Pakistan'da yaşanan siyasi kriz, geçen hafta yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan Lal Mescidi baskını ile dünya basınına taştı. O kadar ki, dünyada olan bitenle son derece ilgisiz olan Türkiye'de bile, bu konu haber oldu, dahası hakkında birkaç yorum yazısı bile çıktı.
Malum Pakistan'da olanların, 11 Eylül sonrası ilan edilen, 'terörle mücadele' adı altında dünyayı kasıp kavuran yeni dünya düzeninin arka planını, karanlık tarihini anlamak açısından büyük önemi var. 11 Eylül'ün ardından Afganistan'a yapılan müdahale dolayısıyla, ABD'nin hedef aldığı Taliban rejiminin aslında, Sovyet işgaline karşı ABD'nin desteğiyle iktidar olduğu konusu çokça konuşulmuştu. Yine, baş düşman ilan edilen El Kaide'nin CIA bağlantılı olarak kurulduğu konusu gündeme gelmişti. Sonra bu konu gündemden düştü. Oysa, bugün, İslami fundementalizm ve terör denilen meseleyi anlayabilmek için, tarihsel arka planını sürekli hatırlamakta fayda var.
Yine, malum, El-Kaide ve diğer birçok İslami cihat hareketi, ABD ve Pakistan istihbarat örgütlerinin bilgisi ve denetimi dahilinde, bu ülke merkezli örgütlenmişti. Pakistan Devlet Başkanı, geçen sene yayımladığı anılarında, bu gerçeğin bir kez daha altını çizdi. Müşerref'in sıkıntısı, Pakistan'ın önce cihat merkezi olarak tayin edilmesi, bu amaçla desteklenen medrese yapılarının tüm ülkeyi kaplaması, buralara dünyanın dört tarafından cihatçı doldurulması, ancak 11 Eylül sonrasında bu kez Pakistan'dan bu örgütlenmeleri temizlemesinin talep edilmesiydi.
ABD öncülüğünde ilan edilen 'terörle mücadele'nin böyle, karanlık bir arka planı var. Dün cihatçı diye desteklenene bugün terörist deniliyor. Bu bir vaka. Diğer taraftan, bu arka plan, İslamcılık adına desteklenen hareketlerin siyasi anlamını kavramak açısından da çok önemli. Sadece, cihat ideolojisiyle hareket eden hareketler ve örgütler ve sadece Afganistan örneği değil, birçok siyasi İslam hareketi, dünyanın dört bir yanında, ABD tarafından, önce Soğuk Savaş döneminde sol hareketlerle mücadele için desteklendi. Daha sonra Sovyetler'in çözülüşü sürecinde yine ABD dış politikası çıkarları doğrultusunda, bir yanda ılımlı, diğer yanda radikal birtakım hareketler desteklendi, hatta devreye sokuldu.
Bugün gelinen noktada, sadece 'terörle mücadele' politikalarının ikiyüzlülüğünü deşifre etmek adına değil, yakın tarihteki İslamcılık hareketlerinin, dünyadaki siyasi tablonun içindeki yerini tayin etmek açısından da ciddi bir sorgulamaya ihtiyaç var. Bu sorgulamaya, Türkiye'de ve tüm İslam dünyasında tabu konu olan Bosna meselesini katmakta da sonsuz fayda var. Bosna, ABD öncülüğündeki askeri müdahalelerin meşrulaştırıldığı ilk yerdir. Askeri müdahale öncesi, Bosna'ya Afganistan'dan dahi cihatçı gönderilmiştir.
Bu sıradan ve spontan bir olay olarak görülemez. Öyle olsaydı, dünya Müslümanlarının uğruna savaşmak için en çok gitmek isteyecekleri yer Filistin olurdu. Filistin'e mücahit gitmesi mümkün mü, olabilir mi? O halde Yugoslavya'ya nasıl gidebildiler? Dünyada olan biteni anlamak açısından, bu soruları sormaya başlamakta, fayda var.
Ben yıllardır, bu konularda yeniden bir yakın tarih okuması yapılması gerektiğini söyler dururum, bu konuları tartıştığımız arkadaşlarımın hepsi bu ısrarımı bilir. Şimdi, Pakistan'da Lal Mescidi'ne yapılan kanlı baskın nedeniyle yazılan bir-iki yazı dolayısıyla, tüm bunları bir kez daha dikkatinize sunmak istiyorum. Bazı eski İslamcı yazarlar, Lal Mescidi'ni kendi halinde bir ilim irfan yuvası olarak değerlendirmişler. Pervez Müşerref, ülkesinde darbe ile yönetimi ele geçirdiğinden beri, iktidarı bırakmayan bir zamane diktatörü, şu anda ABD'nin kendisine dikte ettiği siyaseti gütmeye özen gösteriyor, bu bir vaka. Ancak öte taraftan, çatıştığı çevre de, masum dini kurumlar falan değil, yakın zamana kadar istihbarat örgütleri CIA ve ISI gözetiminde faaliyet gösteren cihat merkezleri.
ABD öncülüğünde ilan edilen 'terörle ve İslami fundementalizmle mücadele' siyasetlerinin karanlık tarihini hakkıyla sorgulamak için İslamcı hareketlerin karanlık tarihlerini ve mahiyetlerini sorgulamaya hazır olmak gerekiyor.
Kaynak: Radikal