Siz hayatınız boyunca uğraşırsınız ama onlara evrenin sunduğu şeylerin sağladığı rahat ve güvene ulaşamazsınız. Bencilseniz kıskanırsınız; "Benim yok, onun da olmasın" dersiniz. Gıpta ediyorsanız; "Onun var, benim de olsa" dersiniz.
Sırf, "önemli biri"ni tanıdıkları için doldurmakta zorlandıkları yere atanan kişiler tanımışsınızdır. İçiniz burulur. Siz o kadar çalışmış, okulda şeref listesine girmişsinizdir. İyi bir üniversiteden mezunsunuzdur, hatta yurtdışında lisansüstü derece yapmışsınızdır ama sizden çok daha niteliksiz birini sizin üzerinize tayin ederler. Ama sonra giderilebilir bir rahatsızlık için hastaneye gidersiniz ve küçücük çocuklardan çok sağlıklı görünen pek çok genç yetişkinin ne ağır hastalıklarla boğuştuğunu görür kendinize gelirsiniz. Şükredersiniz. Onlar telafi edilemeyen kayıpların altında ezilmektedirler.
Galiba hayat denen bilançonun bir aktif sayfası var ve yaptıklarınızın kaydından oluşuyor. Eğer idealleriniz varsa bu sayfa hiç kapanmayacak, edinimleriniz alt alta uzayıp gidecek. Bir de sarf sayfası var; giderleriniz ve zararlarınızdan oluşuyor. Bu sayfaya giren kayıtlar hem yaptığınız yanlışlardan ve aşırı sarfiyatınızdan oluşuyor hem de sizin pek dahliniz olmadan hayatın tesadüfleri veya kader denen yazgının bu sayfaya zarar olarak yazdıklarından oluşuyor. Neresinden bakarsanız bakın ilk sayfa her zaman daha kalabalık. Sırf sizin gayretiniz ve başarma azminizle zenginleşen bir alan. O zaman insaflı bir gözlemle, kazançlarımızın her zaman daha fazla ve artmaya hazır olduğunu, bunun da bize bağlı olduğunu anlarız. Geriye gayretlerimizle edindiklerimize ve yaşamın (ilahi gücün) bize sunduklarına şükretmek ve kayıplarımızın daha fazla olabilecekken zarar sayfasındakilerle sınırlı olduğuna şükretmek kalır. Bilge kişiler bir "şükür tablosu" çıkarmışlar:
ŞÜKÜR TABLOSU
Evini ziyaret sonrası temizlemek için uğraşıyorsan-Dostların var demektir. Faturalarını ödeyebiliyorsan-Bir işin var demektir. Pantolonun biraz sıkıyorsa-Aç kalmıyorsun demektir. Gölgen seni izliyorsa-Güneşi görüyorsun demektir. Otobüsten indiğin yerden işyerine kadarki yolu uzun buluyorsan-Yürüyebiliyorsun demektir. Hükümet hakkında eleştiri yapabiliyorsan-Konuşma özgürlüğün var demektir. Yanındaki adamın sesinden rahatsız oluyorsan-Duyuyorsun demektir. Camları silmen, çatıyı onarman gerekiyorsa-Bir evde yaşıyorsun demektir. Doğalgaz faturan-yüklü geliyorsa Isınıyorsun demektir. Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırların varsa-Yığınla giyeceğin var demektir. Çalar saatin sabahın nurunda çalıyorsa-Yaşıyorsun demektir. Akşamları kendini yorgun hissediyor ve bacakların ağrıyorsa O gün üretici olmuşsun demektir.
TÜM BUNLARIN FARKINA VARABİLİYORSAN! MUTLUSUN DEMEKTİR.
Sorunsuz bir yaşamın olması mümkün değil. Bu ne insani ne de dünyevi. Dünya çelişkilerin ve çatışmaların evi değil mi? Kazançlarımızı ve kayıplarımızı hep başkalarınınkiyle kıyaslayarak değer biçiyoruz. O nedenle galiba şöyle demeliyiz: "Sanma ki dert sadece sende var; sendeki derdi nimet sayanlar da var." Bu anlayışın ışığında oluşan bir halk deyişi var: "Derdimi dinledim, derdimden iğrendim... Onun derdini gördüm, derdime imrendim..." Meselelere böyle kalenderce bakınca hayatı yorumlamak daha kolaylaşıyor, hayat da daha insanileşiyor: Ömür dediğin üç gündür, Dün geldi geçti, yarın meçhuldür, O halde ömür dediğin bir gündür, O da bu gündür... İşte pazar günü siyasetsiz ve cinayetsiz bir yazı...
Kaynak: Star Gazetesi