George Friedman

 


ABD'de yapılacak ara seçimlere bir hafta kaldı. Netice çoktan belli oldu. Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisini mi yoksa Senatoyu mu alacağı neredeyse önemsiz. Şurası kesin: Amerikan iç politikasının dinamikleri değişecek. Demokratlar, Senato'da görüşmeleri kesip oya sunma kudretlerini dolayısıyla da tartışmaları kapatma kudretlerini kaybedecekler. Demokratlar, Temsilciler Meclisi'nde kaybetseler de kazansalar da Temsilciler Meclisi Demokrat liderliği iradesiyle yasa çıkarma kudretini kaybedecekler. Demokratların elindeki büyük çoğunluk yok olacak ve parti disiplini, bazı kopuşların önüne geçmeye yeterli derecede güçlü olmayacak.

Cumhuriyetçiler hem Temsilciler Meclisi'nde hem de Senato'da ezici bir zafer kazandıkları takdirde, başkanlık vetosuna ağır basacak bir oy gücüne gene de sahip olmayacaklar. Dolayısıyla da tektaraflı hareket ederek yasa çıkaramayacaklar ve yasa çıkarmak gerektiği vakit, başkan ve Cumhuriyetçi Kongre liderliği arasında yapılacak müzakerelerin sonucunda gerçekleşecek bu. Böylelikle, ister Demokratlar beklenenden daha iyi iş çıkarsınlar isterse Cumhuriyetçiler büyük bir zafer kazansınlar, pratik sonucu aynı olacak.

Başkan Obama'nın – üstelik hem Temsilciler Meclisi'nde hem de Senato'da çoğunluğu elinde tuttuğu bir sırada - sağlık hizmetleri yasasını geçirmede yaşadığı zorlukları düşündüğümüzde, Cumhuriyetçilerle mutabakata varmadan kayda değer herhangi bir yasayı kabul ettiremeyecektir. Neticede ya tıkanıklık oluşacak yahut da başkanlığının ilk iki yılında gördüğümüzden çok farklı bir yasama gündemi olacaktır.

Eşsiz bir durum değildir bu. Ronald Reagan ve Bill Clinton başkan seçildikten sonra yapılan ilk ara seçimlerde de tersine dönüş yaşanmıştı. Obama'nın ikinci başkanlık seçimlerini kaybetmesi kesin demek değildir bu her ne kadar o seçimi kazanmak için çok farklı şekilde davranmak zorunda kalacaksa da. Bu demektir ki 2012 başkanlık seçim kampanyası gelecek hafta 3 Kasım'da başlayacak. Aldığı düşük puanlara bakınca, Obama tehlikelere karşı savunmasız görünüyor ve Cumhuriyetçi adayın kim olacağı aşırı derecede değerli hale geliyor. Obama'nın başkanlığını yeniden şekillendirmek için kaybedecek vakti yok.

İç strateji bakımından, Obama'nın önünde şu an iki şık bulunuyor. İlki, oylamada yenilgiye uğrayacağını bile bile kendi gündemini ileri sürmek. Eğer ülke içi durum iyileşirse, kendine düşen payı alacaktır. Durum iyileşmezse, Cumhuriyetçi partizanlığa toslayacaktır. İkinci şık, kendi gündeminden imtina etmesi, Cumhuriyetçilerle işbirliği yapması ve merkezci imajını yeniden tesis etmesidir. Her iki şıkkın avantajları ve dezavantajları var ve Obama'ya önemli stratejik kararlar almayı teklif etmektedirler.

Dış politika seçeneği

Obama'nın bir de üçüncü seçeneği var yani odak noktasını değiştirir, iç siyaset yerine dış siyasete yönelir. Kurucu babalar, başkanın ülke siyasetinde doğası gereği zayıf olduğu ve başkanın ancak Kongre'de aşırı derecede güçlü olduğu takdirde eyleme geçebileceği bir sistem kurdular. Kurucuların salt çoğunluğun zorbalığından sakınma yoluydu bu. Aynı zamanda, Kongre'yi göz önüne almaksızın, başkanı dış politikada tastamam güçlü kılmışlardı ki başkanlığın zaman içerisindeki evrimi bu gücü daha bir pekiştirmiştir. Tarihi olarak, başkan yurtiçinde zayıfken elinde bulunan şıklardan biri, dış politikaya odaklanarak güçlü görünmektir.

Mesela Clinton gibi başkanlar için 1994-1996'da hassaten uygulanabilir bir şık değildi. Uluslararası sistem sakindi; anlamlı ve iş bitirici şekilde hareket etmek zordu. Durum 1982-1984 arasında Reagan için çok daha kolaydı. Sovyetler Birliği güçlüydü ve tehditkârdı; Sovyet karşıtı saldırgan bir duruş hâkimdi ve 1980'deki seçim kampanyasına yine bu duruş hâkimdi. Avrupa'ya, karadan fırlatılan Cruise füzeleri ve orta menzilli Pershing II füzeleri konuşlandırarak muhaliflerini uzaklaştırmış, siyasi tabanına yaslanarak kendi konumunu güçlendirmiş ve merkeze oturmasına imkân sağlamıştı (nihayetinde de INF anlaşmasına razı olmaları için Sovyetlere baskı yapmıştı). 1984 geldiğinde - ekonomik durgunluk da sona ermişti – Reagan'ın Sovyet karşıtlığı, Walter Mondale'ı mağlup etmesine yardım etmişti.
Obama, Clinton'ın karşılaştığına benzer bir sorunla karşı karşıya değil. Uluslararası çevre, geçen iki yıla nazaran daha iddialı bir duruş sergilemesine imkân tanıyor. Haberlere göre Afganistan'daki savaş hassas bir müzakere noktasına yaklaşıyor. Irak savaşı, istikrarlı olmaktan çok uzak; halen 50.000 asker Irak'ta bulunuyor ve İran meselesi ardına kadar açık bir halde duruyor. İsrail-Filistin görüşmeleri bocalama içerisinde ilerliyor ve Çin'in gitgide iddialı duruşundan Rusya'nın artan gücüne ve Avrupalı müttefiklerin askeri güçlerindeki çöküşe kadar bir dizi dış mesele daha var. Başkanlık düzeyinde ele alınmayı bekleyen ve en azından bazı seçmenlerde yankısını bulacak ve zayıf siyasi desteğe rağmen Obama'nın başkan olmasına imkân verecek bir dizi mesele daha var.

Obama'nın dış politika başkanı olmasının önünde iki problem bulunuyor. İlki, ülke ekonomiye ve yurtiçi meselelere odaklandı. Eğer Obama dış politikaya yönelir ve ülke ekonomisi de 2012'ye kadar iyileşmezse, seçimleri kaybedecektir. Onun ümidi, ekonomik toparlanma veya Cumhuriyetçileri suçlayacak makul bir neden eşliğinde dış politika başarılarına imza atmak yahut en azından ulusal güvenlikte güçlü olduğu algısı yaratmaktır. Bu cambazlık isteyen bir manevradır fakat Obama'nın başkanlığı artık basit çözümlerden fazlasını istiyor.

İkinci probleme gelince, Obama'nın başkanlığı dış ilişkilerde karşılaşma yerine uyuşma ilkesi üzerinde temellendi - selefinden daha saldırgan davrandığı Afganistan hâriç. İddialı olduğu Afganistan'ın, büyük bir dış politika başarısı sunması muhtemel değil - bu başarı Taliban'la müzakere edilmiş bir çözümden hâsıl olmadıkça. Cumhuriyetçiler, müzakere edilmiş bir çözümü zaferden ziyâde şartlı teslimiyet olarak resmedeceklerdir. Eğer Obama Afganistan'daki mevcut seyri muhafaza ederse, yeni bir yolun öncüsü olarak görülmeyecek ve eski tas eski hamam denilecektir.

İlginçtir, eğer Obama'nın amacı merkezi yeniden ele geçirirken ulusal güvenlikte güçlü görünmekse, Afganistan bu iş için cazibesi en düşük mahaldir. Obama'nın önünde müzakere, ki dış politikada uyuşmacı olduğu imajını pekiştirecektir ya da savaşa devam seçeneği var, ki yeni bir şey değildir. Afganistan'a daha fazla asker de gönderebilir fakat bu kez de açık bir planı olmadan düşmanın üstüne asker gönderen 1967'deki Lyndon Johnson gibi görünme riskini üstlenmiş olur. Obama, Pakistan'la büyük kriz yaratabilir elbette ancak Afganistan'daki ahvale bakınca, bunun iyi bir şekilde neticelenmesi muhtemel değil. Dış politika başkanları başarılı olmak durumundadırlar.

Kuvvetlerin geri çekilmesindeki gecikme hariç, şu an Irak'ta yapılacak çok az şey var ki bunun Obama'nın siyasi durumuna bir katkısı yoktur. Dahası, Irak'taki ana problem, İran ve onun yıkıcı güçlere verdiği destektir. Obama İsrail-Filistin çözümü için bastırabilir fakat bunun olması için Hamas'ın duruşunu değiştirmesi lazım ki bu da muhtemel değildir; yahut İsrail büyük tavizler vermek durumundadır ki İsrail böyle bir şeyi yapmak zorunda olduğunu düşünmüyor. İsrail ve Filistinlilerle olan sorun şu ki barış görüşmelerinin – Clinton döneminde Camp David'de olduğu üzere– kaosla neticelenmek gibi fena bir temayülü var.

Avrupa, Rusya ve Çin'in vaziyeti çok önemli ama dramatik hareketlere musait değiller. Amerika, yuan konusunda Çin'i ablukaya almayacak veya savunma bütçelerini artırmaları ve Amerikan savaşlarına daha fazla destek vermeleri için Avrupalılarla insanı sersemletici bir toplantılar serisi düzenlemeyecek. Kuzey Kore'nin durumu ise ABD'nin eyleme geçmesini haklı kılacak derecede âciliyet kesbetmiş değil. Obama'nın uyuşmacı eğilimlerini tatmin edecek pek çok hareket var fakat bunlar Obama'nın dış politikada azimli olduğunu tasvir etmeye iyi hizmet etmez.

İran seçeneği

Bu durum, âşikar seçenekle baş başa bırakıyor: İran. İran, başkanın kamuoyu kanaatini canlandırıp harekete geçireceği bir meseledir. Cumhuriyetçiler, militan İslamcılıkla savaşta Obama'yı zayıf bir kişi olarak resmediyorlar. Demokratlarnı pek çoğu nazarında İran, insan haklarını ihlal eden bir baskıcıdır hassaten de Yeşil Hareketini ezmesinden sonra. Arap Yarımadası özellikle de S. Arabistan, İran'dan korkuyor ve ABD'nin gelecek 10 yılda 60 milyar dolarlık silah satmaktan çok daha başka şeyler yapmasını istiyor. İsraillilerin İran'a hasım oldukları zaten ortada. Avrupalılar da İran'a hasım ama şayet tırmanma çabucak başarıyla sona ermeyip, petrol arzında bir aksama olacaksa, bir tırmanmadan sakınıyorlar. Ruslar İranlıların Amerika için diken olmasından hoşnutlar; Çinliler de öyle ancak Amerika hızlı ve etkili bir şekilde İran'ın üstesinden geldiği takdirde ikisinin de yapacağı bir şey yok. Dahası, İran etkisizleştirildiğinde Irak'taki durum da iyileşecek, Afganistan'daki psikoloji de değişecektir.

Eğer Obama, nihâi eylemle siyasi itibarını artırmak için dış politikayı kullanacak ve yabancı hükümetlerle ilişkilerden olumlu sonuçlar devşirecekse, İran bunu yapabileceği bir yerdir. Mesele, ne yapması gerektiği ve risklerin neler olacağıdır. Her şeyden evvel, amaçlarına ulaştırmayan veya ABD için askeri bir felâkete dönecek saldırgan bir duruştan daha zararlı bir şey yoktur Obama için.
Obama'nın İran politikası şimdiye değin zayıf bir koalisyon inşa ederek müeyyideleri gitgide artırmak ve müeyyidelerin İran iç siyasetinde değişimler yaratmasına imkân tanımaktı. Ana fikir, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ı zayıflatmak, daha ılımlı oldukları ve nükleer silah peşinde koşmaya daha az eğilimli oldukları düşünülen Ahmedinejad düşmanlarını güçlendirmekti. Obama İran'a karşı açık bir askeri harekâttan imtina etti zira İran'la karşılaşma, ABD'nin duruşunda kasıtlı bir değişimi gerektirecekti; bu ise haklı bir gerekçe talep ederdi.

En bariz haklı gerekçe, İran'ın nükleer donanım inşa etmek üzere olduğu iddiasıdır. Bunun doğru olup olmadığı handiyse ehemmiyetsizdir. Birincisi, hiç kimse bu iddiaya meydan okuyacak durumda olmayacak; ikincisi, Obama'nın bu iddiayı dillendirmesi, G. W. Bush'un dillendirmesinden çok daha haşmetli olacaktır zira 2003 yılındaki kitle imha silahları hezimetinden Obama'ya düşen bir hisse yok ve daha önce böyle bir iddiayı dile getirmemiş olmanın avantajına sahiptir. Obama'nın dile getireceği bu iddia, Cumhuriyetçilerin görüşlerini teyid edecek, Demokratların ise ona meydan okumada eli sıkışacaktır. Obama, bu iddiayı dikkate alarak eyleme geçmek zorunda kalacak. Tabanına karşı isteksiz, geri kalanlara ise azimli görünecektir. Cumhuriyetçiler ona karşı kolay kolay saldıramayacak. İddia yalan da olmayacak. İran'ın "neredeyse nükleer silahlara sahip olacağının" ne anlama geldiğini târiflendirmek metafizik tartışmaya yakın bir şeydir. Lazım olan sadece târif ve varsayımlarda bir değişimdir. Sinik bir senaryodur bu ama makul endişelerle ilişkilendirilebilecektir.

Stratfor'un geçmişte savunduğu üzere, İran'ın nükleer yeteneklerini imha etmek, bir günlük baskınla halledilecek bir iş değildir; ayrıca İran, misilleme kabiliyetinden mahrum da değil. İran nükleer tesisleri çeşitli yerlerde bulunuyor ve İran bu tesisleri tahkim edeceği yıllara sahip oldu. Tesislerin imhası uzun süreli hava saldırıları hatta – muharebenin açtığı hasarı ve misyonun tamamlandığını tespit için - özel operasyon birimlerinden istifade etmeyi gerektirebilir. İlave olarak, Basra Körfezi'nden geçen petrol güzergâhını İran donanmasına bağlı botların saldırılarından ve mayınlardan korumak için İran donanma gücüne karşı askeri harekâta ihtiyaç duyulacak; gemisavar fırlatıcılarına saldırmak, İran hava kuvvetleri ve hava savunmasını yok etmek gerekecektir. Bölge için bir tehdidi temsil eden İran konvansiyonel kuvvetlerini halletmeye yetmeyecektir bu; dolayısıyla da konvansiyonel kuvvetlere de saldırmak ve bu gücü azaltmak da gerekecektir.

İran'a saldırı bir istila veya kısa süreli bir savaş olmayacak. 1999'da Yugoslavya'da olduğu gibi aylar boyunca hava saldırısının düzenlendiği bir savaş olacak. Vurularak veya mekanik arıza sonucu İran topraklarına düşen ABD hava kuvvetlerine bağlı uçaklardan sağ kurtulanlar esir alınacaktır. Pek çok sivil kayıp söz konusu olacak ve uluslararası medya bunlara odaklanacaktır. Antiseptik bir savaş olmayacak fakat İran nükleer yeteneğini imha etmesi ve konvansiyonel kuvvetlerini büyük oranda zayıflatması (kesin değilse de ) muhtemeldir. Amerika'nın isyan bastırma zaafları üzerinde değil Amerika'nın hava savaşı ve teknolojisindeki güçlü yanlarıyla ilerleyen bir savaş olacak. İran halkını saldırı altındaki rejimin etrafında toplayarak İran rejimini güçlendirecektir (hava saldırıları genelde buna yol açar). Eğer harekât başarılı olursa, İran rejimi siyaseten daha güçlü bir hale gelecektir en azından bir süreliğine fakat askeri bakımdan içi boşaltılacaktır. Başarılı bir harekât, ABD'nin Irak'tan çekilmesini kolaylaştıracak, Suudileri sakinleştirecek ve Avrupalılara Amerikan kapasitesini ve iradesini gösterecektir. Rusların ve Çinlilerin çok düşünceli/dikkatli olmalarını da sağlayacaktır.

İran'a karşı askeri harekâtın kendine özgü riskleri vardır. İran, terör saldırıları kampanyası düzenleyebilir, Hürmüz Boğazını kapatmaya teşebbüs ederek küresel ekonomiyi durgunluğa ve yüksek petrol fiyatlarına terk edebilir. Irak'ta sivil savaşa da yol açabilir. ABD istihbaratı İranlıların çoktandır fırlatmaya hazır nükleer silahları olduğu gerçeğini ıskalamış olabilirler. Tüm bunlar, muhtemel risklerdir ve Stratfor'un düşüncesine göre riskler, ödüllere ağır basmaktadır. En nihayetinde, en iyi askeri plan bile fiyaskoyla neticelenebilir.

İran'la müzakerelerin, nükleer probleme askeri şıktan daha düşük riskli bir çözüm getireceğini savunmaktayız. Fakat Obama için siyaseten zor bir şeydir. Şayet bunu Bush yapmış olsaydı - tıpkı vakti zamanında Nixon'ın Çin'le anlaşmaya oturmak için gerekli ideolojik itimatnâmeye sahip oluşu gibi - İran'la anlaşmaya oturmak için ideolojik itimatnâmeye sahip olurdu. Obama bu itimatnâmeyi taşımıyor. Bir seçim sath-ı maili yaklaşırken İran'la bir anlaşma müzakeresi, Obama'nın tavizci/yatıştıcı olarak kınanması için baraj kapaklarını açmak olur. Tek dönemlik başkan olmaya razı değilse, güç kaybederek müzakere şıkkını da kaybeder.

Şunları savunuyorum: Obama, bu seçimlerle birlikte iç siyasette felce uğrayacak. Tıkanıklığın sorumlusu olarak Cumhuriyetçileri suçlayarak seçim kampanyası yürütebilir. Bunun avantajları da var dezavantajları da; Cumhuriyetçiler, Obama'nın seçmenlerin arzularına ayak uydurmayı reddettiğini dillendirerek tıkanıklığın sorumluluğunu ona yükleyebilirler. Her ikisi de mümkün. Obama'nın önündeki diğer şık, elinin zayıf olduğu dış politikada bir zafer aramaktır. Bu başarıyı elde etmenin açık tek yolu, ABD'nin stratejik konumunu olumlu manada etkileyecek de olan İran saldırısıdır. Böylesi bir saldırının bahse değer avantajları olacağı gibi gerçek tehlikeleri de vardır. Ortadoğu'nun dinamiklerini değiştirebileceği gibi askeri bir başarısızlık da olabilir.

Obama'nın bu kararı siyasete dayalı olarak alacağını iddia etmiyorum her ne kadar hiçbir Amerikan başkanı siyasi mülahazalar olmaksızın yurtdışında müdahalelere kalkışmadıysa da. Obama da kalkışmak durumunda değil. Şunu söylüyorum. Tarihin şu diliminde, hayli büyük görünen ülke içindeki tıkanıklığa bakınca, dış politikada vurgu değişikliği bir anlam ifade eder ve Obama, etkili bir başkomutan olarak görülmeye ihtiyaç duyuyor ve de İran da mantıki hedeftir.

Bu bir tahmin değil. Obama fikirlerini benimle paylaşmadı. Ara seçimlerden sonra Obama'nın neyi tercih edeceği hakkında değil de onun önünde bulacağı şıklar üzerinde yapılmış bir fikri mütalaa olmaktan ibarettir bu.


Kaynak: Stratfor
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın