İran'ın dinsel yöneticileri, içlerindeki Batı ve İsrail nefretini siyasete dönüştürecek konuma geldikten sonra ülkelerini bir nükleer güç yapmanın hem kendi hem de ülkelerinin kudretini artıracağını düşündüler.


Bu doğrultuda atom silahlarına sahip olmalarının ilk aşaması olan uranyum zenginleştirme işlemlerine başladılar. Onları hiçbir baskı ve tehdit yıldıramadı. Bütün dünyanın kendilerine düşman olduğuna inanıyorlar ve tehditlere bir çare olarak atom silahlarını, yani Soğuk Savaş'ın dehşet dengesini görüyorlardı. Böylece ne mollalar iktidarlarını kaybedecekler ne de İran, Batılılar ve İsrail tarafından hafife alınacaktı. Meşru bir mazeretleri de vardı: İsrail, atom silahlarına sahipti ve hiç de barışçı bir ülke değildi. Ama kim dinliyor ki? Uluslararası ilişkiler ilkeler değil, güç dengeleri üzerinde yükseliyor. Her ne kadar Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, "Tüm bölgeden nükleer silahları kaldıralım" önerisiyle bir ara yol gösterdiyse de ne İsrail ne de başta onu himaye eden ABD'nin önderliğindeki Batı bu öneriyi ciddiye aldı. Onlar için İran bir baskı rejimiydi. Halkını eziyordu. Batı'nın özgürlük ve demokrasi değerlerini ihlal ediyordu. Nükleer kapasiteye kavuşması daha da güçlenmesine ve çevre ülkeler için ciddi bir tehdit olmasına neden olacaktı. 
İran sıkıştırılıyor 


Denklem böyle kurulunca İran'ın nükleer kapasite kazanması hep şerre yoruldu ve önlenmeye çalışıldı. İran, baskılara direnip programına devam ettikçe kuşkular derinleşti. Müzakere ve ikna çabaları, yerini ekonomik ve siyasi yaptırımlara bıraktı. Mesela son ekonomik yaptırım girişimi, bu ayın sonunda ABD'nin İran Merkez Bankası'nın işlemlerini engellemek olacak. Haberi bile İran para biriminin kısa sürede değer kaybetmesine neden oldu. 


Tepki olarak İran, Körfez'in güney çıkışı olan Hürmüz Boğazı'nı tıkayabileceğini ilan etti. Böyle bir şey olursa dünya petrolünün tüketici ülkelere ulaştırıldığı bu stratejik su yolu kapandığında dolar fırlayacak, zaten krizde olan küresel ekonomi zora girebilecek. Yani iki ucu da kirli bir değneği tutmak gibi İran-Batı ilişkileri. 


İlişkileri daha da kirleten, İsrail'in güvenlik endişelerinin paranoya boyutuna varması nedeniyle eylemlerinin hiçbir kural ve sınır taşımaması. Fransa'nın tanınmış gazetesi Le Figaro, geçenlerde İsrail gizli servisinin İranlı muhalifleri Irak'ın Kürdistan bölgesinde bombalama ve suikast konularında eğittiğini yazdı. Aslında İsrailli uzmanlar ta 1970'ten beri Kürtler'e Irak'taki Baas rejimine karşı mücadelelerine destek olarak askeri eğitim veriyorlardı. 

Siyasi cinayetler 


İşte İsrailliler'in eğittiği İranlı muhaliflerin geçen çarşamba Isfahaan'daki Natanz nükleer tesisinde çalışan Mustafa Ahmedi-Roşhan'ı (32) arabasına yapıştırdıkları manyetik bir bomba ile öldürdükleri ileri sürülüyor. Bu zat, nükleer teknoloji alanında çalışan ve 2007'den beri öldürülen dördüncü İranlı teknik adam. İki bilimci 1910 ve 1911 tarihlerinde aynı yöntemle, diğeri de motosikletli saldırganlarca 2011 yazında vurularak öldürülmüştü. 

Bu cinayetlerin kısa hedefi İran'ın nükleer programını durduramasa bile yavaşlatmak. Daha uzun erimli hedefi ise İran'daki rejimi istikrarsızlaştırmak. 

İsrail ve ABD'nin bu hasmane durumu, İran yönetiminin işine geliyor. Mevcut yöneticilerden hazetmeyen kesimlerin bile "dış tehdit" halinde hükümetin etrafında saf tutacağı biliniyor. Ama sonbahardaki başkanlık seçiminde bir başarı ihtiyacında olan Başkan Obama, Hürmüz konusunda süren provokasyondan yararlanıp Bahreyn'de her gün savaş tatbikatı yapan 5. Filo aracılığıyla İran'ı tahrik eder mi? İran 'yanlış' bir yanıt verir mi? Ya da İsrail bu müsait ortamdan yaralanıp ofsayttan gol atmaya kalkar mı? Bilmiyoruz. Ama şu ana kadar İran'ın yanında duran Rusya, İranlı yöneticilere "inadı bırak" tavsiyesinde bulunuyor. Çin ise İran petrolüne olan bağımlılığını azaltıp tedariklerini çeşitlendirme arayışında. Haydi hayırlısı. 

 

Kaynak: Bugün