Önce bir yanlışı düzeltelim: "Bugüne kadar Türkiye ile İsrail çok yakın iki müttefikti; AK Parti döneminde ilişkiler bozuldu" demek doğru değil. Türkiye ile İsrail hiçbir zaman dost olmadı. Her ne kadar iki ülke de dünya üzerindeki jeopolitik ayrışmalarda daima Atlantikçi kanatta yer alsa da aralarındaki çekişme hiç eksik olmadı. ABD'nin Türkiye üzerindeki nüfuzu zayıfladıkça Ankara ile Telaviv arasındaki çelişkiler giderek daha görünür hale geldi.
Aradaki çelişkinin temelinde aslında "çakışma" var. Aynı hedefe yönelmekten kaynaklanan bir rekabet. Her iki ülke de bölgesel düzene egemen olmak arzusunda. Bir çöplükte iki horoz olmaz! Problem bu.
Ne var ki aradaki Atlantikçilik bağı sayesinde çelişkiler yakın zamana kadar fazla yüzeye çıkmadı. Ta ki Turgut Özal'ın cumhurbaşkanlığı döneminde "Kürt meselesi" konusunda Washington'un bir kanadıyla işbirliği içinde "bölgesel çözüm" arayışına girmesine kadar.
***
Kürtler için bir "bölgesel federasyon" öngören Özal'ın yaklaşımı Türkiye'de Amerikan çıkarlarına hizmet ettiği, bölücülüğe kapı açtığı veya hayalci olduğu suçlamalarına uğrarken dışarıda ise "emperyal" niyetli bir yayılma projesi olarak algılandı. Zaten Özal'ın ölümüyle birlikte o yaklaşım da rafa kalktı. İsrail de derin bir nefes aldı.
Özal'dan sonra ise Türkiye başındaki terör sorununu çözmek üzere "içe dönük" çözümler geliştirmeye çalıştı. İşte o sıralarda İsrail Türk dış politikasına müdahale imkânı buldu. İki ülke arasında "terörle mücadelede işbirliği" bahanesiyle kurulan yeni ilişki sistemi nedense "majör konularda" İsrail'in lehinde işledi.
Bu arada Türkiye içindeki İsrail karşıtı güçler bu ilişkiler çerçevesinde tasfiye edildi.
Bu ilişkiden Türkiye'nin kazancı ise meçhul kaldı!
***
28 Şubatçılar eliyle İsrail'in vesayeti altına sokulan Türk dış politikasının bağımsızlığını kazanması kolay olmadı. Ecevit-Bahçeli-Yılmaz üçlüsü kan kustular, kızılcık şerbeti içtim dediler.
Davos'a kadar böyle devam etti. Erdoğan da İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi için gayret gösterdi; ama olmadı. Çünkü İsrail -Washington ve New York'tan güç alarak- Türkiye'nin dış politikası üzerindeki vesayetini sürdürmek istiyordu. Bunun için Türkiye'nin bölgesel konularda inisiyatif almasını engellemeye çalışıyordu. Türkiye'nin bölgesel barışa yönelik girişimleri karşısında ikiyüzlü bir tavır sergilemesi bu yüzdendi.
***
Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışı aslında bir anlamda "bağımsızlık bildirisi" gibiydi. Türk dış politikası artık ne İsrail'in ne de ABD'deki İsrail lobisinin ipoteği altında yönünü bulmak zorunda değildi. Türkiye artık dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olarak 80 milyonluk nitelikli nüfusuyla jeopolitik avantajlarını kullanarak kendi bölgesinde kendi milli çıkarlarının gerektirdiği yönde bir dış politika izleyecekti.
Mavi Marmara olayı da İsrail'in Türkiye'ye savaş ilanı oldu.
O savaş halen sürüyor. Ne zaman sonlanır, bilemeyiz. Ama İsrail'in bundan zaferle çıkma ihtimali yok, onu biliyoruz.
Bir de şunu biliyoruz: Artık bu bölgede hiçbir şey Mavi Marmara öncesindeki gibi olmayacak.
***
Mavi Marmara yarın İstanbul'a geliyor.
O gemiyi iyi karşılayalım. Taşıdığı anlamın farkında olduğumuzu gösterelim.
YAZININ ÖZETİ:
1. Erdoğan'ın Davos çıkışı Türk dış politikasının "bağımsızlık bildirisi"ydi.
2. Buna karşılık, Mavi Marmara saldırısı İsrail'in Türkiye'ye savaş ilanıydı.
Kaynak: Star