P5+1'in İran'la müzakereleri 21-22 Ocak'ta başlayacak. Diplomasi dünyasının anlaşılmaz jargonuna âşina olmayanlar için söyleyelim: BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi (ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) artı Almanya arasındaki müzakerelere P5+1 deniliyor. Bu altı ülke, bir ülkeyle, İran'la müzakere yapıyor olacak. Toplantılar bir diğer ülkenin, Türkiye'nin himâyesinde İstanbul'da gerçekleşecek. Türkiye aracılık yapmayacağını sadece toplantıya ev sahipliği yapacağını söyledi. Bu rolde kalmak Türkiye için zor olacaktır.

İranlılar, beş ülkenin (ABD, Çin, Japonya, Rusya ve G. Kore) kendisine diplomatik emsalleri gibi muamele etmeleri için nükleer programını bir çerçeveye dönüştüren Kuzey Kore'den görüp öğrendiler. Sovyetlerin çöküşünden ve Çin'in kendisini uluslararası ticarete vermesinden beri rejim bekasını dert edinen Kuzey Kore'nin ciddi bir güç gibi muamele görmesi onun nezdinde esaslı bir diplomatik vuruştur. Bunu sırf nükleer silah geliştirme tehdidi başarmıştır. Biraz geriye çekilir ve Kuzey Kore ekonomisinin Üçüncü Dünya ülkeleri arasındaki en sefil ekonomilerden biri olduğunu, nükleer yeteneklerinin ispatlanmamış olduğunu göz önüne alırsanız, beş büyük güçle müzakere için ikna edilen taraf olması (sık sık reddetmesi ve sonra tatlı dil dökerek ikna edilmesi) tam bir kazanımdır.

İran bir fırsatı kullanıyor

İranlılar da benzer bir mevkii edindiler. Müzakerecilerin en zayıfı olmalarına nazaran, dünyanın en güçlü altı ülkesiyle masaya oturmalarını ve Kuzey Koreliler gibi sık sık tatlı dil dökülen taraf olmalarını sağlayacak bir dinamik yarattılar. Diğerlerinin de açık rızasıyla yedinci bir ülke, Türkiye, kendisini iki taraf arasında kolaylaştırıcı ve belki de aracı olarak yerleştirdi: Bir yanda ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya, diğer yanda İran. Bu öyle bir dizi ki tekrarlamaktan kendimi alamıyorum.
Kuzey Kore'ye askeri bakımdan hiç kimse bir şey yapmıyor çünkü menzili Seul olan topçusuyla bile bir tehditten çok bir nüans meselesidir (sabit topçu bataryaları Amerikan hava gücü için mükemmel hedeflerdir). Müzakereler ve yer yer yapılan yardımlar sorunu çözüyor. İran'ın durumu ise çok daha önemli ve potansiyel nükleer silahların da ötesine geçiyor. Eğer ABD bölgeden çekilse, İran, nükleer silahı olsun olmasın, Basra Körfezi'ndeki en kuvvetli konvansiyonel silah gücü olur. ABD'nin bu yılın sonuna kadar Irak'tan çekilmesinin resmi zaruret olmasına bakınca, İran kayda değer ölçüde daha da kuvvetlenmiş oluyor.

Kuzey Kore'nin amacı rejim bekasıdır. Bunun ötesinde bir amacı yok. İran'ın emelleri arasında rejim bekası var ama ötesi de var. Doğrusu, rejime karşı bazı tehditler varsa onlar da dışarından değil İran içerisinden gelmektedir ve hiçbiri de rejim değişikliğine yol açacak denli güçlü değiller. Dolayısıyla İran, gücünü korumaktan ziyade onu pekiştirme istikametindedir. Tarihi bir fırsatla karşı karşıya ve bir kara savaşına bulaşmadan onu kullanmak istiyor.

Irak'taki Amerikan askeri varlığının azalması ilk adımdır. Irak'taki Amerikan gücü azalırken, İran'ın gücü artıyor. Muktada Sadr geçen hafta İran'dan Irak'a döndü. Sadr, Irak'taki İran yanlısı, Amerikan karşıtı güçlü bir milis grubunun ideriydi ve Amerikan kuvvetlerinden gördüğü ağır baskı yüzünden dört yıl evvel Irak'tan ayrılmıştı. Dönme kararı sırf ona ait değil. Aynı zamanda bir İran kararıdır bu ve zamanlaması mükemmeldir. İran yanlısı Nuri el Maliki başbakanlığında şu an hükmi bağımsızlığı olan bir Irak hükümeti var ve Amerikan askerleri çekilmek üzere iken Sadr'ın ileri sürülmesi, ABD'nin direncinin, Irak'taki mütefiklerinin ise güvenlerinin azaldığı bir sırada Irak hükümeti üzerindeki İran baskısını artırmaktadır.

ABD'nin seçenekleri

ABD şu an can alıcı bir seçimle yüz yüze gelmiştir. Irak'taki kuvvetlerini çekmeyi sürdürürse, Irak bir İran uydusuna dönüşecektir. Şiiler arasında bile İran karşıtı olanlar var elbette ama İran'ın örtülü yetenekleri ve açık nüfuzu, yanı sıra sınırdaki askeri mevcudiyeti, Irak'ın direnç kabiliyetini köreltecektir. Eğer Irak, İran'ın müttefiki veya uydusu haline gelirse, Irak-S. Arabistan ve Irak-Kuveyt sınırları da İran sınırlarına dönecek. Bölgede, ABD'nin İran'a karşı direnme iştahı olmadığı hissi hâkim olacak. Amerikalılara İranlılarla baş etmelerini söyleyen ama başarısız olan Suudiler İran'la bir uzlaşmaya varmak zorunda kalacaklardır. Başka bir ifadeyle, Ortadoğu'da –Irak'ta - en stratejik konumda olan İran, artık Ortadoğu'da hâkim güç olma ve aynı zamanda Arap Yarımadasının siyasetini şekillendirme kabiliyetine sahiptir.

ABD'nin Irak'taki kuvvetleri çekmeme veya az sayıda asker çekmekle yetinme şıkkına sahiptir elbet ama burada sembollerden değil savaştan bahsediyoruz. Çekilme sürerken, eğitim ve destekleme rolü ve İran yanlısı Milis gücüne direniş için konuşlandırılan yirmi bin asker azdır. Çeşitli milis güçler, Amerikan askerlerine, diplomatlarına ve küçük gruplar halinde ülkeye yayılmış yardım işçilerine saldırdıklarından dolayı nedâmet getirmeyeceklerdir şüphesiz. ABD yaklaşık 170.000 askerle Irak'ı kontrol edememişti ki İranlılar öteki yolu tercih ettikleri takdirde, 50.000 yahut daha az sayıda asker, Amerika'nın kayıplar vermesiyle sonuçlanacaktır. Ve bu kayıplara askeri veya siyasi bir başarı ümidi eşlik etmeyecek. Amerika'nın Irak'taki askeri kuvvetlerini çarpıcı biçimde artırmaya hazırlanmadığı varsayıldığında, İranlılar şu an tarihi bir fırsatla karşı karşıya.

Nükleer mesele o kadar da önemli değil. İsrailliler, İranlıların nükleer silah üretmelerine üç ila beş yıl uzaklıkta olduklarını söylüyorlar şimdi de. Bu ister ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'nın isterse başka bir teknik istihbarat ajansının İran santrifujlarına yerleştirdiği bilgisayar solucanları sayesinde olsun, yahut da daha önce de dile getirdiğimiz gibi nükleer silah üretiminin gerçekten çok zor oluşu ve uzun zaman alması yüzünden olsun, İsrailliler kamuya açık baskıyı azalttılar. Baskı, Suudilerden geliyor. Stratfor'un dediği ve Wikileaks'in teyid ettiği üzere, ABD'ye İran hakkında bir şeyler yapılmasını söyleyen Suudilerdir ve bunu sadece nükleer silahlardan dolayı değil konvansiyonel güç dengesindeki değişimden dolayı da yapıyorlar.

İran, sahip olmadığı silahların imhasına kolaylıkla karşı koyabilirken, onun gerçek korkusu İran'ın konvansiyonel kuvvetlerine özellikle de donanma ve zırhlı kuvvetlerine ABD'nin konvansiyonel bir hava saldırısı düzenlemesidir. İran donanma kuvvetlerinin yok edilmesi çok önemlidir zira bir savaşta İran'ın en güçlü karşıt hamlesi, mayınlarla, gemisavar füzelerle ve teknelerle yapılacak intihar saldırılarıyla Hürmüz Boğazını kapatmak ve boğazdan geçen petrol akışını kesmek olacaktır. Böylesi bir kesinti, küresel ekonomik toparlanmayı allak bullak eder. İran'ın gerçek "nükleer" seçeneği budur.
İranlılar, isyan bastırmanın aksine, hava harbinde Amerika'nın güçlü olduğunu biliyorlar. ABD'nin uzun süreli bir hava harbinde İran'ın konvansiyonel yeteneklerini yok etme kudretini ve o konvansiyonel kuvvet olmaksızın İran'ın ciddi ölçüde önemsizleşeceğini yabana atmıyor. Dolayısıyla da İran masaya iki kartla geliyor. Birincisi, nükleer karta oynayarak sahip olduğu güçlü müzakere elini muhafaza etmek. İkincisi, ABD'nin İran konvasiyonel kuvvetlerine hava saldırısı düzenlemesinden sakınmak.
Bu tartışmada bahis masasında yatan, Arap Yarımadası'nın geleceğinden daha azı değildir. İranlılar bölgeyi şekillendirmek için onu işgal etmek zorunda kalmayacaklar. Potansiyel bir İran işgalinin söz konusu olması kâfidir. Rejim bekâsı sorununu İran'dan S. Arabistan'a havale edecektir. Kuveyt'teki Amerikan askerleri işe yarar ama ana eşitliği değiştirmeyecektir. Suudiler, Irak'tan çekilmeyi ABD'nin Kuveyt'ten de çekilebileceği anlamına yoracaklardır. Suudilerin hissedecekleri İran'la uzlaşma baskısı müthiş olacaktır zira ellerindekinin hepsini ABD'ye yatırmayıp yumurtaları ayrı sepetlere koymak zorunda kalacaklar. Askerleri S. Arabistan'a mevzilendirmeye gelince, değişen derecelerde riskler zira Çöl Kalkanı ve Çöl Fırtınası sırasında Amerika'nın S. Arabistan'daki varlığı, el Kaide'nin yükselişini tetiklemişti.

Dolayısıyla da seçenekler, bölgesel dengenin İran lehine dönmesini kabullenmek, ABD'nin Irak'tan çekilmesini durdurmak veya İran konvansiyonel kuvvetlerini yok etmeye teşebbüs etmek ve bu esnada Basra Körfezi'nden petrol akışının kesilmesini önlemek arasındadır. ABD nokta-i nazarından, bu seçeneklerden hiçbiri de iştah uyandırıcı değildir. İran gücüyle birlikte yaşamak, gelecekteki tehditlere kapıyı açmak olur. Irak'a iyice yerleşmek ise Afganistan'a askeri kuvvet tahsisinden dolayı mümkün olmayabilir. Her hâlükarda, Irak'tan çekilmeye son vermek bir tıkama kuvveti oluşturacaktır ama bu kuvvet Irak veya İran'a iradesini dayatabilecek kadar büyük olmayacaktır.

Müeyyideleri sürdürme veya yoğunlaştırma şıkkı da var elbet. Sorun şu ki Amerikalılar bile bu müeyyidelerde büyük gedikler açtılar ve Çinliler, Ruslar, Avrupalılar da canları istedikleri vakit memnuniyetle gedik açıyorlar. ABD İran'ı abluka altına alabilirdi ama Rusya'dan gelen benzin dâhil ithalatının büyük bir kısmı kuzeyden kara yolu ile geliyor ve ABD donanmasının etkin bir deniz ablukası uygulaması için Çin, Rusya ve diğer ülkelere ait ticari gemileri durdurması ve gemilere çıkması lazımdır.
ABD, İran rafinerilerini bombalayabilir fakat bu yalnızca benzin ithalatına kapı aralayacaktır. Müeyyidelere genel olarak itibar etmiyorum; şimdiki müeyyideler İran'ın canını acıtsa bile rejim değişikliğine zorlamayacak veya İranlıların şu an sahip oldukları türden fırsatları tepmelerine yol açmayacaktır. Kendilerini Irak'ta tahkm ederek müeyyidelerin yarattığı pek çok problemi çözebilirler. Suudiler istedikleri barış için ödemeleri gereken bedeli ödeyeceklerdir.

Avrupalılar tek bir şey hâriç hiçbir şey de ortak fikirde değiller: Basra Körfezi'nden akan petrolün kesildiğini görmek istemiyorlar. Eğer ABD bir hava saldırısının başarılı bir sonuç getireceğini garantileyebilse, Almanlar ve Fransızlar halka açık yerde Amerikan tektaraflılığını kınarken halka kapalı yerde destek vereceklerdir. Çinliler, bir Amerkan saldırısının kendileri için yaratacağı riskler karşısında dehşete düşüyorlar. Başka yerlerde Amerikan rekabetiyle karşılaşmamak için ABD'nin Ortadoğu'da bataklığa saplandığını görmekten mutlu olsalar da Ortadoğu petrolüne ihtiyaçları var. Son olarak da Ruslar yükselen enerji fiyatlarından ve ABD'nin bir diğer savaşa batmasından kazanç elde edecekler. Bir askeri saldırı, Avrupalılar ve Çinliler aksine Ruslar nezdinde kabul edilebilir duruyor.
Gelecek hafta masada bu kampanyaların başta vaatkâr durduğunun ama hep başarısız olduğunun farkında olan Amerikalılar; uzun vadeli bir probleme düşük riskli bir çözüm isteyen Avrupalılar ve Çinliler; Amerika'nın bir kez daha müdahalesini ümit ettiği halde ve yüksek enerji fiyatlarıyla yaşamaya hazır olmasına ğmen yardımcı olur gibi görülmek isteyen Ruslar; ve konvansiyonel bir savaştan sakınmak isteyen ama İslam Cumhuriyeti'nden önce de yolunu gözledikleri Basra Körfezi üzerinde hâkimiyet kurma fırsatını da tepmek istemeyen İranlılar olacak.


Türklerin hissesi

Ve Türkler var. Türkler, Bağdat'ta istikrarlı ve kalıcı bir hükümet kurmakta başarısız olunacağını böylelikle de İran-Irak arasındaki güç dengesinin bozulacağını düşündükleri için Amerika'nın Irak işgaline karşı çıktılar. Türkler, faaliyetlerini Irak üzerinden yürüten Türkiyeli Kürtlerden kaynaklı tehditlerin üstesinden gelmenin ötesine geçecek şekilde güneye sürüklenmekten kaçınmak için de çabaladılar. Aynı zamanda, Türkiye kendisini İslam dünyasının lider gücü ve İslam dünyası ve Batı özellikle de Amerika arasında köprü olarak konumlandırıyor.

Türkler P5+1 ve İran arasındaki müzakereleri yönetme rolünü üstlendiler. Bilhassa ABD, Türkiye'nin P5+1'in müeyyide uygulamasına denk gelen son gayreti karşısında altüst oldu. Türkler, Brezilya ile birlikte, nükleer materyallerin takasını müzakere ettiler ki takas Batı tarafından yetersiz görüldü. Gerçek şu ki Amerika, Türkiye ve Brezilya'nın o vakit oynadıkları tektaraflı role hazırlıksız yakalandı. O tarihten beri nükleer korkular dibe çöktü, müeyyideler en fazla sınırlı bir başarı kaydetti; ABD'nin Irak'tan çekilmesine bir yıl kaldı ve muharip rolden daha yeni çekildi. ABD şimdi bir Türk rolünü memnuniyetle karşılıyor. İranlılar da. Diğerleri mesele değil şu an.

Türkler şimdi bir ikilemle karşı karşıyalar. Tarafsız kalarak müzakere etmeyi istemek çok iyi tabi ama en önemli taraf masada yok: S. Arabistan. Türkiye askeri kuvvet bakımından pek bir riske girmeden İslam dünyasında hâkim bir rol oynamak istiyor. Türkiye'nin problemi bu durumda ABD ve İran'ı yakınlaştırmak değil Suudiler ile İranlıları yakınlaştırmaktır ve bu çok büyük bir sorundur zira işin içinde dini meseleler olduğu gibi İran'ın, Suudilerin en çok karşı çıktığı şeyi istemesi de var: Bölgede hâkim güç olmak. Türkiye'nin problemi, bölgedeki esaslı meseleyi yani Acemler ile Arapları bağdaştırmaktır.
Nükleer mesele kolay çünkü şimdilik zaman hassasiyeti yok. Irak'ın geleceği ise zaman hassasiyeti olan ve belirsizlik taşıyan bir mesele. ABD Irak'tan ayrılmak istiyor ve bu durum geride İran yanlısı bir müttefik bırakıyor. İran yanlısı bir Irak, sırf varlığıyla, S. Arabistan'ın gerçekliğini değiştirmektedir. Türkiye yapıcı bir rol oynamak istiyorsa, üç ihtiyacı karşılayan bir formül bulmak zorundadır. Birincisi, Amerikan kuvvetlerinin çekilmesini kolaylaştırmaktır zira kalmayı sürdürüp kayıplar vermek bir seçenek değildir ve çok az kişinin istediği bir konvansiyonel hava harbiyle sonuçlanacaktır. İkincisi, İran'ın Irak üzerindeki kontrol derecesini sınırlamak, mutlak kontrol sağlamasına izin vermeksizin İran'ın Irak'taki çıkarlarını garantilemek. Üçüncüsü, S. Arabistan'ı, İran'a verilen kontrol derecesinin Suudi çıkarlarını tehdit etmeyeceğine ikna etmek.

Eğer Amerika bölgeyi terk ederse, tüm taraflara bu garantileri sağlamanın tek yolu Türk silahlı kuvvetlerinin İran nüfuzunu dengeleyerek Irak'ta açık ve örtük faal bir rol oynamasıdır. Türkiye bölgede yükselen bir güç ve şimdi gücün bedeliyle yüz yüze gelmek üzeredir. Türkler İranlıların veya Suudilerin tarafını seçmeyi tercih edebilirler ama her iki strateji de uzun vadede Türk güvenliğini artırmayacaktır.

Türkler İran'la hava harbi istemiyorlar. Irak'ta kargaşa istemiyorlar. Acemler ve Araplar arasında tercih yapmak istemiyorlar. İranlı bölgesel bir hegemon da istemiyorlar. Türklerin istemediği çok şey var. Soru şu: Ne istiyorlar? İstediklerini almak için ödemeyi göze aldıkları bedel nedir? Irak'ta üstlenmeleri gereken başlıca risk, İran gücünü sınırlamak, engellemek ve Arap Yarımadası'nda çok fazla ileri gittiği takdirde İran'a tehdit oluşturmaktır. Bu yapılabilir fakat Türklerin son yüzyılda davrandıkları gibi değil. Gerçekler değişti.

Bölgesel güç olmak soyut bir kavram değildir. Bir ülkenin çıkarlarına karşı uzun vadede yükselen daha büyük tehditleri engellemek amacıyla, çatışan çıkarların dengelendiği karmaşık ve nahoş bir süreçtir. Kendisini ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya ile İran arasındaki müzakerelere ev sahibi olarak konumlandıran Türkiye'nin alması gereken temel bir karar var: Ya görüşmeler için bir masa tedarik etmekle yetinir ya da görüşmeleri şekillendirir ve neticeyi garantiler.

Amerikalıların öğrendiği üzere, hiç kimse onlara teşekkür etmeyecek, hiç kimse bunları yaptı diye onlar hakkında daha iyi düşünmeyecek. P5+1 görüşmelerine daha derin dahlin tek nedeni, bölgeyi istikrara kavuşturmanın ve İran-Arap dengesini korumanın Türkiye'nin ulusal çıkarlarına olmasıdır. Fakat Türkiye'nin iç siyasi kültürünü burkan bir kayma olacaktır. Kaçınılmaz bir kaymadır. Bugün olmazsa yarın.


Kaynak: Stratfor
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın