Allah?ın indirmiş olduğu İslâm?da, -düşünce, uygulama, ibadet ve farklı şekillerde düşünceleri ifade etme alanlarında- her hangi bir aşırılığa, haddi aşmaya, zorlaştırıcılığa ve katılığa dayanak olacak hiç bir nass yoktur. Tam aksine, Allah?ın indirdiği İslâm?da aşırılığı, haddi aşmayı, zorlaştırmayı ve katılığı yasaklayıp, kolaylaştırmaya, müjdelemeye, hoşgörüye ve itidalli olmaya çağıran onlarca nass vardır. Başıboşluk ve Seddü Zerai (Kötülüklere Yol Açan Vesilelerin Yasaklanması) Zorlaştırıcılığı ve katılığı benimseyen bazı kimseler, düşünce ve uygulama noktasında kendi metotlarının karşısında olan şeyleri, başıboşluk olarak değerlendirirler ve şer?i bir kâide olan ?seddü zerai?yi -hiç de yerinde olmadan ve gerçek amacının dışına çıkarak- bu şeylerin yasaklanması için kullanırlar. Oysa bu kimseler şer?i nasslarda, başıboşluğa ?ki bu kesinlikle reddedilen bir şeydir- zorlaştırma ve katılık ile cevap vermeyi mübah kılacak hiçbir delil de bulamıyorlar. İslâm?ın sınırlarını aşarak, başıboşlukta aşırılık sergileyenlerin, el-İslâmu?l-vustâ?ya (aşırılıklardan arınmış gerçek İslâm?a) çağrılmaları gerekiyor. Yoksa İslâm?dan olmadığı halde İslâm?a nispet edilen bir aşırılığa ve katılığa çağrılmaları veya kendilerine aşırılık ve katılıkla muamele edilmeleri gerekmiyor. Çünkü asıl tehlike, çok sayıda şer?i nass tarafından sakındırılmış olan, bu aşırılık, zorlaştırma ve katılıklardır. Bu konuda sergilenen aşırılık, zorlaştırma ve katılıklar o kadar çoktur ki, adeta ?dinin zorunlu olarak bilinmesi gereken? bir kuralı haline gelmiştir. Yani her Müslüman erkek ve kadın tarafından bilinmesi ve uyulması gereken ve ?bilmiyorum? şeklinde bir mazeretin kesinlikle ileri sürülemeyeceği bir kurala dönüşmüştür. Peki bu aşırılık, zorlaştırma ve katılık olgusu nasıl gelişti? Nasıl oldu da, mutedil olanları, savunma konumuna itip, mutedil oluşlarının haklılığını ispatlamak zorunda bırakacak kadar yaygınlaştı? Zorlaştırma ve katılığı benimseyenlerin mutedil İslâm?dan sapmaları nasıl oldu da, anlayışlarını kilitleyecek ve bilinen nasslardaki hükümlerden, yaptıklarının ve söylediklerinin doğru olmadığını kavrayamayacak bir dereceye ulaştı? Hatta İslâm?ın şiddetle reddettiği bu şeyleri, İslâm başlığı altına koymalarına yol açacak kadar ileri bir boyuta ulaştı? Oysa ibadetlerde, muamelatta, düşünme ve diyalogda, hatta savaşlarda bile kolaylık ve kolaylaştırma farz kılınmıştır. Öyle ki, kolaylık ve kolaylaştırma, -hem nass hem de ruh yönünden- şeriatın aslî kuralları arasında en ön sıralarda gelmektedir. Nitekim bu kural, içtihatların değerlendirilip doğru mu, bâtıl mı, istikrarlı mı, şaz mı olup olmadığının belirlenmesindeki temel ölçülerden biri olarak kabul edilir. O halde, bazen seddü zerai, bazen de ihtiyatlı olmak adına hareket edip, yukarıda belirttiğimiz gerçekleri aşarak ve şeriatın asli kurallarına muhalefet ederek hükümler verenlerin ve yönlendirmeler yapanların, bu hükümlerini ve yönlendirmelerini nereye koyacağız? Üstelik onlar bu anlayışlarını ve yaklaşımlarını ?en doğru? İslâm olarak niteliyorlar. Bu kimseler, sözlerini ve uygulamalarını, çok sayıdaki nasslarla süslüyorlar. Ancak nassların sabit olan manalarına veya eski ve yeni alimlerin çoğunluğunun bu nasslardan anladıklarına uygun olarak değil. Çünkü bu nassların işaret ettikleri anlamlar zannîdir. Aslında onların yaptıkları, kendi görüşlerini, söz konusu nassların ?(kat?i) nasslara uymayacak şekilde- yapılmış olan veya şâz durumdaki yorumlarıyla süslemektir. Ancak bu yorumlar yapılırken İslâm?ın ruhu, hüküm çıkarma kuralları ve nassların tefsir edilip açıklanmasıyla ilgili kaideler dikkate alınmıyor. Hatta onlardan birinin pervasızlığı şu sözü söyleyecek kadar ileri gitmiştir: ?Onlar asker, biz de askeriz.? Bu sözle, fıkıh, fıkıh usulü, tefsir, tefsir ilimleri, hadis ve siret sahalarındaki büyük alimlerin kahir ekseriyetinin söylediklerinden tamamen uzak olduğunu vurguluyor. Hatta ?onlar asker, biz de askeriz? sözünü sahabeler için de tekrarlayarak, onların benimsediği görüşlerden de tamamen uzakta olduğunu vurguluyor. Acaba bu kişi, bu sözü İslâm?ın ilk asrında söyleyenin, onun Allah korkusunun, takvasının, ibadetlerinin ve içtihadının neresinde yer alıyor. Şahsi İçtihatlar ve Genelleme Burada zorlaştırmak ile kastettiğimiz, -Allah korusun- bir kişinin, örneğin kendisi için daha fazla ibadet yapmayı tercih etmesi veya farz olmasa bile, mübah olan bir şeyi kendisine gerekli kılması değildir. Kastettiğimiz, kendisi için tercih ettiği yolu, başkalarının da takip etmesini istemesi, hatta daha ileri giderek bu yolu bütün Müslümanlar için bağlayıcı olan ?gerçek İslâm? olarak kabul etmesi ve onun dışındaki her şeyi ?batıl? olarak nitelemesidir. Mübah olan veya farz olan şeylerde kendi nefsine karşı zorlamaya gidenlerin işi Allah?a kalmıştır. Bu meseledeki durumları ?örneğin ibadetler konusunda- belki, farzların ve mendupların dışında da oruç tutmak için sürekli Hz. Peygamber?den izin isteyen sahabenin durumu gibidir. Hz. Peygamber sonunda o sahabeye, Hz. Davud?un tuttuğu gibi bir gün oruç tutup, bir gün tutmaması konusunda izin vermiştir. Sahabe de öyle yapmıştır, ancak ihtiyarlığında böyle yaptığına pişman olmuştur. Veya durumları seferilikte oruç tutmama ruhsatını kullanmayan sahabelerin durumu gibidir. Onların sevaplarını, oruç tutmayanlar almıştır. Çünkü seferde oruç tutmak onları bitkin düşürüp iş yapacak mecal bırakmadığı için bütün işleri oruç tutmayanlar yapmış ve sevapları da onlar almıştır. İslâm bu kimselerin yaptıklarını, örnek alınması ve uyulması gereken bir mevkie koymamıştır. Onun için bu kimselerin durumu Allah?a kalmıştır. Ancak bir Müslüman, örneğin kadınlarla ilgili bir meselede, çağımızın kötülük ve sapkınlık çağı olduğu iddiasıyla, İslam?ın koymadığı bir hükmün uygulanmasını isterse, bu reddedilir. Böyle bir şey daha büyük sakıncalara neden olabilir. Bu noktada zorlaştırmayı benimseyenler, sanki kolaylığı, kolaylaştırıcılığı ve itidali ile İslâm?ın sabit hükümlerinin bütün zamanlar ve mekanlar için indiğini ?kasıt olmadan- inkar ediyor gibiler. Oysa ?bir delil olması durumu istisna- İslâmî bazı hükümlerin ?başıboşluk? dönemlerinde uygulanırken, bu dönem ortadan kalktığı zaman uygulanmayabilecek hükümler şeklinde tasnife tabi tutulması doğru değildir. Fotoğraf, müzik ve buna benzer konularda olduğu gibi, alimlerin çoğunluğundan farklı olarak, bir veya daha fazla alimin vermiş olduğu ve zorlaştırıcılar tarafından ?nass ile haram kılınmadığı için- ?şüpheli şeyler? arasına yerleştirilen meselelerdeki bir hükmü uygulamayı tercih eden bir Müslümanın, bu tercihini diğer Müslümanlar için de bağlayıcı kabul etmesi ve onların, çok sayıdaki diğer alimlerin söylediklerini esas almalarını reddetmesi İslâm?ın üslubuna uymayan bir durumdur. Evet, zorlamacılar ne kadar tevil etme yoluna giderlerse gitsinler, kendileri için tercih ettikleri bir uygulamayı, bütün Müslümanlara da dayatmaları doğru değildir. Özellikle de bu sebeple Müslümanlar arasında fitne tohumlarının ekilmesine yol açılıyorsa. Mubahları Haram Kılmada Yarışmak Zorlaştırma ve katılık olgusunun yaymış olduğu en kötü şeylerden biri de ?haram kılmanın? ?ihtiyat? olduğu ve doğruya daha yakın bulunduğu iddiasıdır. Dolayısıyla onlara göre bir Müslüman kendisine ne kadar çok şeyi haram kılıyorsa, o ölçüde takvalıdır ve başkalarından o ölçüde daha kuvvetli Müslümandır. Açık olan haramları helal kılmaktan sakındırıp men eden İslâm, aynı şekilde açık olan helalleri de haram kılmaktan sakındırıp men etmiştir. Allah?a iftira atıp, haram olan bir şey hakkında ?bu helaldir? diyen bir kimsenin durumu ile, ?eşyada asıl olan mübahlık olduğu halde- Allah?a iftira atıp, Allah?ın helal kıldığı bir şey hakkında ?bu haramdır? diyen kimsenin durumu aynıdır. Bir şeyin haram olduğuna içtihad eden kimsenin, o şeyin haram olduğuna dair kat?i bir delil getirmesi gerekir. Yoksa o kişi Allah?ın, haklarında şöyle dediği kimselerin durumuna düşer: ?Allah?ın kullarına helal kıldığı zinetleri haram kıldı.? ?Allah?ın onlar için helal kıldığı şeyleri, kendilerine haram kıldılar.?Bir Müslüman, haram kılma hususunda, Hz. Peygamber?den -ki o bunu kendisine indirilen vahye uygun olarak yapıyordu- daha ileri bir noktaya giderek asla ondan daha doğru bir Müslüman olamaz. Bu kimseler yaptıkları şeyin ihtiyat olduğunu iddia etseler bile, yaptıkları şey ihtiyat esası üzerine değil, haram kılma esası üzerine yürüyor. Zorlaştırıcılık ve katılık, İslâm değildir ve asla olmayacaktır. Hz. Peygamber?den sonra hiç kimse İslâm?a ve Müslümanlara onun kadar düşkün olamaz. Böyle olacağını zannedip de, düşünce, söz ve amel olarak Hz. Peygamber?den daha fazlasını yapma yarışına girenler, Hz. Peygamber?in şu hadisinde dile getirdiği hükmün kapsamına girer: ?Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir.? Hz. Peygamber?in sünneti ise, müjdeleyip nefret ettirmeyen, kolaylaştırıp zorlaştırmayan mutedil İslâm?ın kendisidir. İslâm?a yapılan davetin yaygınlaşmasının ve İslâm?ın hayatta ve yönetimde yeniden başarıya ulaşmasının en uygun yolu zorlaştırıcılık ve katılık olmamıştır ve asla da olmayacaktır. İslâm?ın tutmuş olduğu yol, en uygun olan yoldur. Yani ilk İslâm toplumunun kuruluşunda ve ondan sonra tutulmuş olan müjdeleyip nefret ettirmeme esasına dayanan yol? Müellefetü?l-kulûp (kalpleri İslâm?a ısındırılacaklar) olarak tarif edilen, henüz kalplerinde ve hayatlarında iman yerleşmemiş olanların çeşitli vesilelerle gönüllerinin kazanılması yolu? İslâm?ı kabul etmeyi düşünen, ancak henüz İslâm?a girmemiş bu kimseler, İslâm?ın itidalli yaklaşımıyla gayri Müslimler olarak tarif edilseler de, onlara karşı onları korkutacak katı bir yaklaşım içine asla girilmez. Bütün bunlardan daha tehlikelisi, zorlaştırıcılığı ve katılığı benimseyenlerin, bu tutumlarıyla ?gerçek İslâm?a döndüklerini iddia etmeleridir. Oysa gerçek İslâm şunları söylüyor: ?Dinde zorluk yoktur.? ?Zorluğun yanında bir kolaylık vardır.? ?Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.? ?Zorlaştıranlar helak oldu.? ?Bir kimse dinle boy ölçüşmeye kalkarsa, (zorlaştırma, katılık, ince eleyip sık dokuma yoluna giderse) din ona galip gelir.? ?Hata, unutma ve bir şeye zorlanma durumunda yapılan şeyler için, ümmetimden kalem kaldırıldı (günah yazılmaz).? ?Allah, azimetlerinin kullanılmasını sevdiği gibi, ruhsatlarının kullanılmasını da sever.? Gerçek İslâm, apaçık nasslardan hareket eden ve cumhurun üzerinde icma ettiği İslâm?dır. Zaten İslâm?ı nefislere sevdiren, uygulanmasını kolaylaştıran, ibadetlerde coşkulu ve ilişkilerde de yumuşak kılan budur. İslâm?da tebessüm sadakadır, güzel söz iyiliktir. Farzlarla yetinmek isteyen herkese cennetin kapıları açıktır. Nafileler, kişi kendi kendisine gerekli kılmadıkça, mecburi değildir ve nafile ibadetlerin en uygun olanı da kişinin Rabbi ile baş başa kaldığı zamanlarda eda edilenidir. Gerçek İslâm, Allah?ın Hz. Muhammed?in kalbine indirdiği ve nefislere sevimli gelen bir din olarak yayılan İslâm?dır. Yoksa haddi aşan zorlaştırıcı ve katı kimselerin sunduğu şekliyle, Müslümanları korkutan sebeplerden biri haline gelen, Müslümanların dışındakileri kendisinden uzaklaştıran ve İslâm?ın bütün zamanlara ve mekânlara uygunluğu konusunda şüpheler üretmeye çalışanlara istismar edecekleri bir bahane veren din değildir. Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.