Aydın Doğan'ın gazetelerinde bir süredir 'İslami kesim' diye bir tabir kullanılıyor.

Sormak lazım: Ne demek İslami kesim? Budistlerin ülkesinde mi yaşıyoruz?

Müslüman bir ülkede yaşadığımıza göre 'İslami kesim' tabiri neyin nesi olabilir? Bir kültürel veya politik projenin taraftarı anlamında 'İslamcılar'ı kastediyorsanız, doğrudan İslamcılar diyebilirsiniz. Ama demiyorsunuz. Israrla 'İslami kesim' diyorsunuz.

Hiçbir adlandırma masum değildir. Onun için şunu da soracağız: Bir 'İslami kesim' mevcut olduğuna göre demek ki bir de 'gayrı-islami kesim' var. Onlar kim?

Toplumun -en azından- bir bölümünden İslami kesim diye söz edenler kendilerinin nasıl tanımlanmasını tercih ediyorlar acaba?

Bu bölücü dil bizi nereye götürecek?

* * *

Bu toplumun kimine göre yüzde 99'u, kimine göre yüzde 95'i Müslüman. Elbette beş parmağın beşi bir değil. Bunların içinde beş vakit namaz kılan da vardır, Cuma günleri camiye giden de, bayram namazı dışında camiye uğramayan da. Bir bölümü ağzına alkol sürmez, bir bölümü düğünlerde bayramlarda içer, bir bölümü de her fırsatta.

Bu tablo bugüne mahsus da değil. Yaklaşık bin yıllık mazisi var. Üstelik sadece burada değil, dünyanın her tarafında geçerli olan sınıflamadır bu. Kimileri dünya nimetlerine nispeten daha düşkün olur, kimileri öbür dünyaya hazırlanmayı daha çok önemser. Bazıları az dindardır, bazıları çok dindar. Bu tablo doğaldır. İnsan fıtratına da uygundur. Çünkü kişilerin mizaçlarıyla ilgilidir bu yönelimler.

Güzel olan taraf kimsenin kimseye karışmamasıdır. Toplumsal ahengin korunmasıdır. Zaten tarihte de 'az dindar'la 'çok dindar' arasında bir çelişki yaşandığına dair bir kayıt mevcut değildir. Yaşanan ihtilafların hiçbirinin temelinde dindarlık tartışması yoktur.

* * *

Peki, bugün bir kimlik problemimiz yok mu? Var. Müslüman kimliğimiz bir problem alanı görünümünde mi? Evet. Ama bizim bugün yaşadığımız 'kimlik problemi' aslında Müslümanlığımızla doğrudan ilgili değil. Sosyolojik veya sosyo-psikolojik kökenli bir kimlik problemiyle karşı karşıyayız.

İki ayağı var bu problemin:

İlki son iki yüzyıldır batı uygarlığının maddi üstünlüğü karşısında 'aşağılık kompleksi' yaşayan seçkinlerimizin 'onlar gibi olma' saplantısı. Müslüman kimliğimiz 'onlar gibi olma' hedefine engel görüldüğü için probleme dönüşüyor burada. Başörtüsü yasağı gibi politikaların temelinde bu var.

Diğeri ise 1950'li yıllardan itibaren büyükşehirleri altüst eden iç göçün ortaya çıkardığı kültürel karmaşa. Sosyolojik merkezi temsil eden kesimler ile merkezi kuşatan kesimler arasındaki asırlık gerilim bu dönemde 'kimlik tanımlamaları' düzeyinde dile getirilmeye başlamıştır.

Bu iki kesimden biri 'merkezde olduğunu', diğeri ise 'var olduğunu' ispatlamak zorunda.

Var olduğunu ispatlaması gerekenlerin 'özgün' bir kimliğe ihtiyacı var. Ayrıştırıcı bir tanımlamaya yani. Mesela 'İslami kesim' derseniz, muhtemelen hoşlarına gidecektir.

Merkezde olduğunu, yani 'ülkenin sahibi' olduğunu karşı tarafa göstermek isteyen kesimin psikolojisi ise Güney Afrika'nın apartheit rejimindeki mütehakkim azınlığın durumunu hatırlatıyor: Kendi varlığının ispatı için 'öteki' tanımına ihtiyacı var bu kesimin. Yani birilerinin bu oyunda 'zenci' olması lazım.

* * *

Öyleyse bugünün Türkiye'sinde var olan sosyal ve politik çelişkinin 'az dindar'larla 'çok dindar'lar arasında olduğu illüzyonu yaratılırsa bundan kim ne elde eder, onu düşünelim.

Kaynak: Star