Hindistan'ın Keşmir politikasını eleştiren yazar Arundhati Roy'un kendi ülkesinin entelektüelleri tarafından bile ayrılıkçılıkla suçlanması dehşet verici.
Vaktiyle Booker Ödülü'nü kazanan ilk Hintli olarak milli kahraman sayılan yazar Arundhati Roy bugün yerden yere vuruluyor. Roy 10 yılı aşkın süredir bir kötülük simgesi olarak gösteriliyor ve sorsanız birçokları size bunun kendi hatası olduğunu söyleyecektir. Öyle ya, konuşmaktan ve rahatsız edici şeyler söylemekten hiç vazgeçmiyor.
Roy'un en son günahı, Hindistan'ın Keşmir'deki yönetim hakkıyla alakalı kuşkuları olduğunu ifade etmesiydi. 700 bin askerin dayattığı bir yönetim bu ve Keşmirlilerin büyük çoğunluğunun onların gitmesini istediğine hiç kuşku yok. Keşmirliler, BM'nin, Hindistan tarafından 1948'den beri görmezden gelinen 47 sayılı kararı uyarınca, halkoylaması yoluyla geleceklerini belirleme özgürlüğü, yani azadi istiyorlar.
Haydutlar kraliçesi gibi...
Roy bunun, şiddet doğuran mevcut çıkmazdan çok daha hayırlı bir ileri adım olduğunu açıkça söylüyor. Bu, onun şahsi fikri, fakat fikrini ortaya koyma cesareti göstermesinin ardından siyasetçiler, medya ve tanınmış simalar ihanet suçundan yargılanması için yaygarayı bastı. Bu yönde davaların eli kulağında olduğu söyleniyor. Times Now televizyonu "Roy'un etrafındaki çember daralıyor" diye bir haber yayımladı, sanki Roy haydutlar kraliçesi Phoolan Devi'ymiş gibi. Bazıları, Maoculara sempati gösterdiği ve Keşmir'in Hindistan'dan ayrılmasını savunduğu için idam cezasını hak ettiğini söylüyor. Şu 'ayrılma' kelimesini bir kenara not edin.
Hintli entelektüellerin birbiri ardına ortaya fırlayıp ifade özgürlüğünün sınırlandırılması çağrılarında bulunması ve Roy hakkında 'demagoga dönüşen yazar', 'tek atımlık barut' gibi sözler sarf etmesi karşısında küçük dilimi yutuyorum. Söylemlerinin şiddeti ve demokratik haklarından vazgeçme hevesleri karşısında hayretlere gark oluyorum. Taş atan bir güruh tarafından evinin saldırıya uğradığını duyduğumda, Roy'un güvenliği için ciddi ciddi endişelendim.
Roy, eski okul arkadaşım Pradip Krishen'le evli ve 2008'de ikisiyle Delhi'de bir akşam yemeğinde bir araya geldim. Krishen'in 'Delhi'nin Ağaçları' adlı kitabı, son 15 yıldır Bhopal kentinde yürüttüğüm kampanya ve Roy'un Gujarat'taki barajla mücadelesi (yıllar süren kampanya, yüz binlerce kabile üyesinin topraklarından zorla sürülmesini engelleyemedi) hakkında konuştuk.
Çıkış yoksa ne yapmalı?
Kabilelerin baskı gördüğü ve toprakların maden şirketleri ve çelik üreticilerine verilebilmesi için ormanlarından zorla çıkarıldığı, velhasıl yargı, medya ve siyasetçilerin insanların hayatları ve temel haklarını koruyamamasının geniş çaplı bir Maocu isyana yol açtığı orta Hindistan'dan da söz ettik. Modern Hindistan'da Gandivari protesto biçimlerinin nafileliği üzerine tartıştık. Bhopallı arkadaşlarım, başbakana tutmadığı sözlerin hesabını sormak için Delhi'ye 900 kilometrelik bir yürüyüş başlatmak üzereydi (iki yılda ikinci yürüştü bu). Bu uzun yürüyüşün az yankı bulmasından, akabindeki oturma eyleminin bakanlarca görmezden gelinmesinden korktuğumu ve açlık grevinin kaçınılmaz olduğunu belirttim.
Bu sözlerimi takip eden sessizlikte düşüncelerimiz yasaklı bölgenin sınırlarında gezindi, o tabu soruyla yüzleşmeye tam anlamıyla cesaret edemiyorduk: Bütün barışçı protesto çabaları görmezden gelindiğinde veya daha kötüsü, ezildiğinde; yasalar çarpıtıldığında, bozulduğunda veya zerre önemleri yokmuşçasına kenara itildiğinde; ses çıkaran insanlar yıldırıldığında, hapsedildiğinde veya öldürüldüğünde ne yapmalıyız?
Düş kırıklığı ve öfke
İnsanlar haklı olarak bu soruyla yüzleşmekten korkuyor ve modern Hindistan'ın cevaplaması gereken tek soru da bu. Roy'un düş kırıklığı ve öfkesi dobra dobra konuşmasına yol açıyor. İnsanlar onun söylediklerini duymayı kaldıramıyorlar, bu yüzden ona kulak vermek yerine onun sesinde, tavrında suç buluyorlar.
Roy niye bu kadar telaşla konuşuyor? İşlerin çok kötü bir noktaya gittiği gün gibi ortada da ondan. Geçen hafta, 2.2 milyon sterlincik bir harcamayla Bugatti Veyron Büyük Spor turu başlatıldı. Bugatti'den Julius Kruta, "Hindistan bir lüks odağı, eski büyük racalar ülkesi. Bu turun zevkli müşterilerimizi fazlasıyla hoşnut edeceği kanaatindeyim" diyordu.
Dikey bölünme
Aman ne güzel. Kitlelere gelince, onlar gidip kendilerini asabilir. Laf oyunu değil. Öyle de yapıyorlar zaten. Fakat binlerce çiftçinin intihar etmesi karşısında endişeye mahal yok, zira ne de olsa 1 milyarlık bir ülkede, çiftçi intiharlarının oranı Britanya'daki kadar yüksek olmuyor. Ve Hindistan nüfusunun yüzde 85'ine parlak ekonomik mucizenin kapıları kapalıysa, yüzde 15'e açık demektir ve bu da neresinden bakarsanız bakın devasa bir pazar anlamına gelir. Hindistan'ın orta sınıfları Roy'u 'ayrılmayı' teşvik etmekle suçlarken, muazzam bir çifte ironi ortaya çıkıyor, zira Roy gerçekten de ayrılmadan söz ediyor.
Roy, Tehelka dergisiyle söyleşisinde şöyle diyor: "Tanık olduğumuz şey, bağımsız Hindistan'daki en başarılı ayrılıkçı mücadele: Orta ve üst sınıfların ülkenin kalanından ayrılması. Bu yatay değil, dikey bir ayrılma. Dünyanın seçkinleriyle stratosferin yukarılarında bir yerlerde birleşme hakkı için mücadele ediyorlar." Gerçek hainler kim?
Kaynak: Radikal