ve cinsel ayrımın sona erdirilmesi. Teröre, yolsuzluğa ve dışlamaya karşı durmak, intikamın reddi. Diktatörlük döneminde alınan istisnai kararların iptali, ayrıca oluşturulacak bir barış komisyonu aracılığıyla söz konusu olumsuzlukların etkisinin giderilmeye çalışılması.
h. Vatan toprağına bağlılık ve işgal altındaki Suriye topraklarının özgürlüğüne kavuşması, Arap ülkeleriyle kardeşlik ilişkisinin ve işbirliğinin kurulması, bölge devletleriyle dengeli ve sağlam ilişkiler kurulması, Suriye’nin demokratik ülkeler içerisindeki saygın yerini alması ve Arap ve uluslararası toplumda etkin yer edinebilmesi için diğer dünya devletleriyle de karşılıklı saygı esasına göre ilişki kurma.
i. Filistin halkına destek çıkmak, başkenti Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin devleti kurma hakkını tanıma, aynı şekilde bütün mazlum ve ezilmiş hakların yanında yer alarak onların diktatörlüğe karşı mücadelesinde beklentilerine karşılık vermek.
j. Uluslararası sözleşmelere sadık kalmak, BM’nin ve Arap Birliği’nin sözleşmelerine bağlı kalmak, Uluslararası insan hakları ilkelerine saygı göstermek.
k. Geçiş sürecinin başarılı olabilmesi ve ikinci cumhuriyet döneminde demokratik bir yönetim inşa edebilmek için Suriyelilerin gerek yurt içinde gerekse dışında mevcut bütün enerjisinden yararlanmak.
Suriye muhalefetinin önemli bir bölümü (Ulusal koordinasyon Kurulu, Suriye Ulusal Meclisi, Kanaat önderleri ve muteber şahsiyetler) bu ilkelere bağlı kalırlarsa Suriye muhalefeti içerisindeki grupların birlikte çalışmaları ve aralarındaki yardım ve işbirliğini geliştirmeleri mümkün olur.
Arap Birliği’nin oluşumu için gayret gösterdiği Genel Suriye Kongresi’nin ortak bir zemin teşkil ediyor olması, geçiş döneminde muhalefeti temsil eden ve onun adına konuşan bir heyetin doğuşunu sağlayacak ciddi bir siyasi referansın inşasına izin verecektir. Söz konusu heyet, geçiş döneminde elleri kanla ya da yolsuzlukla kirlenmemiş devlet aygıtından kimselerle ortaklaşa iktidarın referanslarını temsil eden bir yapı oluşturmaktan sorumlu olacaktır.
Bu tasavvur, öncelikli olarak, siyasi çocukluktan ve şahıs merkezcilikten kurtulacak, halkın kaderini herhangi bir kişi ya da partiyle özdeşleştirmekten özgürleşecektir. Bu ayrıca sırf kışkırtmak için provakatif bir dil oluşturmaktan kaçınacak, ucuz ithamlardan, karşı tarafı kolayca ihanetle suçlamaktan, kör tekfirden çekip çıkaracaktır. Zira tutarlı ve bütünlüklü bir siyasi kültürle yoğrulmamış seferberlik, çürümüş olan diktatörlüğün ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Şüphesiz yeni yıl, son derece büyük ve zorlu meydan okumaları içerisinde barındırmakta. Ancak bize ümitle ilgili her şeyi veren de odur. Modern tarih, 2012 yılını Suriye halkının tarihinde istisnai bir an olarak kayda geçecektir.
Heysem Menna: Suriyeli aktivist
Dünya Bülteni için el Cezire’den çeviren Faruk İbrahimoğlu